Daha Sağlam Hapishane Olur mu?

İnsan türünün tüm diğer canlılar gibi doğuştan -büyük ölçüde- meraklı olduğunu biliyoruz. “Büyük ölçüde” deyişimin nedeni, Dünyaya gelirkenki kalıtsal mirasımız ve bir de doğum öncesi süre içinde annenin beslenmesi, içinde bulunduğu kültürel çevre vb. yoluyla henüz doğmamış da olsa bebeğin maruz kaldığı olumlu – olumsuz etkiler[1].

İnsan ya da hayvan, bebekleri sevimli kılan da aslında naif meraklı halleri olsa gerek; fakat çevreyle etkileşim arttıkça bu halleri giderek bozulur. İşte nedenlerden rastgele bazıları:

–        Genetik yatkınlıklar (yukarıda belirtilenler)

–        Geçmişte edinilen ve/ya halen sahip olunan unvanlar,

–        Birikimler (müktesebat),

–        Bildiklerimiz (sağlam kanıtlı),

–        Bildiğimizi zannettiklerimiz (kulaktan dolma),

–        Düşünme becerisi zafiyetleri,

–        Ölüm korkusu ve diğer korkular,

–        Takıntılar,

–        Umutlar,

–        Nefret veya beğeniler,

–        Rol modelleri,

–        Stokta bekletilen intikam duyguları,

–        Kıskançlıklar,

–        Travmalar,

–        İnançlar,

–        Tehlikeye girebilecek çıkarlar,

–        Kolay ikna olabilirlik, kolay yargılar,

–        Koşullanmışlıklar,

–        Yakın çevrenin otoriter tavırları,

–        Sosyal çevrenin dayattığı sınırlamalar,

–        Kendine benzerleri seçip, diğerlerinden uzak durma eğilimi,

–        Güven çemberi içindekilerin kasıtsız ve/ya kasıtlı yanlış yönlendirmeleri,

–        Zorunluklar,

–        Erişilmek istenilen ülküler (vizyon),

–        Varlık nedeni olarak benimsenen kavramlar (misyon),

–        Yaşam için benimsenen değerler, ahlaki ilkeler,

–        İkili (binary), bulanık (fuzzy), doğrusal (lineer), döngüsel mantık hakkındaki tercihler[2],

–        Bütün bu etkenlerin kendi içlerinde ve aralarındaki pozitif ve/ya negatif geri beslemeleri (feed-back).

Yukarda bir bölümü sıralanan etkenler aynen ince kevlar liflerden katmanlar halinde dokunmuş kurşun geçirmez bir kumaş gibi, kişileri -gerçekte ayrılmaz bir parçası olduğu- evrenden ayırmakta “ben” denilen sanal (ve acayip) kişiliği ortaya çıkarıyor. Böyle bir kişilikte, parçası olduğu evren ile ilgili bir merak ve o merakı tatmin aracı olan sorgulama isteği kalabilir mi?

Bu açıklama girişimi, evren tasavvuru[3] denilebilecek ve içinde tüm meraklarımızı, cevaplarımızı (yargılarımız) bulunduran “alan”ın herkeste niçin aynı olamadığına da bir açıklama getiriyor gibi. Bazı kişilerde bu alanın genişlemesine fırsat vermeyen etkenler nedeniyle “tek doğrulu, kendine benzemeyenlerden nefret eden, putlarla dolu bir zihin yapısı” içinde yaşamaya -kısmen de kendi katkılarıyla- mahkûm edildiği anlaşılabiliyor.

Cahil, yobaz, sosyopat vb. sıfatlar verdiğimiz bu tür kişilikler, daracık evren tasavvurları içinde, geri kalanlara son derece akıldışı ya da ahlakdışı gelebilecek tutum ve davranışlar içinde olabilirler.

Kuşkusuz, bütün bu sıralanan ve bireysel hapishanelerimizi oluşturan katmanların hepsi birlikte bulunmayabilir. Kişilikleri çevreleyen duvarlarda yer yer delikler bulunabilir ki bunlara da kişinin şansı denilebilir. Çünkü, bazı hallerde, bu deliklerden başlayıp çok büyük alanlara erişebilen büyük sanatçılar, bilim insanları da çıkabiliyor. Aynen, tavşan balon şişirmekte ustalaşan baloncuların, istemedikleri yerleri sıkıp, sadece boşluk bıraktıkları yerlere üfleyerek kol, bacak, kulak yapmaları gibi.

Medeni bir toplumda bu tür kişiliklerin normal dağılım uyarınca marjiinalize olacağı beklenirse de bu olmayabilir de.

Bu durumda bir şey yapılabilir mi? Evet ve hayır!

Hayır; çünkü toplumun “aklı başında” denilen, evren tasavvuru daha geniş, soruları çok cevabı daha az kesimleri, bu tür kişilikleri genelde aşağılamayı seçiyor. Bu ise, o tür kişiliklerin nefret stokunu artırmaktan, kendilerine yeni kanıtlar arayıp, icat etmelerinden başkaca sonuç vermiyor.

Evet; eğer aşağılamanın çözüm olmadığı, “aklı başında” kesimlerin enerjilerinin en nadir kaynak olduğu idrak edilir ise, bu durumda “ümitsiz vakalarla uğraşmayı bırakıp, onlara rol model olabilecek, evren tasavvurunu çevreleyen duvarlarında delikler bulunan kişiliklere yönelmek” gibi bir yol denenebilir.

O delikler “sorular” yoluyla genişletilebilir. Az dirençli kesimlere “kuşku yaratıcı sorular” yöneltilebilir ise ilginç sonuçlar -tavşan balon gibi- alınabilir.

Eğer böylesi bir sonuç mümkün olabilecekse, bu ancak bazı uzak durulması gereken yollarla olabilir. Aklıma gelen birkaçı şunlar olabilir (mi?):

–       Aşağılamayın; zaten bireysel hapishanesinde sıkışmış kişiliğin duvarlarını daha da tahkim etmeyin.

–       Dini inanç, iman kısmını zorlamayın, oralar savunma mevzileridir, sağlamdır.

–       Kişinin içtenlikli olarak “bilmiyorum” dediği yerler iş birliği yapılabilecek noktalar olabilir. Buralar için kesinlikle tek doğrulu alternatifler değil çok doğrulu seçenekler (ve onlar da ancak soru şeklinde) ileri sürülebilir.

–       Kişinin “biliyorum, eminim” dediği yerler en kolay kuşku üretilebilecek yerlerdir. Bunun için “Koşul Farklılaştırmalı Yenileşim” yaklaşımından[4] yararlanılabilir. En sağlam görünüşlü yargıların mutlaka en az bir ön koşulunun bulunduğu, o koşulun dışındaki “eğer … değil ise” alanında ayrı bir evrenin bulunduğu unutulmamalıdır.

5 Eylül 2018

[1] Bakınız. “İkili Kalıtım Kuramı”, https://www.beyaznokta.org.tr/oku.php?id=132

[2] İki uca indirgemeci (ya bendensin ya karşı) ikili mantık alışkanlığının aksi, gerçek yaşamın çok seçenekli ve seçenekler arası bulanık (fuzzy) mantık. Yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan çıkar? doğrusallığının karşıtı ise “yumurta ve tavuk birbirlerini üretirler” döngüselliği.

[3] Evren tasavvuru için bkz. http://wp.me/p2t6mi-23U, http://wp.me/p2t6mi-23M (parag. 19)

[4] Koşul Farklılaştırmalı Yenileşim için bkz. https://goo.gl/Ciz2hK

4 Yorumlar

  1. Sn. Serdar Durat’tan gelen şöyle bir yorum ve cevabımı paylaşırım. T.Titiz
    “Tınaz Bey,
    ………..
    Hayatımızın konforunu, güvenliğini, sağlığımızı, refahımızı ve daha bir çok şeyi borçlu olduğumuz icatların ve henüz bilinmeyen, gelecek nesillerin yaşayıp kullandıklarında bizim çağımızı ilkel bulabilecekleri nice yeni buluşların en önemli besin kaynağının insanoğlunun bu “ Merak “ dürtüsü olduğunu düşünüyorum.
    Bir an için hayal etmeye çalıştım; Kaşifler, tıp doktorları, mühendisler, sanatçılar, bilim insanları merak etmeselerdi hayat nasıl olabilirdi diye edemedim..”

    Haklısınız değerli dostum. Hergün birbirimize ilettiğimiz ve “bu nasıl olur?” diye hayretler içinde kaldığımız (ve ancak ağır ifadeler kullanarak rahatlayabildiğimiz) onlarca, yüzlerce sayıda kişilik; korkular, nefretler, travmalar, ………………….. ve parantez dışında da ölüm korkusu altında küçüle küçüle binary bir yargıya (ya benim gibisin ya değilsin) gibi acınacak darlıkta bir evren tasavvuru içine sıkışmış, giderek de bu alan içinde üreyen nefret içinde yaşama cezasına çarptırılmış kişiler.

    İşin daha ilginç bir yanı daha var ki onu ayrı bir konu yapalım. O da, “farklı evren tasavvuruna sahip kişilerin bir araya gelmesiyle daha geniş bir E.T. Ve birleşik akıl doğması olgusu”

    Sevgiler
    Tınaz

    1. Hocam her zamanki gibi gayet ufuk açıcı, mantıksal bir incelikle dokunmuş yazı, elinize aklınıza sağlık. Galiba bana bu durumda karşıt olmasa da biraz aykırı bakmak kalıyor. Demem o ki her bilgi sisteminin dedüktif bir yapısı vardır ve bu sistem mutlaka bir takım kanullere yaslanır. Bu kabuller bilimde teorem, aksiyom gibi adlarla anılır. Din de aksiyomatik bir bilgi sistemidir ve en temelde en kesin bilgi türü olan vahiy yatar. Bunun bence bizdeki karşılığı birtakım hislerimizdir. Nitekim örneğin başımın ağrıdığı bilgisinden şüphe etmem. Kısaca tüm bilgi sistemleri fatklı adlarla da anılsa inançlar üzerine kurulmuştur. İnançlar nesnel olabileceği gibi öznel de olabilir. Ama en ‘kötüsü’ her ikisini de içerebilir. Sonuç, her eleştiri, bu karmaşa içinde çıkış yolu bulmanın çok güç olmasından dolayı genellikle sonuç vermez. Politikacılar, ustalıkla algı operasyonu yaparak bireylerin “aksiyomları”nı etkilerler. Bu kişilerin düşüncelerinin esir alınması anlamına gelir. Burada en etkili araç retoriktir. Şüphesiz her tartışma ve kabullerin inşası hep bu yolla olmaz. Saygılarımla

  2. Psikiyatrist Tahir Ceylan; çevrenin kişiyi koşullandırmasıyla ilgili olarak:
    Ağacı ya da keresteyi yontarak şekil vermek zordur, emek ister. Bunlarla tek tek uğraşmaktansa; onları talaş haline getirip sunta yaparsanız; şekil vermek çok kolaylaşır. Kolayca kesip biçer, istediğiniz şekle sokarsınız, diyor.

Yorum Gönder