Depocu – 22
Akıl karışıklığının –nedenleri farklı olsa da- yaygın olduğu bugünlerde, çok somut ve de hemen her duruma uygulanabilir bir konuyu ele alıp, biraz olsun zihinsel duruluğun sükunetini deneyimlemek istiyorum.
Yazının başlığı, “catch-22” (https://www.wikiwand.com/tr/Catch-22_(roman)) olarak bilinen ünlü söylemi hatırlatmak amacını taşıyor. Bir sorun’un çözümünün, sorun’un varlığına bağlı olduğu durumlar için kullanılan bir deyim. Zihinsel duruluk sağlamak bir yana, mevcut olanı da –varsa- tamamen yoketmeye yol açabilecek bir zihin törpüsü de denebilir.
Neyse bunları bir yana bırakalım. Üzerinde durmak istediğim, herhangi bir sanayi kolunda üretim yapanların en büyük sorunu olan depoculuk ile ilgili. Hele, rekabetin bu denli sert olduğu günümüzde, tüm depo yöneticilerinin bir nolu sorunu bu.
Ne üretilirse üretilsin, ya üreten ya da ona yan sanayi olarak iş yapanların mutlaka depoları vardır ve bunlar, üretim girdilerinin ihtiyaç olduğu anda elleri altında bulumasını sağlar. Tüm depoların amacı budur. Ama burada, birbirine zıt iki istek aynı anda yerine gelmek zorundadır: Bir girdiye ihtiyaç olduğunda stokta bulunsun ve fakat stokların maliyeti de minimum olsun.
Her girdiyi tıka basa stoklasan stok maliyeti katlanılamaz olur; hiç stok bulundurmasan bu defa da üretim duracağı için yine katlanılamaz maliyetler doğar.
Bu tür açmazlar, yaşamımızın her karesini doldurur: Asgari ücretle çalışanın eşi bir yandan ailesini iyi beslemek zorunda iken, bir yandan da bu parayı yetirmek zorundadır. Yargıç vereceği çezanın azami caydırıcılık sağlamasını isterken bir yandan da bizzat ceza alacak kişinin haklarını korumak zorundadır. Taksi şoförü yolcusunu olabildiğince çabuk götürüp yeni yolcu almak için tekrar sıraya girmek zorunda iken, bir yandan da yolcusunun konforunu gözetmek için yavaş gitmelidir. Ve daha yüzlerce örneğin hepsinde benzer ikilemler.
Bu tür durumlar için “optimizasyon” (eniyileme) adı verilen yöntem kullanılıp, birbirine ters etki yapan öğeler arasında “olabilecek en iyi” çözüm bulunmaya çalışılır. Fakat bunun için bir anahtar kavrama ihtiyaç var: Çözümün anahtarı “kötü duruma rıza gösterebilme oranı” denilebilecek bir kavramdır.
Depocunun sorunu bağlamında bu kavram “stok tükenmesine razı olma oranı”dır. Böyle bir oran belirlendiğinde, ortadaki sorun, optimizasyon teknikleri yoluyla çözülebilir; benzer durumdaki tüm sorunlar da bu yolla çözülebilir.
Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Kötü duruma rıza gösterebilme oranı (kısaca Rıza Oranı ya da daha kısa RO diyelim) %0’dan büyük ve %100’den küçük olmalıdır. %100’lük bir RO, “stok biterse bitsin farketmez” demektir ki bu, ya o girdi olmasa da olur ya da yerine kullanlabilecek başka bir girdi var demektir. Bu makul olmadığına göre %100’den küçük bir oran belirtilmelidir.
Ayrıca belirtmeye gerek olmayan bir özellik, RO’nun %100’den uzaklaştıkça o girdinin kritik girdi olma olasılığının arttığıdır.
RO’nun bir de öbür ucu var. Örneğin bir nükleer santralda, yakıt çubuklarının erimesine yol açılmaması için en kritik girdi soğutma suyu olduğuna göre, suyun kesilmesine rıza gösterme oranı “neredeyse sıfır”dır.
Su kesintisine karşı önlem olarak santrallar genellikle büyük su kaynakları yanına inşa edilirler, ama bu defa da suyun çubuklara erişimini sağlayacak borular, vanalar, pompalar, elektrik motorları vb onlarca kritik elemanın “bulunmayışlarına ne kadar rıza gösterilebileceği” sorusu gündeme gelir ki, bunlar için de RO “neredeyse sıfır”dır.
Bu “neredeyse sıfır” düzeyindeki güveni sağlamak ayrı bir mühendislik dalının (güvenilirlik mühendisliği) konusu olup, daha çok yedek, daha özenli üretim, daha çabuk onarma teknikleri, daha iyi insan kaynağı gibi önlemler demektir.
Şimdi dilimin altındaki ilk baklayı çıkarayım: Bir yönetici gelse ve “ben sıfır RO istiyorum” (yani asla soğutma suyu kesilmeyecek) dese ne olacaktır?
Bu durumda iki çare vardır: (1) Sistemdeki her şeyin onlarca –ve birbirinden bağımsız- yedeği olacak, onların da yedekleri ilh yedekleri olacaktır. (2) Birisi çıkıp bu ceberrut veya ahmak insana “böyle istek olmaz; gerçekleştirilebilir ve sıfırdan büyük bir RO belirtmelisin” der.
Birinci çözümün niçin olamayacağı bellidir. Çünkü belli bir noktadan sonra –ki o noktayı zaten güvenilirlik mühendisliği söyler- artan yedekleme, başa çıkılamayacak bir karmaşıklık yaratır ve bu defa da yedeksizlik nedeniyle değil ama karmaşıklığı yönetememek nedeniyle daha beter sorunlar doğabilir.
İkinci olasılıkta ise yönetici yine de israr etse ve mesela “kardeşim sen china syndrome [1] diye bir şey duymadın mı; insanların ölümü senin umurunda değil mi?” diye püskürse, yedeklemenin yedeklemesinin yedeklemesi nerede durdurulacaktır?
Görülüyor ki her iki durumda da, doğabilecek çekirdek erimesi olgusuna rıza göstermek gereken bir yer vardır, olmak zorundadır. “Neredeyse sıfır” bunu anlatmaktadır ve ne olursa olsun sıfır olamayacağına işaret etmektedir. O noktanın neresi olduğu, buna etki yapabilecek ve de sonuçtan etkilenebilecek durumdaki kişilerin sayılarına, akıl-fikir düzeylerine, fikirlerinin alınıp alınmadığına, bilimi yaşamlarına ne denli rehber kılabildiklerine vb faktörlere bağlıdır.
Sonuçta akıl galip gelirse, belirli bir RO üzerinde karar kılınır ve ancak ondan sonrası Tanrı’ya bırakılır. Bu, karar kılınan RO’ya karşılık gelen bir olasılıkla “meşum olasılığın gerçekleşmesi ve belli sayıda insanın zarar görmesine rıza gösterilmesi” demektir.
Akıl yerine akılsızlık –ve ahlaksızlıkla birleşik çeşitli türevleri- galebe çalarsa, çekirdek belki erimeyecek, ama meşum olasılığa karşılık gelenden daha çok insan, bu defa söz konusu türevlerin dolaylı sonuçları nedeniyle daha derin düzeyde zararlar görecektir.
Sonuç olarak bilinmesi gereken şudur: Her kaza-beladan korunmanın bir maliyeti (RO) vardır ve o maliyet kesinlikle sıfır değildir. Stok tükenmesine hiç uğramamak, trafik kazalarında hiç insan kaybetmemek, topraklarını sıfır kayıpla koruyabilmek, sıkıntı çekmeden refaha erişebilmek, yargıçların kendilerine sağlanan ayrıcalıkları hiç kötüye kullanmamaları ve daha yüzlerce bedava yemek, herkesin arzu edeceği nimetlerdir.
Ama, o amaçların doğal maliyetleri sayılması gereken kayıplara rıza gösterilmezse, o nimetlere erişilemez. Bunlara ancak, o süreçleri bu bilinçle yönetebilen toplumlar sahip olabilirler.
Pazar, Nisan 7, 2013 (Rev. Ekim 7, 2021)
[1] Bir nükleer reaktörün çubuklarının erimesiyle başlayan zincirleme olaylar sonunda, reaktör koruyucu yapısının da eriyip toprağı eriterek Çin’e kadar dünyayı deleceği varsayımı.
Değerli Tınaz TİTİZ Bey,
Sayın Başkan;
Bu yazının anlaşılması güç! İki defa okudum… Anladığımdan şüpheliyim.
Doğrusu “Birazdan fazla” dikkat gerektiriyor.
RO sizin tanıma göre olaylar karşısında şöyle mi oluyor?
“Boşver davranışını” %100 tolerans,
“Olmazsa olmaz davranışını % 0 davranış toleransı olarak anlıyorum.
Sizin bu yazınızı kendimce “Risk karşılama meselesi” olarak değerlendirdim. Rıza oranı çok ise risk oranı az oluyor.
İnsanlar aşırı riskli işler yaparlarsa ip kopar… Aşırı yük maksimum gerilme yaratır.
Gerilme = Yük / Kesit alanı
Riskli işlerde rıza oranının az olduğunu görürüz. Bu mektup ile selam ve saygılarımı sunarım. En azından bence bir selam imkanı doğdu. İTÇ 2012 toplantımıza katılımınız için teşekkür ederim. Yakında kitap göndereceğim. Bu vesileyle sağlık ve saadetinizi dilerim. Bu konularla pek uğraşamıyorum. Kendi dersimizle, işimizle meşgulüz.
Her şeyin bir maliyeti vardır… “Cost of experience” konulu bir makale üzerinde çalışıyorum. Bitirnce paylaşacağım. Güncelde yaşananların RO su hakkında ne düşünürsünüz?
Sayın Alnıak,
Mesajınıza, zamanınıza müteşekkirim.
Bu yazıdan esas kastim, varlığını ve üzerinde yaşadığı toprakların bütünlüğünü korumak isteyenlerin, bu isteklerinin bir bedeli olduğunu anlatmak için somut bir sorunsaldan (depocunun stok sorunu) yararlanmaktır.
Bilindiği gibi, 30 yılı aşkın (gerçekte daha da uzun) sürmekte bulunan ve 30,000’I aşkın yurttaşımızın kaybına neden olan, bir adıyla Kürt, bir adıyla G.Doğu (benim naçizane tanımıma göre ise “G.Doğu’daki enerji rezervlerinin paylaşılması) sorununun sonlanmasını milletimizin tümü istiyor. Buna bir itiraz olamaz.
Konuya ilişkin tartışmalarda “analar ağlamasın” şeklinde bir argüman kullanılıyor. Bu o denli güçlü bir argüman ki, kimse çıkıp da tersini savunamaz. Fakat katı ve acımasız gerçek şu ki, varlığımızı ve onun üzerinde yaşadığı toprakları koruyabilmek için –maalesef- bazı kayıpların verilmesi kaçınılmazdır.
Hepimiz, hem varlığımızı bölünmeden sürdürmeyi, hem topraklarımızı korumayı, hem de hiçbir annenin ağlamamasını isteriz. Ama sosyay yasalar –yine maalesef- buna izin vermiyor. Ve mesele geliyor, ne kadar annenin ağlamasına rıza gösterileceğine (yani yazıdaki notasyonla Rıza Oranı’na (RO) dayanıyor.
Burada “ağlayan anne” bir sembol ve uğanılabilecek maddi-manevi kayıpları temsil ediyor.
Amaç, kuşkusuz ki RO’yı sıfırda tutmak. Yani hiçbir anayı ağlatmamak. Toplumun gerçek talebi de bileşik bir talep olark “hem anneler ağlamasın hem de varlığımızı sürdürebilelim” olabilir. Eğer bunu sağlayabilecek Sorun Çözme Kabiliyeti’ne sahip olsaydık zaten mesele kalmazdı.
Ama bu mümkün olmadı. Şimdi yakıcı soru şu: RO sıfır olamıyorsa ne kadarlık bir kayba razıyız?
Bunun hesabi bir cevabı yoktur. Cevap, burada yaşayan ve kurduğu devletin parçalanmasını istemeyenlerin Rıza Oranı’na (RO) bağlıdır.
Mesajıınızdaki riske razı olma deyimi bence de doğrudur. Dolayısıyla hiç risk istememek –yani analar ağlamasın- yaklaşımı, ne yazık ki doğru yaklaşım değildir. Doğru yaklaşım, bırakın analar ağlasın da değildir; anneleri en az ağlatacak şekilde bu sorunu nasıl çözeceimizi düşünmek; bunun için de Sorun Çözme Kabiliyeti kavramını artık gündeme getirmek, doğru yaklaşımdır.
Bu kabiliyet akşamdan sabaha yükselemeyeceğine göre, anaları ağlatmak istemeyenler –eğer parçalanmayı da istemiyorlarsa- bir an önce bu kavramı ciddiyetle düşünmek zorundadırlar. Aksi halde yarınlarda, şu ana kadar ağlayandan çok daha fazla anne, baba ve çocuk ağlayabilir.
Enerjinin her bir damlası için bir litre kan dökmeyi göze almış bir dünyada yaşıyoruz (bkz. http://bit.ly/Yb4noV).
Selam ve sevgiler (Makalenizi bekliyorum )
Sayın Tınaz Titiz;
Selam ve saygılarımı sunarım.
Bir makale gönderecektim. Göndereyim. Yaşlılık, unuttum gitti. Benim kitap bir işe yaramaz! Bizim değer dediğimiz şeyler sanki hep yanlışmış. Bu sebeplerden dolayı sanırım benim kitabı basmak istemediler. Bazı kesimlerden olumlu değerlendirmeler aldım. “Bu kitap Okullarda ders kitabı olmalı” yazanlar oldu. Biz haddimizi biliriz. Sabrı olan tanıdıkların okuması bizce yeterlidir. Ben sıkıldıkça tekrar okuyorum. Hoşuma gidiyor. Vaktiniz olduğunda okumanızı dilerim. İçinde yanlış bir virgül olmadığını değerlendiririm. Gençlerin okuduğunda nezaket ve fazilet gibi kavramlarla karşılaşmalarını dilerim. Küfür içermez. Ahlak bunalımı yaratmaz. Sevgi, saygı ve güven önerir. Bu devirde ne siyasete yarar, ne siyasetçiye! Morali bozulanların okumasını öneririm. “Bir Yaşam Tarzı” sanırım herkese faydalı olacak bir kitaptır. Saygılarımla. M. Oktay ALNIAK 06.04.2014
Tınaz Bey,
Günlük sorunları depolama üzerinden önümüze koymanız güzel. Yazınızı okurken aklıma Yöneylem Araştırması derslerinde kullandığımız Belirsizlik Ortamında Karar Verme konusundaki Minimax yöntemi geldi ( minimumlar içersinden maksimumu seçmek) ayrıca ek bilgi gelmesi durumunda kullanılan Bayesien Yöntemi ve son olarakta bunlardan yola çıkarak Oyun Kuramıteorisi.
Her neyse uzun zamandır kullanmadığım bu yöntemleri yeniden hatırlattığınız için teşekkürler, iyi çalışmalar.
Güray bey çok teşekkürler. Her ne kadar YA problemi gibi görünse de -gerçi sorunun özü odur- aslında farklı bir konuyu işlemek istemiştim. Bir yukardaki yorum cevabımda açıkladım. Selam ve sevgiler
Sn. Tınaz Titiz,
Sadece, sosyal, tarihi, politik, stratejik nitelikleri olduğu varsayılan bir olayı, bu niteliklerini yok sayıp tamamen mühendislik tekniği açısından ele alarak matematiksel yöntemlerle çözmeye çalışmak ve sonunda da bunu başarmak ilginç bir yöntem. Hele yazı boyunca dediklerinizi çok iyi anlatıyor, okur da anlıyor fakat neyi niçin anlattığınızı bir türlü anlayamıyor. Ve en sonunda anlamlı, kendi içinde tutarlı ve (benim sosyal bilimler yöntemi ile de vardığım) sonuca ulaşıyorsunuz. Yazı tekniği, inceleme yöntemi ve varılan sonuç nedeniyle tebrik ve teşekkürler.
(Sanırım bazı mühendisler, sizin depolama maliyetlerinin optimizasyonu üzerinde çalışıyorsunuz sanıyorlar)
Sevgili Kuşin, evet bu yolda bazı mail mesajları geldi. Depo yönetimlerinden sorumlu kişiler pek beğenmişler. Sayısal örnek isteyenler de oldu.
En üstteki Sn. Alnıak’ın yorumuna uzunca bir cevap yazdım. Niçin bunu anlattığımı orada daha açık anlattım. Selam ve sevgiler
Merhaba,
Bir mühendisim ve toplumsal olaylara mühendislik yaklaşımı ile yaklaşmanızdan çok memnunum; o sayede ne demek istediğinizi daha iyi anlıyorum. Depolama maliyetini örnek olarak kullandığınızı fark etmeyecek mühendisler varsa onların gerçek anlamda mühendis olacaklarına inanmıyorum. Mühendis yaklaşımı sorunu ve beklenen çözümü belirsizliğe yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaya yardımcı oluyor. Ayrıca, bilimde ileri olan ülkelerde psikoloji, sosyoloji, hukuk gibi “sosyal” alanlarda matematiğin, bilgisayarlı araştırma ve çözüm yöntemlerinin yıldan yıla artarak kullandığını gözlemliyorum.
Bir başka konu mesleğimle ilgili olmayan konularda az kitap okumamdan kaynaklanıyor: Catch-22 diye bir kitabın varlığından ve 20.yüzyılın önemli yapıtlarından biri olduğundan haberim yoktu. Sayenizde onu öğrendim ve onu edinip okuyacağım. Çok teşekkür ederim.
Saygılar sunarım.
Sayin Demiralp, mesajiniza tesekkur ederim. Aslinda catch-22 ile yasamimizin her aninda -irili ufakli- karsilasiyoruz. Toplum cogunlugunun sorun cozme araclari dagarciginda bulundugunda onlarin yasamlarini kolaylastirabilecek bir arac. Bu yolu secmemin bir nedeni de, dogrudan soyut yaklasim halinde karsilastigimiz “Bu cok soyut olmus” itirazidir. Bu alanin en iyi orneklerinden birisi de Thomas Bonicksen’in “EZ-IMPACT” adli analiz yontemidir. Muhendislikte kullanilan capraz etki ananilizi yontemini sosyal olaylara uygulamistir. BN web sitesinde, rusvet olgusunun bu yolla bir cozumlemesi vardir. Ilginizi cekeceginden eminim. Tekrar tesekkur ve sevgiler.