Farklı Akıl(lar)!
“Söylediğimi anladığınıza inandığınızı biliyorum, ancak duyduğunuz şeyin benim kastettiğim şey olmadığının farkında olduğunuzdan emin değilim”.
Bu sözü duymuş, muhtemelen de içinizden “evet ben de bu duyguyu yaşadım” demiş olabilirsiniz. Yetkin Akıl[1] terimini ne zaman kullansam bu sözü tekrar tekrar hatırlarım. Çünkü bu terimi her kim(ler)e söylüyorsam, zihninden süratle şu düşüncelerin geçtiğinden eminim; hattâ bunların bir bölümünün alıngan bir saklı tavırla “eh nasıl bir akılsa söyle bari” dediğini de işitmişimdir.
- Kendi aklımın neye erip neye ermediğini biliyorum.
- Aklımın ermediği şeyler tabii olabilir, ama onları da bilen uzmanlar ya da dahiler olabilir. Böyle bir iddiada bulunduğuna göre sen de kendini onlardan biri sanmış olmalısın.
- Senin böyle bir akla sahip olmadığından eminim; benden pek de farklı olmadığını biliyor, görüyorum.
- Birden fazla kişi de bir araya gelse ortaya çıkacak akıl, grubun en akıllısından daha farklı bir akıl ortaya koyamaz. Öyle bir şey olsaydı zaten birileri bunu ilân ederdi.
Bu karmaşa içinden ancak zihinsel netlik yoluyla çıkılabileceği (en azından karmaşanın azaltılabileceği) varsayımı ile, “akıl” terimini ete kemiğe büründürerek bir adım atalım. TDK Güncel Sözlük’teki akıl sözcüğünün karşılığı Kavrama Gücü’dür. Kanımızca bu tanım, özellikle de birbiriyle girift ilişkiler içinde bulunan olay ve kavramları birbirine “bağlamayı”[2] ve böylece her şeyi bir bütün halinde kavramayı çok iyi anlatmaktadır.
Yetkin Akıl (YA) denildiğinde ortaya çıkan alınganlık renginde itirazın nedeni, YA’ın başat öğesi olan “akıl”a yaşamımız boyunca kendi değerimizin bir ölçüsü anlamını yükleyişimizdir. Halbuki akıllarımız (kavrama güçlerimiz) o kadar çok daraltıcının etkisi altındadır ki, her daraltıcı, gerçekte evrensel ölçekteki bir toplu bilincin bireydeki yansıması olan akıllarımızı ancak günlük olay akışının küçük bir bölümünün, şahsımızı ilgilendiren bölümünü -o da deforme olarak- algılayabilecek kadar küçülmüştür.
Tam burada bu yapay daralmayı azaltabilecek -hattâ tamamen yok edebilecek- bir imkân ortaya çıkıyor. Bu imkân bir sihirli sorudur ve dünyayı en küçük insan topluluğundan imparatorluklara kadar her ölçeğini yaşanmaz bir cehennem haline getiren “saklı kibiri”[3] yok edebilecek şu sorudur: Nereden biliyorsun?
Bir ateist ve aksi uçtaki bir sofuyu düşününüz: Her ikisinin de inanca dayalı belirli bir bilgi tabanı vardır ve o tabanlar da sonunda tek noktadaki bir destek üstünde durmaktadır: “Bütün bunları yaratan bir yaratıcı vardır” / “yoktur kendi kendine olmuştur”. Bu ikisinin de sihirli soruya verebilecekleri sağlam bir cevapları yoktur. Eğer bu iki kişi o ana kadar yazıp çizip savunduklarının temelsiz şeyler olduğunu içtenlikli olarak -yani tut ki öyle olsun kabilinden değil- kabullenebilecek cesaret ve alçak gönüllülüğü gösterebilirler ise, ortaya çıkabilecek akıl, giderek evrensel büyük bilince yaklaşma eğiliminde olabilecektir.
Buradan hareketle, YA arayışı içinde yer alacak kişilerin ortak özelliğinin, “içtenlikli bilmiyorum, ama merak ediyorum tavrı” çevresinde oluştuğu söylenebilir. Bunun aksi ise “biliyorum, inanıyorum” tavrı olup, bu tavır merkez olmak üzere 360 katı derecelik bir uzayda, bilmiyorumculara akmaya hazır bilgilerden -kişinin kendisince inşa edilmiş- duvarlar yolu ile mahrum kaldığıdır. Büyük bilim ve sanat insanlarının hep bilmiyorumculardan çıkması tesadüf değildir. Bilim dünyasına derin izler bırakmış Niels Bohr’un “benim tüm cümlelerimi lütfen -mi? İle biten sorular olarak anlayınız” sözü, “bilmiyorum ama merak ediyorum” türü için bir tanıma işaretidir.
22 Ağustos 2024
[1] Yetkin Akıl tanımı için bkz: https://kavrammutfagi.com/kavram/yetkin-akil
[2] Arapçada ‘akıl’ sözcüğünün kökü olan ‘ikâl’; ‘somut olarak nesneleri birbirine bağlamak’ anlamına geliyor. Bu kökten çıkan bir dal olan ‘akıl’ sözcüğü ise ‘nesneler arasındaki bağlantıyı somut olarak değil de düşünsel olarak kurmak‘ anlamına gelmekte.
[3] Saklı Kibir deyimiyle anlatılmak istenenin “kendini başkalarından üstün tutma” (TDK) anlamındaki kibirden farkı, Saklı Kibir’in görünürde diğer kibirin işaretlerinden çoğunu içermemesi; temel göstergesinin ise bağlandığı evren tasavvuruna kuvvetli sadakatı ve bunun bir sonucu olarak da “dinleme yetersizliği”dir.
Yetkin Aklı üretecek akılların daraltıcılarla bukağılanması, türev nedenlerden olduğu biliniyor. Onları doğuran olguların adresini netleştirme adına şöyle bir analiz bana mantıklı görünüyor.
Akılcı bir gelişmeyle kendine ve başkalarına zarar vermeme, fayda sağlayıcı olma güdüsünü kirletici -Akıl Daraltıcı- unsurlar, asalak bitkiler misali kuşatıp boğuyor. Birbiriyle yakından ilgili bu iki temel değerin Doğa ile ekosistemdeki uyumlulukla ilgilendirilerek benimsenmesi doğal olanıydı. Onun yerine değerler hiyerarşisi yeniden oluşturulup toplumsal -büyük- çıkarları geri itilerek yalın bireysel -küçük- çıkarların ana eksen seçilmesi ile bu değerler yerlerini kaybettiler. Bunun üzerine din, bilim, aklı işletme, ahlak vb değerler ancak çarpıtılarak eklenebilir oldular; kirlilik katmerleşti. Endülüs’te Orta Çağda, Avrupa’da Yeni Çağda aydınlatıcı bilim ve sanat yıldızlarının din ve kilise kökenli oldukları düşünülürse kirleticilerin/daraltıcıların kabuklaşıp aklı ve kişilikleri kuşatması, kirli çıkar kirliliklerinin sonucu olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ortak Yaşam Alanlarının İyi’leri, Güzel olanları ve Doğruları koşullarıyla belirlenirken değerler hiyerarşisindeki çarpıklığın giderilmesine gösterilecek özenle Aklın ve Vicdanın özgürleşmesi de sağlanabilir; daha doğrusu beklenebilir.
Farklı akıllar…çocuk ruhlu akıllar-yaratıcı akıllar-hür düşünceye sahip akıllar-bağımlı akıllar-takıntılı akıllar-dahi akıllar-sıradan akıllar gibi sıralayabileceğimiz ancak dişi ve erkek sınıflandırmasının yapılmadan bilim-felsefe temelli akılların dünyaya bireyin gözünü açmadan önce şekillendirilmesi , geliştirilmesi için anne -baba ve diğer ebeveynlerin eğitilmesi doğru olacaktır.Verilen emekleriniz için çok çok teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.