Etkili Çaba
Türkiye sorunları hakkında -kime sorulsa- şu cevap çevresinde geniş bir uzlaşı var: “Durum kötü, bir şeyler yapılmalı”. Geniş uzlaşının başlıca nedeni cevabın buğulu yapısı olup, içine birbirine zıt iddiaların yerleştirilebilir oluşundan kaynaklanıyor.
Bu sahte uzlaşı’nın[1] sonuçlarından başlıcası, “durumun hangi açılardan kötü olduğu ve neler yapılması gerektiği” konusundaki büyük dağınıklıktır.
Etkili Çaba (EÇ) kavramı genellikle eğitim alanında kullanılsa da[2], herhangi bir alandaki EÇ’yı tanımlamaya yarayacak şu altı öğe, bu yazının konusu olan Türkiye sorunları bağlamındaki çabalar için de pekala geçerlidir: Harcanmaya razı olunan süre, odaklanmışlık[3], sorun çözücülük, stratejik düşünme, geri bildirimden yararlanma ve üstlenmişlik (adanmışlık)[4].
Bu öğelerin her biri kendini açıklar nitelikte olsa da, sonuçlar üzerindeki katkıları açısından biri diğerlerinden daha belirleyicidir: Üstlenmişlik (adanmışlık).
Çeşitli konular ve çeşitli profildeki gönüllü kişiler aracılığı ile yürütülen çalışmalardaki gözlemler, belirgin bir üstlenmişlik eksiği olduğunu, bunun da başlıca nedeninin Herkesin Ayrı Dünyaları[5] başlıklı yazıda açıklanan Odak İddia kavramı olduğunu gösteriyor. Yani:
“Eğer, sorunlara yol açan nedenlerin sorgulanıp ortaya çıkarılmasında nedensel düşünme’yi, bunların ağırlıklandırılmasında ise kritik düşünme’yi, sağlam bir bilim ahlakı doğrultusunda, bir angajmana kapılmadan kullanabilen insanlar hariç tutulursa, insanların çoğunluğu, bir odak iddia aracılığıyla tüm sorunları açıklamak eğilimindedirler.
Bu öylesine ilginç bir süreci tetikler ki, gerektiğinde –zaten tanım uzlaşısı bulunmayan- kavramları deforme edip onlara genel kabul görmüş tanımların dışında kendi iddialarını destekleyecek biçimde anlamlar yükleyerek, o odak iddia’ın açıklayıcılık kabiliyetini giderek artırır; bir seçici algı oluşturarak kendi tanı ve çözümlerinin dışındakileri süzüp atan bir filtre oluşur”
Düşüncelerini yaymak, böylece yaşama geçmelerini kolaylaştırmak için onca zaman harcayan büyük çoğunluğu da halis niyetli insan, düşüncelerini kendi odak iddiaları üzerine yükleyerek “satmaya” çalışıyor; ama karşılaştıkları ilgisizliğe ya da geri bildirimlerine karşı sergilenen cevapsızlığa anlam veremiyor.
Zaman içindeki deneyimler, bu durumun kendi içinde kilitlenmiş, basit araçlarla çözülemez olduğunu gösteriyor. On yıl önce yazılan makale sırasında henüz yeterince açıklığa kavuşmamış “akıl daraltıcılar” kavramı[6], bugün bu kilidin daha da çetin olduğuna işaret ediyor. Odak İddiaları neredeyse biyolojik sistemlerinin bir parçası haline gelmiş insanlar arasında belirli bir yönde ortak -ya da en azından birbirini destekleyici- etkileşimler nasıl başlatılabilir?
100 milyon yıllık bir evrim geçmişine sahip olduğu tahmin edilen arı dostlarımız için söylenen, “zekâlarını birleştirerek, tamamen öngörülemez ve olağandışı durumlarda bile galip gelmeyi başarma” olgusunun[7] anahtarı nedir?
Anahtar, “değerler”de!
Beyin Kitle İndeksi açısından oldukça üstlerde olan insan türünün, beyin kapasitesi açısından arılardan daha aşağı olmadığını biliyoruz. Buna rağmen insanın arılardan geri olabilmesi BKİ ile değil, edindiği değerlerle ilgili olabilir. Milliyetçi veya dindar ya da filanca ideolojiye sıkı sıkıya bağlı arı cinsi var mıdır bilinmez, ama eğer varsa o cinsin, yüksek karmaşıklık düzeyindeki sorunlar karşısında geliştirilecek bir çözüme “şimdi bu tutum değişikliğimi kolonime anlatamam, beni linç ederler” demeyeceği tahmin edilebilir.
Ama yine de bir veya birkaç arının birleşip koloniyi başka bir cinse satmayacağı ya da bal yerine başka bir kimyasal üretmeye kalkışmayacağını garanti edebilecek, ortak varlık nedenlerine sadık kalacak bir alan içinde esneklik gösterecekleri de beklenir.
O halde!
Toplum, aile ve bireysel tercihlerimizin bileşkesi durumundaki değer bağlarımızın bir yandan toplu yaşamlarımızı kolaylaştırırken öte yandan da “mümkün çözümler uzaylarımız”ı daralttığını; bu daralmayı en azından kontrollu olarak askıya alabilmemizin ortak çözümler uzayımızı genişletebileceği anlaşılıyor.
Tüm toplumu böyle bir esnekliğe razı etmek güç olsa da daha küçük bir grup bunu deneyip bazı çözüm seçenekleri üretebilir. Ama sonrasında konu yine kitlelere anlatabilme, onların değer bariyerlerini esnetmeye razı etmeye gelecektir. Fakat şu an için o noktadan uzakta, bir bölümü kopuklukları zayıf bağlarla aşılmış mantık zincirlerinden[8]; bir bölümü ise gerçek dışı beklentilere dayalı odak iddialar karmaşasında toplu olarak bir bilinmezliğe sürükleniyoruz.
Bu sürükleyici akıntının tahrip ediciliğini kısmen de olsa azaltabilecek bir ipucu ise, bu gezegende varlığımızı -herkesle birlikte- sürdürebilmenin vazgeçilmez koşulu olan, “canlı ve cansız tüm varlıkların haklarına saygılı bir yeni yaşam paradigmasını benimsemek” şeklindeki toplu amacın içselleştirilmesidir[9]. Bu da uzun soluklu bir sosyal tohumlama[10] anlamına geliyor.
11 Eylül 2023
[1] Sahte uzlaşı için bkz. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/sahte-uzlasi–pseudoconsensus-
[2] “Etkili Çaba ve %100 Faktörü” adlı yazı için bkz. https://teacherleaders.wordpress.com/2014/12/06/effective-effort-and-the-100-factor/
[3] Kimi hallerde bir terimi tanımlamak için tersini tanımlamak ya da örnek vermek de yararlı olabilir. Bu terim için tersine örnek iki deyim “dostlar alışverişte görsün” ya da “elinin ucuyla iş yapmak”tır.
[4] Yalandan korunma (https://bit.ly/45dzFDG) konusunda yapılan bir grup çalışması sırasındaki şu gözlem bu öğeyi tam anlatıyor: (Bu ve benzeri çare arayışlarında darboğaz, katılımcıların kesintili ilgisidir. Eğer, katkı istenilen kişiler, çare aranılan konuyu “tam satın alsalar”, belki anında değil ama bir süre içinde üzerinde (zihinsel arka planlarında işleyerek) yaratıcı çareler üretebilirler. O halde mesele gelip (katılımcıların zihinlerini tam yormaya ikna edilmelerine) bağlanıyor.)
[5] Herkesin Ayrı Dünyaları: https://tinaztitiz.com/herkesin-ayri-dunyalari/
[6] Akıl Daraltıcılar: http://bit.ly/3A4bv0C
[7] Arıların kolektif zekalarının üstünlüğü konusunda şu iki örnek göz açıcıdır: (1) Kendilerinden daha büyük cüsseli katil eşek arılarına karşı geliştirdikleri savunma stratejisi için bkz. https://youtu.be/k2-fWhkGQl0 (2) Yeni kovan yeri tespiti için koloni üyeleri arasındaki beyin fırtınası için bkz. https://bit.ly/484g1wh
[8] Sorunlu Düşünme Stilleri Etkileşimi Önleyip Kişileri Ayrıştırıyor. https://bit.ly/3ptEoSD
[9] Bkz. Adil Yaşam https://adilyasam.net/
[10] Bkz. Sosyal Tohumlama ve beklentiler. https://bit.ly/3n59niW
Düşünme becerilerimiz, yaşam deneyimimizin zenginliğine sıkı sıkıya bağlı. Ötesine geçemiyoruz. Akıl Daraltıcılarımızın hangi çeşidi olursa olsun askıya alınması daha önce hiç denenmedi ise toplum sorunları üzerine bir şeyler yapmak..’tan öte, neden, niçin? bağlamında derinlikli düşünme, okuma yapmamışsa pek kolay değil. Askıya alabilmek için olaylar/sorunlar üzerine akla gelebilecek bütün olasılıkları düşünmek, bütün soruları sormak bu süreçte kendisini de sürecin parçası olarak düşünmek gerekiyor. Konfor alanının dışına çıkmak zorluğu ile süreci ilerlemeye izin vermiyor olabilir( mi?). Strateji oluşturmanın “kendim ve çevremin toplamıyım ve ben böylece hazırım” yollu düşünmeyle olacağı bilincini uyandırmak yol aldırabilir.
Düşünme becerilerinin deneyimlerle sınırlı oluşu ve/ya akıl daraltıcılarından birisini olsun askıya almayı deneyimlememişlik ya da konfor alanının dışına çıkamayış (akıl daraltıcılarla sıkı bağlantılı), sadece toplumumzda değil tüm toplumlarda çok yaygın olan özellikler. Bunların nasihat ya da hatırlatmalarla terkedilmesi tabii ki beklenemez. Bu ve diğer yazılarımda o tür beklentiler dile getirmeyi hayal etmiyorum. Beklentim, tüm toplumlarda değişimleri başlatan, kalıplarını esnetmekten korkmayan (cesaret olarak bunu görürüm) nadir azınlık sayılabilecek kişiler içinden, “sınırı aşmak için bir işaret bekleyen” ve kendilerini çevreleyip kendi makullerini, doğrularını, ideolojilerini, inançlarını yaymaya çalışanlara aldırmadan 1 adım atabilenler. Toplumun bütününde bilinç uyanışı ise belki daha sıradışı olguların birleşmesiyle oluyordur.
Yazınıza farklı bir açılım getirmek istemiştim.
Toplumsal bilinçlenmeyi ve değişimi, akıl daraltıcılarını askıya almayı başaranlar kollektif akılda birleşebilenlerin harekete geçireceği tabiidir. Onlar bunu henüz beklendiği ölçüde ve/ya bilgimiz dahilinde henüz yapmamışlarsa ya onlar henüz hazır değil ve/ya toplumda onların dayanacağı kitlesel taban hazır değil..
Yıllardır konfor alanlarında uyuşup kalmış bireyleri ve kitlelere öne 1 adım attıracak başlatıcılara, hazırlayıcılara, ivmelendirici tohumlara ihtiyaç olduğu tartışılmaz. Hassas nokta neresi; ihtiyaç tanımlama mı, cesaret uyandırma mı, hangi tohumlarmı?..
Nitelikleri, çıkarları, beklentileri, inançları, konfor bağımlılıkları birbirlerinden farklı milyonlar demek olan “kitleler” değil, bunlar içinde istatistiki dağılım uyarınca bulunması -neredeyse- zorunlu az sayıda daraltıcılarından kurtulabilmiş insan söz konusu. Bu sayı -yine istatistik olarak- 100 yıl öncesinden daha büyük.
Kitlelerin harekete geçmelerine dayanan beklentilere bel bağlamış sokaktaki insanımız mazurdur. Karşımızdaki akıl, basit önlemlerle dahi bu beklentileri boşa çıkarabiliyor. Buna göre, kitlelerin hazır hale gelmeleri beklentisi ya büyük olasılıkla gerçekleşmez ya da kendi bedeninin büyük bölümünü kaybederek bir Pirus Zaferine dönüşür.
Arayış içinde olmaları büyük ihtimal olan bu insanların en azından bir bölümünü durduran(lar) içinde en güçlüsünün kendi odak iddialarına (https://www.kavrammutfagi.com/kavram/odak-iddia) inanmışlıkları olduğu bir gözlemimdir.
Durumu anlamaya çalışıyorum. Manzara tehlikeler ve tehditler yönünden net. Gerçekleşmeleri halinde zarar görecekler konusu da öyle. Akıl Daraltıcılarını mı askıya alacaklar ve/ya Odak İddialarından mı vaz geçecekler de mi toplumun iç dinamiklerini harekete geçirecekler bilmiyorum.. Ama harekete geçirici bu mikro azınlığın kendi bagajlarıyla atomize olmuşlukları tıkanıklığı yarattığı gerçek.
Adam Smith’in sözünü hatırlıyorum. “Kişiyi harekete geçiren menfaatidir” mealli tespiti uyarınca, mikro azınlığın büyük bütünün çıkarlarını, bireysel/zümresel çıkarlarına feda etmekte olduklarını düşündürüyor. Gücü elinde bulunduranlar yönünden rasyonel bir tavır. Ne var ki Büyük bütün diye andığım kutuplaştırılmış toplumun, diğer kampında bulunan kesiminin büyük çıkarın aynı zamanda kendi çıkarları olduğu bilincinden yoksunmuş gibi hareketsiz kalışı, onların da Büyük Çıkar’ı gözden çıkarmış olmaları ihtimalini düşündürüyor.
Milli Mücadeleye soyunup başaranların, Cumhuriyeti kurup yaşatma mücadelesi verenlerin katlandıkları riskler akılsız, menfaatini bilmezler oldukları anlamına gelmediğini nasıl anlatacağız? Millet ve TC olarak bekamız bunun ayrdına varabilmeye bağlı…
Birkaç noktayı netleştirmekte yarar var: Mikro azınlık olarak ifade edilen ve gerçekte de çok küçük olan kesimin, bagajlarından sıyrılabilmiş olsalar da, benzer endişe taşıyanlarının aralarında iletişim kurma becerilerinin yetersiz olması kuvvetli olasılık. “Bir şey yapmak isteyenler …” başlıklı yazımda bunu çok açık dile getirmiştim (https://tinaztitiz.com/15279).
“Kişiyi harekete geçiren menfaatidir” kitleler için söylenmiş bir söz. Nadir azınlıklar (Milli Mücadele örneğinde olduğu gibi) bireysel çıkarlarını daha yüksek çıkarlar içinde eritebilmiş kişiler.
Görünen, gidişatta anlamlı bir değişim yaratabilecek kişilerin bir zihinsel imece (Ubuntu) içine giremeyişlerinde şu iki (ilişikili) neden öne çıkıyor: (a) Birbirlerini bulamayışları, (b) Birbirini bulabilenler arasındaki iletişimin de gerek teknik gerek semantik açıdan yetersiz oluşu. Bunlar, geçerliği defalarca doğrulanmış argümanlar.
Yazının tümündeki belirlemelere tamamen katılıyorum. Bir süredir ben de biraz dikkat etme sonucu kısmen benzer yargılara vardım. İzninizle yazım şekli ile ilgili bazı düşüncelerimi iletiyorum. Yazım tarzınız uzun ve her ayrıntıyı kapsayan bir cümle yapısına sahip. Dikkatli ve bazen iki kere okununca muhteşem anlam kavranıyor. Bu gayret ve iddiayı yazının hedefi kitlenin tamamının göstermeyeceği kanaatindeyim. Halbuki bu fikirler ve uyarıp harekete geçirme etkileri hedef kitleyi de aşmalı. Yakın zamanda ben de benzer şekilde yazdığım için çok kişiden bu arada eşimden bu yönde uyarı aldım. Şimdi daha kısa cümleler ile ve yer yer örnek koyarak yazdığımda daha anlaşılır olduğum söyleniyor.
Son izlediğim olay CHP nin muhalefet yapma konusu ve başarının yönetim değişikliğine bağlanması (sahte uzlaşı). İnanıyorum ki bizim yüzümüze baka baka riyakarlık yapan “kanaat önderleri” itina ile seçilmişler ve ne hastalığın teşhisinden ne de tedavisinden haberdarlar. İstenildiği şekilde, çanak sorulara, geçici (palyatif) önerilerini söylüyorlar. Bir güç onları ekranlara topluyor. Mesela benim bu konudaki saptamam bir başarısızlıktan öte oy potansiyeli sınırına dayanmış ve ileri gitme çaresini göremeyen/görmek istemeyen muhalefet. Bunun için seçmen yapısına bakması ve bir sosyoloğun yaptığı ve aşağıya aldığım seçmen tanımını görmesi gerek. Görmüyorsa o zaman kanaat önderlerinin hem bunu göstermeleri hem de çare önermeleri gerek (etkili çabacılar).
“Reis sevdası bir hummadır. Ezikliğin getirdiği intikam hissinin, cahilim ama güç bende diyebilmenin, kompleksine neden olan kendinden yüksek gördüğü güruha had bildirmenin kronikleşmiş halidir. En ufak rasyonel bir yanı yoktur.”
Bence yazınızın hedef kitlesi muhalefet oylarının artmasını sağlamak için bu seçmen yapısını tanımlayabilen ve çare önerebilen kişiler yani bilim destekli kanaat önderleri. Ancak bu kişiler, yukarıda sözünü ettiğim güç sayesinde, neredeyse hiç bir zaman halkın önüne çıkarılmazlar, kısıtlanırlar ve yerlerine “akıl daraltıcı kanaat önderleri” konur.
Bu örnekten sonra geliyorum yazının az sayıdaki hedef kitlesinden biri olduğumu kabul ederek işin zorluğunu belirtmeye. Napolyon Fransadaki yasal yapıyı ve devlet bürokrasisi eğitim gereklerini oluşturduğu sırada, ordu arkasında, mutlak hakimdi. Mustafa Kemal Paşa da hem halkın gözünde bir kahraman hem de askerleri olan bir mutlak hakimdi. İki ülkenin de şansı varmış. Tersi de olabilirdi. Varmak istediğim yer köklü değişimlerin güç ile yapılabildiğine olan inancımdır. O nedenle bireysel veya bilinçli küçük azınlığın etkili çabalarını olumlu karşılasam da gerçekleşme süresinin çok uzun olduğu sonucuna varırım. Nitekim uzun soluklu çarelerden biri de, her zaman söylendiği gibi, eğitim ve onu sağlayan doğru insanlardır.
Örnekli katkının ötesinde yazının hedefindeki Dünya insanlığının olumlu yönde değişimi olayı ve bunu gerçekleştirecek küçük azınlığın elinde güç yoksa çözüm belki de Asimov’ un psiko-tarih bilimi önerisidir. Bu öneride Asimov büyük toplumsal etki yaratmak hatta böylelikle toplumun evrimini yönlendirmek için, fikirleri kitlelere anlatmak yerine, kaldıraç olarak kullanılabilecek küçük olayları başlatmayı anlatır. Galiba haklıdır da. İşte yazıdaki küçük azınlık bunu başarabilir.
Sevgili Süha bey, zihin açıcı yorumlarınızı tekrar tekrar (anlaşılamadığı için değil bis amacıyla :)) okuyacağım; sonsuz teşekkürler.
Hekim dostlarımdan duyduğuma göre, çoklu organ yetmezliklerinde genellikle birden fazla tedavi protokolu birlikte kullanılırmış. Bunun benzeri toplumumuz için de geçerlidir sanırım.
Büyük kitleler için “Sosyal Tohumlama” (https://bit.ly/3n59niW); paralel olarak da “Yetkin Akıl” (https://bit.ly/3FRyahd ve https://bit.ly/3wmUOgp) geliştirme ve küçük bir gevşek ağın kaldıraç etkili çabalarından oluşan bir bileşik çözüm mümkün görünüyor. Mesele gelip bu konudaki ikna çabalarına dayanıyor.
Tekrar teşekkürler.