Mesele 6 Yaş Evliliği mi?
Hiranur Vakfı’nın kurucusu bir babanın, kızı H.K.G.’yi 6 yaşında iken imam nikahı ile evlendirmesi sonucu, kız 20 yıl kadar süren bu skandal sonrasında, çocukluğu boyunca her gün cinsel istismara uğradığını anlatarak şikayetçi oldu. Bu şekilde öğrendiğimiz olay sonrasında, toplumun çeşitli kesimlerinden kınama mesajları yayımlandı ve oluşan kamuoyu baskısını azaltıcı bir önlem olarak da baba ve damat tutuklandılar.
Türkiye toplumu hakkında bilgi sahibi olmayan bir dış göz bu olayı yorumlasaydı, “bu tür olaylara son derece yabancı bir toplumun demokratik tepkisinin tüm ilgilileri ortak bir anlayışta birleştirdiği” gibi komik bir sonuca varabilirdi.
Gerçeğin böyle olmadığının, bu tür ilişkilerin kültürel kodlarımız içinde bolca mevcut olduğunun; olayın bu defa bu denli ciddiye alınıyormuş gibi davranılmasının önemli bir nedeninin yaklaşan seçimler olduğunun çoğu kimse farkındadır.
Farkında olanlar ve olmayanlar açısından ortak bir nokta ise, meselenin kök nedeninin –her ne kadar kesinlikle yalanlansa da– din olduğu inancıdır. Nitekim bu olasılığı destekleyen iki -kanıt değilse de- belirti vardır: (1) Erken İslam kültüründe, özellikle de köleliğin cari uygulama olduğu dönemdeki tatbikat (2) Çocuk yaştaki evliliklerin genellikle kendini dindar olarak tanımlayan kesimlerdeki yaygınlığı.
Ben bu kök-neden tanısına katılmıyor, üstelik bu tanının gerçek nedenleri geçmişten beri perdeleyip gözlerden uzak tuttuğuna, böylece bir anlamda istemeden de olsa olguyu desteklediğini düşünüyorum. Savlarım başlıklar itibariyle şöyle:
- “6 yaşında evlilik ve cinsel birleşme” olarak ortaya çıkan olgu, iki ana kola ayrılmış şu ana damardan kaynaklanıyor: “Güçlü haklıdır”.
- Her türlü güç dağıtık tabiatlıdır. Biri(ler) bir yolla bu dağıtık gücü eline geçirse, kendi hukuklarını1 oluşturabilirler. Günümüzde (özellikle de toplumumuzda) gücü ele geçirmiş olanlar erkeklerdir ve onların hukukları geçerlidir. Kadınlar ise ancak kotalar yoluyla –ancak erkek egemen hukuku zedelenmesine imkan verilmeyecek ölçüde– söz sahibi kılınabilirler.
- Laf sırasına gelince kadına ne kadar önem verdiğine örnekler düzen toplumumuz, iki kadının ancak bir erkek edebildiği; kadının doğurmak ve erkeğini mutlu etmek amacıyla eve kapatıldığı kadınsız yüzyıllardan süzülerek günümüze gelmiştir.
- Gücün dağıtık tabiatı bozulmaya başladığında, çeşitli güç adacıkları oluşması ve aralarındaki güç mücadelesi sonunda da bir hiyerarşi oluşması kaçınılmazdır. Bugünün Türkiyesinde bu adacıklar (ve Büyük Ada) ailelerden başlayarak tüm kurumlara kadar yayılmıştır.
- Peki bir soru: Gücün bu “dağıtık tabiatı” niçin bozulmaya başlamıştır? Ya da önceleri var olup da bozulmaya meydan vermemiş; ama sonraları giderek azalıp da gücün birikmesine yol açmış şey nedir?
- Bu şey, yaşamın giderek hızlanması karşısında, tek tek birey sorumluluklarını yerine getirebilen insanların, giderek bu sorumlulukları başkalarının üstlerine yıkmak istemeleri, bu arada birilerinin de -iyi niyetlerle ya da güç biriktirme arzusuyla- bu sorumlulukları üstlenmeleri şeklindeki süreç ve bu süreci farkedip müdahale edebilecek insanların ortaya çık(a)mamış olmasıdır. Büyük ulusların tarihlerinde bu tür -ismi çok da ön planda olmayan- insanların çokluğuna dikkat edilmelidir.
- Bu sürecin bir yan ürünü ise yaşam mücadelesinin keskinleştireceği zekadan mahrum, kendi konforunu koruma peşinde olan insan sürüleridir. Güç biriktiren insanların, birer güç kara deliği haline gelmeleri için gereken malzeme tam da bu sürülerdir.
- “Erkek gücü ana damarı”ndan ayrılan kollardan birisi, ana damarın kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkan “bastırılmış cinsellik” olgusudur.
- Kadın -yaşına, başına bakılmaksızın hepsi-, bu imkanının olmadığı hallerde erkek, o da olmadığı takdirde hayvanlar bu bastırılmış cinselliğin tatmini için araçlardır. 6 yaşındaki çocuğun istismarı bu kol faaliyetlerinden yalnızca birisidir.
- İkinci kol ise, gücün hoyratça kullanımının -ki dengeleyebilecek karşı güçler olmadığı için hoyratlık (≈kontrolsüz güç) kaçınılmazdır- sonunda ortaya çıkan, aynen cinsellik gibi “bastırılmış hoyratlık”tır.
- Bastırılmış cinselliğin tatmininde kadının yanı sıra erkek ve hayvanların da kullanımına benzer şekilde, bastırılmış hoyratlığın tatmini için de farklı kanallar oluşmuştur.
- Sportif taraftarlık, partizanlık gibi kısmen soft dallar birer tatmin aracı olarak ortaya çıkmışsa da gerçek anlamda hoyratlığı rahat taşıyabilecek iki dal mevcuttur: Din istismarı ve milli dayanışmanın istismarı (≈ ırkçılık).
- Din istismarı, herhangi bir dinin şekli olarak taklit edilip, içine her tür yasa ve ahlak dışılığın doldurulduğu bir kılıftır.
- “Bilinmezlik karşısındaki merak ve saygı”nın tahrik ettiği, “doğrunun, iyinin, güzelin arayışları” denilebilecek “dini inançlar”ı bu sahtekarlıklardan ayırt edebilecek sigorta ise her şeyin ama her şeyin sorgulanabilmesi, böylece ya akıl yoluyla desteklenebilmesi ya da bilinmezliğin idraki desteğinde akıl-sezgi etkileşiminin arayışlarına (merak deniliyor) açılmasıdır.
- Kimi samimi insanların din ve imanın bu sorgulamaya dayalı arayış olduğunu fark etmemesi ise, taklitçi sahtekarların içini doldurdukları kılıfın çoğunluk tarafından sorgulanamayışına ve bastırılmış hoyratlığın bu dini kılıf sayesinde sürüp gelişmesine yol açmaktadır.
- Televizyonlarda zaman zaman gördüğümüz, şeyhinin ayaklarını öpen müritler, sorgulama (≈akıl) lobu alınmış beyinleriyle icazet törenlerinde geçit töreni yapan çocuklar, bu bastırılmış hoyratlığa karşı biatlarını sergileyip, güçten korunma dilenmektedirler.
- Bastırılmış hoyratlığın tatmini için kullanılan ırkçılık ise, aynen dini inanç kılıfı içine tıkıştırılan yasa ve ahlak dışılıklara benzer biçimde, bir toprak parçası üzerinde aynı dili konuşan insan topluluğu arasındaki dayanışmayı istismar ederek, hoyratlık arzularını tatmin etmektedir.
- Sorgulama burada da sigorta rolündedir ve kimi temiz yürekli insanların sorgulamayışları nedeniyle, hoyratlığı ister istemez destekler duruma düşmelerine yol açıyor.
- Bütün bunlardan, tüm kötülüklerin erkek egemenliği nedeniyle ortaya çıktığının savunulduğu gibi bir sonuç çıkabilir. Yukarıdaki satırlarda tüm (erkek) sözcüklerini (kadın); tüm (kadın)ları da (erkek) ile değiştirebilirsiniz. Sonuçta çok az şeyin değişeceğini garanti edebilirim.
- Çünkü mesele cinsiyet meselesi değil, gücün dağıtık olması, birbirini dengeleyen yapısını birilerinin herhangi bir yolla ele geçirmemesidir. Modern demokrasilerde kuvvetler ayrılığı tam da bu değil midir?
- Bugün gelinen noktada, hiyerarşik güç adacıkları tarafından bağımsız iradeleri gasp edilmiş yığınların “bastırılmış cinsellik” ve “bastırılmış hoyratlık” duyguları ceza kanunlarının caydırıcılığı ile yönetilemeyebilir. Bu insanlar, doğanın kendilerine doğuştan vermiş olduğu özgür iradeleri, tecrit, koşullandırma, korkutma ve gerektiğinde şiddet yoluyla çalınmış, bir zihinsel soykırıma uğratılmışlar; üstelik bu zulme uğramamış olanların da hain ve dinsiz olduklarına ve yola getirilmeleri ya da yok edilmeleri gerektiğine kalben inandırılmışlardır.
- Bu noktada sorulacak soru yine ilkine benzerdir: Bozulan güç dağılımı kendi ekosistemini yarattığına ve temenni ile de değiştirilemeyeceğine göre, oyunun belirleyici nitelikli başka bir değişkeni var mıdır, varsa nedir?
Cevap muhtemelen, “halen harekete geçirebildiğimiz akıldan daha yetkin bir aklın üretilebilmesi”dir.
Bunu yapabilecek olanlar ise yine, sürecin başlangıcında güç birikimlerine müdahale etmesi gerekip de ed(e)meyenlerin büyük torunları içinden çıkabilecek olanlardır.
(1) Hukuk (Arapça hak+lar). Hak ise ≈ [k ince] (ﺣﻚّ) i. (Ar. ḥakk) kazımak, hakketmek. Güçlü olanın taş, kil vb bir ortama “tebaasının neleri yapabileceklerini / yapamayacaklarını hakketmesi (kazıması)” ve bunu herkesin görebileceği, görmemenin mazeret sayılamayacağı şekilde ilan etmesi ≈ yani hukuk.
Tınaz Titiz (17 Aralık 2022)
Müthiş kaleminize sağlık
Değerli yazınızdan dolayı sizi kutluyorum, yazıyı paylaşacağım.
Bununla birlikte yazıda katılmadığım iki hususu belirtmek isterim:
1) ” “doğrunun, iyinin, güzelin arayışları” denilebilecek “dini inançlar” ” ifadesi kanaatimce din olgusunun bırakın arka planını, görünüşünü bile doğru yansıtmıyor. Dinler bir kabilenin veya bir insan topluluğunun devşirilebilen kısmını kaldıraç gibi kullanarak tümü üzerinde ve akabinde yayılarak başka toplumlar üzerinde egemenlik kurmaları, egemen olanların güç toplamaları amacıyla ortaya çıktılar ve bu amaca yönelik olarak devam ettiler. Bunu yaparken kullandıkları araçlar havuç-sopa yöntemi oldu. Havuç dünyada sahip olunamayan konforun ve zevkin ölümden sonra bilinmeyen bir zamanda ve yerde sahip olunması yönündeki algılarla, sopa ise fakına varılan suçların-kabahatlerin yaşarken cezalandırılması ve farkına varılmayan suçların-kabahatlerin ise her şeyi bilen yüce güç ve yardımcıları tarafından kaydedilerek ölümden sonra bilinmeyen bir zamanda ve yerde cezalandırılması yönündeki algılarla var edildi. “Doğru, iyi, güzel” ne din egemenlerinin ne de sonradan din erkini de elinde tutan egemenlerin amacı olmadı. Yaşananlar, yazınızdaki kelimeler ile “hiyerarşik güç ‘adaları’/adacıkları tarafından yığınların bağımsız iradelerinin gasp edilmesidir, onları “doğru, iyi, güzel” e yönetme değildir. “doğru, iyi, güzel” bu süreçte misinanın ucuna takılan olta işlevini görür, misinanın egemenlerin elindeki ucunda ve egemenin ayağının dibinde oltaya yakalananın içine atıldığı kova yer alır.
Dinler, Allah’ın sözleri diyerek hiç değişmeyecek dedikleri öğretileri nedeniyle sorgulamayı en başından engellerler. Zamanın değişmesiyle değişmesi gereken kuralları her zaman, her topluma aynen uygulanamayacak kuralları her toplumda uygulama hakkını gören sorgulanamaz bir anlayış “doğru, iyi, güzel” e yönetme amacındadır denilebilir mi?
2) “Din istismarı, herhangi bir dinin şekli olarak taklit edilip, içine her tür yasa ve ahlak dışılığın doldurulduğu bir kılıftır.” ifadesini benimsemeyen başka bir görüş ise dinlerin sonradan şeklen taklit edilerek değil bizzat ortaya çıkışlarında içlerinde çok sayıda insanlık dışı kuralı içerdiği görüşüdür. Bu kurallar arasında köleliği, cariyeliği, bazı suçların el-ayak-kafa kesilerek cezalandırılması, kadınların erkeklerden aşağı haklara sahip olması, din/toplum önderliğinin aile içinde sürdürülmesi, vs. sayılabilir.
Saygılarımla,
Sayın Durmuş, yorumlarınıza iki ana başlığınız açısından iki kısa cevabım olabilir:
(1) “Dinler bir kabilenin veya bir insan topluluğunun devşirilebilen kısmını kaldıraç gibi kullanarak tümü üzerinde ve akabinde yayılarak başka toplumlar üzerinde egemenlik kurmaları, egemen olanların güç toplamaları amacıyla ortaya çıktılar ve bu amaca yönelik olarak devam ettiler” şeklinde bir “ilk ortaya çıkış nedeni” iddianız var. Dinlerin ortaya çıkış nedenleri konusunda sosyoloji bilimi bu iddianızı desteklemiyor. Din ve benzeri inanç sistemlerinin, “bilinmezlik nedeniyle doğan merak ve korkuya cevap” olarak ortaya çıktığı, sonrasında diğer güç birikimi noktalarında olduğu gibi kötüye de kullanılabildiği kabul ediliyor. Bu çok önemli farkı unutmamak lazımdır; bu bir nokta.
Diğer bir nokta bir bakış açısıyla ilgili: Din ya da herhangi bir öğretiye, birisi “nereleri yanlış”, diğeri ise “nereleri yararlı” şeklinde iki türlü bakılabilir. Bu dünya görüşlerinin ikisinin de kullanım yerleri olabilir; tabii ki ikisinden salt birini benimsemenin sonuçlarının farkında olarak.
Gerek dinlerin gerekse diğer öğretilerin istismarını önleyebilecek sigorta “sorgulama dışı iddia bırakmamak” iken, bunu yapabilecek kapasiteye sahip olanların bilmeden (zihinsel tembellik) ya da bilerek (istismar niyetiyle) iman sürecini tahkik (sorgulama) dışı bırakmaları, örneği toplumumuzda da görülen “yaygın kötülük” olgusunu doğurmuştur. (İman sürecini somutlaştırabilmek için iki ppt sunum http://bit.ly/345KR6f ve https://bit.ly/3FDJJL8 adreslerindedir).
Sorgulamanın bu gücünün farkında olanların, “tahkiki iman” kavramını (bkz. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/tahkiki–istidlali–iman) DİB web sitesinde sürekli yer değiştirip sonunda kaldırmaları, yararlı olabilecek bir araç için örnektir.
(2) İkinci iddianız olan “dinlerin sonradan şeklen taklit edilerek değil bizzat ortaya çıkışlarında içlerinde çok sayıda insanlık dışı kuralı içerdiği” konusudur. Buna verilebilecek yanıt şu olabilir: Her öğreti o dönemin kültürünü yansıtır. Kölelik, kız çocuklarının öldürülmesi vb konular bu cümledendir. Buna karşı bir iddia “islamın bu tür vahşete karşı mücadele amacına sahip olduğu”dur. Bunun doğruluğu benim bilgi düzeyimin çok ötesindedir. Ama daha sağlam bir karşı iddia “içtihat ilkesi”dir. İçinde bulunulan çağın gereklerine göre dini kuralların yeniden yorumlanması, günümüz demokratik yaşamı normlarına göre yeniden ve yeniden yorumlanmayı mümkün kılıyor.
Sonuç olarak şu denilebilir: Halen dünya nüfusunun yaklaşık %80i çeşitli dinlere mensuptur. Bu kadar büyük bir kitleyi binlerce yıldır etkilemiş din kurumunun kötü emellerle ortaya çıktığını iddia etmek yerine, içine hangi temel “kötülüğe yol açan element” karışıp da bu hale getirebildiğine kafa yormak daha anlamlı görünüyor.
Selam ve sevgiyle
Bu konuyu farklı değerlendiren bir yazıyı paylaşmak istedim:
Cinsel iman körpe kurban: https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/mine-g-kirikkanat/cinsel-iman-korpe-kurban-2012999
Aynen katılıyorum, elinize ve emeğinize sağlık.
Her zaman olduğu gibi mükemmel yazınız nedeni ile bilgeliğinizi ve kaleminizi kutlarım.
Cahil ve kaba kuvvetten başka hiçbir şeye sahip olamayan insan, güçsüz ve korunmasız çocuklara tecavüz ile bir yerde kendi gücünü ve aklı sıra “muktedir” olduğunu ispat etmeye çalışmaktadır.
Kadın cinayetlerinde de aynı temanın olduğuna, eşine hiçbir şey veremeyen erkek onu ya çarşaflar ve köleleştirir, yada öldürür!
Özetle, cehalet, çok ciddi bir eğitim ile ortadan kaldırılmadığı sürece, “din” masks altında çağ dışına gidişimizin nedeni olacaktır.
Saygılarımla
Tınaz bey kaleminize sağlık. Konu kökeninden koparılıp yozlaştırılmış kavramsal ve kurumsal değerlerin ifsada uğratılmasıyla meydana gelen olguları güzel sergilemişsiniz.
Bayram Durmuş bey, sanırım bozulmuşluğu yani orijinalinin de bozuk olluğunu peşin kabulüne itibar ederek görüş bildiriyor.
Gerek Dini inançlar gerekse toplu bir arada barış içerisinde ortak yaşam idealini gerçekleştirmeye yönelik kamusal gücün kullanım şekillerinin özde birer sorun çözme aracı olarak kurumsallaştırılmış oldukları unutulmuş görünüyor.
Din tebliğ eden Peygamberlerin kurulu düzenlere protesto ile ortaya çıktıkları; yaydıkları ilkelerin ise vefatlarını müteakiben dejenere edildikleri birer tarihi gerçektir.
Ne yapılmak nereye varılmak istendiğinde amaç birliği (Ortak İyi) tanımlanmadığı sürece sürtüşmeler ve zararlar büyümeye devam edecek görünüyor.
Sn.TİTİZ, teşekkür ederiz.Son derece didaktik bir analiz ve yorum yapmışsınız.
Ancak, bunları entelektüel dağarcığına dahil edebilenler bakımından ne kadar önemli ise; sahada, pratikte, örneğin camide, dini bayramda, dini nikâh icra edilmesinde, kurban kesilmesinde vb.bir sürü dini ritüelde ve özellikle ahlâkı tezahürde bu bilgilerin nasıl rasyonel bir etkinlik kazanacağı, uygulanacağının anlaşılabilmesi biraz, tabiî caizse “muhayyer”..
Yıllarca din ve ahlak, felsefe ve sosyoloji eğitimi alıp, ahirette olup bitecekler üzerinden etrafındakileri manipüle edenler nasıl önlenecek?Hutbede TV.seyredenlerin yanacaklarini haykiranllar, vergisini devlete değil cemaate verme konusunda iknaya gayret edenler, bunları en yüksek mertebde koruyup kollayamama nasıl degısecek ?
Bunların da daha net anlatılması için bir başka analiz gerekiyor.
Saygılarımla..
Sn. Dalak, http://bit.ly/3VjCoH1 adresinde, herhangi bir soruna geçmişten gelen süreçlerin nasıl yol açtığı; bunları dikkate almadan “şimdi ve burada” tarihe hesap sorulamayacağı, doğru soru’nun “neleri, nasıl yapmaya başlarsak, ne zaman hangi sonuçları almaya başlayabiliriz?” olduğu açıklanıyor. O şikayet ettikleriniz birer faturadır ve tarihe hesap sormaya devam ettiğimiz sürece, yeni faturaları da çocuk ve torunlarımıza ciro ettiğimizin bilinmesi gerekiyor. Maalesef.Sevgiler
Tınaz bey,
Yazınızı bugün bir daha okuduğumda şu cümleniz dikkatimi çekti: “Bütün bunlardan, tüm kötülüklerin erkek egemenliği nedeniyle ortaya çıktığının savunulduğu gibi bir sonuç çıkabilir. Yukarıdaki satırlarda tüm (erkek) sözcüklerini (kadın); tüm (kadın)ları da (erkek) ile değiştirebilirsiniz. Sonuçta çok az şeyin değişeceğini garanti edebilirim.”
Toplumumuzda aileden başlayarak daha yukarıya doğru sosyal katmanlarda erkek egemenliği, erkek iktidarı benzeri kadın egemenliği, kadın iktidarı yoktur. Bu nedenle erişkin bir kadının 6 yaşındaki erkek çocuğu istismarına, ya da erişkin bir kadının erişkin bir erkeğe tecavüzüne rastlanılmaz. Toplumumuzda rastlanılmayan bu durumlara zannederim çok az istisna ile tüm dünyada da rastlanılmaz.
Dolayısıyla bu paragraftaki görüşünüzü yenide değerlendirmenizde yarar var.
Saygılarımla,
Sayın Durmuş, tartışmak istediğim konu kadın ya da erkeğin egemenliği olmadığını çok açık belirttiğim için, erkek egemenliği -ki bugün için vakıadır- üzerinde ayrıca durmadım. Önemli olanın “dağıtık güç” kavramı olduğu için, okurun “eğer güç dağılmayıp bir kesimin (kadın, erkek ya da YZ) eline geçerse istismar kaçınılmaz olur” mesajını doğru anlayacakları ümidimi koruyorum. Teşekkür ederim.
Yorumların hepsini henüz okuyamadım ama sizin yazınızın en sonundaki bölümü yine en başa alasım geldi 😅.
“Bunu yapabilecek olanlar ise yine, sürecin başlangıcında güç birikimlerine müdahale etmesi gerekip de ed(e)meyenlerin büyük torunları içinden çıkabilecek olanlardır.”