Bir şeyin adı kendi değildir.
Adamın birisi arkadaşına dert yanar : “Arkadaşımın gittiği doktora ben de gittim, ama tedaviden hiç yararlanamadım” Diğeri sorar : “arkadaşının yararlandığını ne biliyorsun?”, beriki cevaplar : “kendi söyledi“. Diğerinde tavsiye hazırdır : “Canım ne olacak sen de söyleyiver !”
Bu şakayı hergün birkaç defa hatırlatacak “söyleyiverme“ler bilmem dikkatinizi çeker mi?
“Kriz Yönetimi” ve “Ulusal Strateji Enstitüsü” adları, bunlardan son duyduklarım. Her ikisinde de müthiş çarpıcı koku var. “Kriz”, tek başına bile insanı heyecanlandırmaya kafi. Bir de yanına “yönetim” gelince, FORMULA-1 otomobili gibi “tehlikeli ama yönetilebilir” birşey oluyor.
Hele diğer üçlü. Hem ulusal, hem strateji, hem de enstitü! Herbiri diğerinden daha fiyakalı birer sözcük. Hele stratejik deyince insanın aklına savaş uçakları ve çatık kaşlı, bol paçalı pilotları geliyor. Enstitü, bu canavara elbise giydirip, ulusal da gereken milliliği kazandırınca duyanın gözleri dolu dolu olup, “hele şükür bizim de oldu” diyesi geliyor.
Söyleyenlerin niyetini bilemem, ama bu yolla hiçbir şey yapmadan, yapılıyormuşçasına insanlar tatmin edilebilir.
Zaten bilgi çağımızın sonunda, hepimize birer “organic interface” aracılığı ile bağlanacak olan birer MMP (Mutluluk Mikro Prosesörü) ile, birşeyler yapmadan “yapmış gibi” gösterilmeyecek mi ?
Böyle bir sistem, düşünen, planlayan ve icra edenlere değil yalnız “adını söyleyen”lere, bir de bu adları insanlara ileten MRT’lere (meret değil me-re-te okunur ve Mutluluk Resimleri Taşıyıcısı demektir) ihtiyaç gösterir.
Ama o çağ gelmeden de, yapılması gerekip de yapılmayan bir şeyin “vecibe yükü”nden kurtulmak için bu ad söyleme yöntemi kullanılmaktadır.
Nesnelerin adını söyleyerek vecibe yükünden kurtulmada ileri gitmiş bir ülkeyi ziyaretimde, her sokak başında union sözcüğünü görüp de “bu neyin unionudur ?” diye sorunca, yanımdaki yetkili : “siz de sendika yok mu, hükümetin emirlerini işçilere ileten organa union denir” şeklinde durumu açıklığa kavuşturmuştu.
Tabii ki hemen anlaşılacağı gibi, bu kandırmacanın işlemesi için, etrafta o sözün ne anlama geldiğini ve olması için ne nitelikte girdilere ihtiyaç olduğunu bilen kimsenin bulunmaması ya da bilenlerin sesini duyuramıyacak durumda olması gerekir.
Burada konu, kriz yönetimi tekniğinin bir sorun çözme teknikleri grubu olduğu, bu grubun içinde çağdışı tekniklerin değil çağdaş yöntemlerin yeraldığı, bu konuda eğitilmiş bir kadroya sahip olmaksızın kriz yönetiminden bahsetmenin ancak gariban görünüşlü insanlarda “acaba harp mi olacak” korkusu yaratmaktan öteye bir anlam taşımadığını belirtmek değildir.
Konu; ulusal strateji enstitüsünün, ağzı süslü laf yapan insanların biraraya gelip, 500 milyonluk Türkiyenin yeni sınırları üzerinde ahkam kesip, başımıza dert açması anlamına gelmediğine işaret etmek de değildir.
Üzerinde durmak istediğim, sözcük ve deyimlerin salt söylenmesinin hiçbirşey ifade etmediği, aksine bu kavramların yozlaşmasına yol açarak, ileride bu konularda ciddi çalışmalar yapacakların yoluna dikili güçlükler oluşturacağıdır.
Hoşça kalınız
12 Nisan 1998
Çok yerinde bir tespit, bana başka bir konuyu hatırlattığı şu: Acziyetten olacak,iş yerlerinin Türkçe isimlerinin İngilizcevari yazılmaları, sanki böyle olunca çok kaliteli ürün varmış gibi!
Adam köfteci, ama tabelası “koffte” yazmış, daha neler mesela. Bu tür bir kültür yapısına dönüşen topluma “evriminde bayağı ilerlemiş” denebilir mi?
İri ama fiiliyatta karşılığı var gösterilen boş sözcükler arasında, çok yönlü soruşturma başlatılmış olup … ; …. olay yerini ziyaret eden …. bey incelemelerde bulunmuş …. ; ….. bütün çabalara rağmen kurtarılamayan … gibi kalıplar aklıma geliyor. Kamu oyunu etkileyici irilikte sözcükler kullanılmakla beraber karşılığının bulunmamasına eskiden, komünist ülkelerde rastlanıldığı söylenirdi. Kendimize konduramazdık. Meğer bizde de öteden beri kusursuz icra ediliyormuş!…
Teşekkürler Tınaz Bey..