Öğretme temelli eğitim bugünlere getirdi
Epeyce uzun zamandır “öğretme” ile yazılar yazar dururum; yazdıklarımı şöyle bir tararken bir tanesine rastladım[1]. Öğretme denilen ve hiç kuşku uyandırmadığı gibi neredeyse esas duruşta saygı göstermeye yol açan kavramın, bugün altında ezildiğimiz sorunların yapı taşlarından birisi olduğuna[2] ilişkin kimi düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Kamu, özel ya da gönüllü, örgün veya yaygın eğitim kurumlarınca kullanımı gelenekselleşmiş kişiye rağmen öğretme yöntemi, bireylerin ihtiyaçlarını ve öğrenme profillerini hiçe sayarak, bir yandan birikimli bir tepkiye bir yandan da bu kalıtsal mirastan içten içe uzaklaşmaya yol açtı.
Birer öğrenme makinesi -hatta bağımlısı- denilebilecek canlılar içinde aklıyla en çok övünenini öğrenmekten uzaklaştıran bu usulü acaba kendimiz mi icat ettik, yoksa melanet mühendisliği konusunda uzmanlaşmış birileri mi sokuşturdu ya da her ikisi birden mi evrimleşti bilinmez.
Öğretme aracının her rastlanan sorunla başa çıkma çareleri aranırken ilk (ve neredeyse tek) akla gelen olmasının en ağır faturası din istismarı[3] alanında oldu.
Yüzdelere vurmak gibi bir ilkelliğe sapmadan, onlarca inancın var olduğu bu ülkede, inançlar üzerinden kirli çıkar[4] sağlama projeleri yapanlarla mücadele, o inançların temel ilkelerinin[5] ortaya konularak içtenlikli dindar kitlesini büyütüp, din istismarını besleyen damarın ezber yoluyla öğretme olduğu farkındalığını artırmaya değil; yanlışların terslerinin öğretilmeye çalışılması şeklindeki geleneksel yanlışımıza oturtuldu.
Halisane niyetlerle irticayla mücadele adına yapılan çeşitli girişimler sonunda, kirli çıkar peşinde olanlar derlenip toparlanıp açıkta kalan yerlerini saklayıp daha derindeki kılcal damarlara yönelirken, içtenlikli inanç sahipleri arasında ise yoğun bir dini dogmatizm kök saldı.
Mesele bununla da kalmadı; yapılan halisane ama akılsızca mücadele, akıl ve bilimi temel sorun çözme aracı olarak miras bırakan Atatürk’ün isteğinin tam da aksine bir Atatürk savunusu(!) ile paralel yürüdü. Bu inanılmaz sonucu gerçekten bir melun üstün akıl öngördü de öyle mi ortaya çıktı bilinmez, ama gerçek olan, bugün hala bu yolda devam ettiğimizdir.
Bütün bunlar dini yozlaşma ve Atatürk nefretinin yanısıra, değer transferi[6] adı verilebilecek bir olgunun da ete kemiğe bürünmesine yol açtı. Bugün içinde bulunduğumuz ekonomik kriz bir çığ etkisi şeklinde, ayrıca tetikleyiciye ihtiyaç kalmadan kendini sürdürebiliyor.
Toplumumuzun yumuşak karın bölgelerinden “koz yönetimi yetersizliği”[7] ile kusursuz fırtına şeklinde bileşik yapan ekonomik kriz, hergün 80 milyon nüfusun üretebildiği değerlerin bir bölümünün değer transferi yoluyla kaybına ve güçsüzleşmesine yol açıyor.
Yarınlarda birileri gelip “öğretme” denilen tutumun, en temel canlı hakkı olan öğrenebilirliği engellediğini ortaya koyup vazgeçilmesini sağlamaya kalksa, en azından büyük bir tepki ile karşılaşacağı neredeyse garantidir. Demem o ki, amaç her ne ise gerçekleşmiş bulunuyor. Kümülatif öğretilme tepkileri tüm eğitim sistemini zehirledi.
Şimdi mesele, bu öğretme alışkanlığından vazgeçip, tüm canlıların en az soluma, sindirme, üreme kadar gelişkin, “ihtiyaçlarını öğrenebilme” yetisine saygı gösterecek role nasıl çekileceğimizdir. Bu zorlu görevin karşısındaki başlıca iki engel öğretme ve öğretilme bağımlılarıdır.
Yeni bir bilgi ve/ya becerinin kişilerce edinilmesine ya da edinilmiş olanların terk edilip yenilerinin kazanılmasına ihtiyaç olduğunda, ilk yapılması gereken bu ihtiyacın çevresine üşüşebilecek tek çözüm araçlı öğretme bağımlılarının durdurulması; sonrasında ise “bana öğretmezlerse ben öğrenememcilerin” (yani öğretilme bağımlılarının) ikna ve küçük başarılar kazanmalarına yardımcı olunarak cesaretlendirilmeleridir.
Bu alanda da görev, her konuda olduğu gibi yine öğretme-öğrenme arasındaki derin farkı fark etmiş olanlara düşüyor. Onlar, kimseye doğrudan bir şey öğretilemeyeceğini, böyle bir tutumun verimsizlik bir yana kişilere saygısızlık olduğunu; öğrenici adaylarının, öğrenme süreci hakkında (dikkat! öğrenilecek konuda değil) olası sorularını cevaplamak için görevli olduklarını bilirler.
Soracak sorusu olmayanlara bir şey öğretmeye kalkmanın ya eksik bilgiden ya da kirli bir konuda tayfa yetiştirmek niyetinden kaynaklandığı unutulmamalıdır.
Bu bağlamda şu itiraza hazırlıklı olunmalıdır: “Ne soracağını, nasıl soracağını bile bilmeyen çocuklar öğretme aracına başvurmadan bir şey öğrenemezler”. Hindistan’ın ücra bir köyünde bir duvarın içine Prof. Sugata Mitra tarafından yerleştirien ve hiçbir talimat içermeyen bir Pentuium3 bilgisayarının çocuklarca kısa sürede nasıl öğrenilebildiği ile ilgili makaleyi[8] okumaları yeterlidir.
Ve iki iyi haber!
Ezbere belletilenleri[9] sınavlarda geriye kusarak eğitildikleri varsayılan çocuk ve gençlerimiz arasında, kendi kendine öğrenme ve eğiticilerden bu çabalarına -talepleri doğrultusunda- katkı isteyen öğrenciler (talebeler) giderek artıyor. Bu süreç bir noktada büyük bir hızla yaygınlaşma eğilimi gösterebilir. Öğrenme Devrimi adını alacağı belli olan bu süreç, her yaş ve sosyal rütbeden uyum gösteremeyen tüm bağımlıları bir tsunami gibi süpürecektir.
İkinci iyi haber, yukarılarda değinilen din kurumunu kirli çıkarları uğruna istismar eden kesimlerle ilgilidir. Bunların varlık nedenleri durumundaki her yaştan öğrenciler, talebeye dönüşmenin sırrını keşfettikleri anda her biri bağımsız düşünüp yaşayabilmenin hazzını tadacaklar ve onları prangalayan dogmaları terk edeceklerdir.
Şimdi, ilk yönlendirici ilmekleri kimlerin atacağına bakalım.
20 Temmuz 2021
[1] Bkz. https://tinaztitiz.com/tag/ogretme/
[2] Bkz. https://ggle.io/3f2y 6 No’lu yapı taşı
[3] Bkz. https://tinaztitiz.com/2012/05/25/irtica-ile-mucadelede-strateji-arayislari-2/
[4] Çıkar sözcüğü tek başına olumsuz bir anlama sahip değilken, giderek utandırıcı denilebilecek bir anlamla yüklenmesi nedeniyle “kirli çıkar” deyimi öneriliyor. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/kirli-cikar-catismasi-conflict-of-interest-cikar-celiskisi
[5] Bkz. https://tinaztitiz.com/6468
[6] Bkz. https://tinaztitiz.com/wp-content/uploads/2020/11/KD_icin_tanitim_makalesi.pdf
[7] Bkz. https://tinaztitiz.com/dosyalar/ALEGAR_Alternatif_Etki_Guzergahlari_Aramasi/alegar_ozet.doc
[8] Bkz. https://www.ted.com/talks/sugata_mitra_kids_can_teach_themselves?utm_campaign=tedspread&utm_medium=referral&utm_source=tedcomshare
[9] “Ezbere bellemek” deyimi, “sorgulamaya kapalılık” anlamındaki ezber ile, zihnin yararlı bir özelliği olan belleme’nin farkınının vurgulanması amacıyla kullanılıyor. Sorgulamaya kapalı olmayan bellemek ezber değildir.
Teşekkürler ağabey.
İzninizle yayınlıyorum.
Memnuniyetle değerli kardeşim 🙂
Cok degerli bilgiler icin sagolun hocam. BOUN’da egitim almis biri olarak ogrendigim seylerden biri olan Bloom’un ogrenme taksonomisi taklitle baslayip, asama asama yukselir, analiz ve sentezle biter. Egitimin ezber oldugunu sanan ve ogrenmenin ilk sirasi olan taklitte kalan bireyler ve onlarin cogunlugu olusturdugu ulkelerin modern zamanda rekabet etmeleri cok zor. Horasan erenlerinin yolundan giden ve egitim hayatinda yalnizca Ecevit hukumeti zamani din dersinden muaf olmus biri olarak, yurtdisinda hic din dersi almayan cocuklarimiza bunun ne kadar harika bir tercih oldugunu anlatiyorum. Elestirdigimiz yonleri olsa da, begendigimiz konulardan bazilari hemen her dersin 2-3 zorluk derecesi olmasi ve ogrencinin ilgisini cekmeyen dersleri almak zorunda olmamasi, Ogrenmeyi ogrenme konusunda ve dinin ozunden uzaklastirilip rituellere (ve taklide) indirildigi, bunun yanlisligini anlatan degerli egitimci ve ilahiyatcilarin karakter suikastlarina ugradigi gunumuz Turkiye’sinde sizin gibilerin sayisinin artmasini, bize rol model olmasini cok onemsiyorum. Saygilarimla.
Son derece etkili,doğru bir modele dönüşür,çeşitli kurumlarda uygulamaya geçilirse,tam bir dip dalgası oluşur kanaatindeyim.
Kaleminize sağlık. Ne guzel bizi dusundurdunuz. Cocuklarimiza kendi kendine ogrenmeyi ogretmek, egitim sistemlerini buna gore kurmak gunumuzun yeni egitim, öğretim sekli haline geliyor. Bu bence teknoloji ve dünyayı yakalamak için harika bir fırsat . Sık sık değişen eğitim sistemlerimizi gördükçe aklıma maalesef şu soru geliyor, yonetimler gercekten bilgi ile donatilmis genc beyinler istiyor mu? Yoksa film veya sosyal medya ile uyutulmus ve gelecek kaygısı ile yetisen beyinler uzerinden bireyleri yonetmek daha mi kolay? Benim düşüncem her halükarda internetin olduğu yerde bilgiyi saklamak mümkün değil. Yeter ki bilginin zenginlik ve guven sağladığını genclere asilayalim.
Tınaz bey kaleminize sağlık. Felaketi hazırlayan unsurun, öğretme temalı eğitim olduğunu net ortaya koymuşsunuz.
Melun niyetli Öğreticilerin, inanç alanında istismar edilebilirlik niteliği yüksek insan yetiştirme amaçları biliniyor. Korkutma ile soru sormayı olanaksız kılan, özellikle küçük yaştakilere yönelik öğretme faaliyetleri, zihinlere ve inanç dünyasına akıtılacak zehirin alınmasını kolaylaştırıyor. Dolayısıyla Din “öğretme” usulünün giderek, her alanda ezberci eğitimi de şekillendirdiği söylenebilir. Bu noktada şu soru akla geliyor. Biz yaştakilerin geçtiği sıralarda öğretmenlerimiz de birer öğretici idi. Neyi niçin öğrettiklerini; onların ne işe yaradığını da öğrettikleri için mi; yoksa ideolojiyi sindirmişlikle beraber verildiği için mi Akıl ve Sezgi birlikteliğinin koparılmakta olduğunu fark edemedik? Galiba o dönemde de ideolojinin benimsenmişliği gerekli görülüyordu. Koşulların, ‘öğretme temelli’ eğitimin “ihtiyacı olanı öğrenme” çizgisine evrilmesine izin vermeyecek şekilde gelişmesini de gözlerden ırak tutmamalı. İlk yönlendirici ilmekleri atanların, Soru Oluşturma Tekniğini başarıyla kullanacak gönüllü öğretmenler olabileceği bir ihtimal…
Din alanındaki “öğretme”, genel öğretme eğiliminin özel bir hali. Korkutma yoluyla soru sormanın caydırılarak yapılan öğretme ise bu birinci halin özel hali. Üzerinde durmak istediğim, bu ve diğer öğretme türevlerini kapsayan eğilimin, sonuçta yol açtığı iki bağımlılık türüydü: Öğretme ve öğretilme bağımlılıkları. Sizin de işaret ettiğiniz gibi bu iki bağımlılık ile ezber (yani sorgulamaya kapalılık, sorgulanamazlık) neredeyse sebep-sonuç kadar bağlantılı. Öğretme, soru sormayı gereksiz kıldığı için ezberin alt yapısını oluşturuyor.
Bizlerin durumuna gelince. Kuşkusuz her birey parmak izleri kadar değişik, özellikle de öğrenme profilleri (öğrenme stilleri, çoklu zeka profilleri, öğrenme hızları vd) açısından. Yine de bazı ortak noktalar üzerinden birkaç şey söylenebilir:
Kimi öğretmenler (benim yaşamımda ancak birkaç tane oldu) soruları kendileri değil öğrencilere sordurur, böylece öğretme olgusunun olumsuzluğunu azaltırlardı.
İdeolojik koşullandırma genellikle ya saklı içerikle (mesela, bizzat örnek olarak) yapılır ya da açık yapmaya kalkan pek dinlenmezdi. Eğer maksim kavramı bilinse ve ideolojilerin maksimleri verilip, sorgulama yoluyla sindirilmesi de sağlansaydı, Cumhuriyet rejiminin temellerinden taş koparmak bu denli kolay olamazdı. Bugün bile Cumhuriyetin savunusunun https://bit.ly/3iF6Jhf adresindeki gibi yapıldığını görüyoruz.
Akıl-sezgi bağlantısının gündeme geldiğini ise hiç hatırlamıyorum desem yalan olmaz. Uzun yıllar sonra sezginin çıktılarını akılla denetlemeyi keşfetmek (benim için) büyük keşif olmuştu.
Soru Oluşturma Tekniği’ni yaygınlaştıracak öğrenme ortakları konusunda ben de aynı heyecanlı beklenti içindeyim. Her çığ, küçük bir kartopundan başlıyor.