Çare arayışları

İki soru..

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında hemen herkesin tek tek ve gruplar halinde kafa yorduğu, tartıştığı konular genel olarak ikiye ayrılıyor: Niye oldu? ve Ne yapalım da bir daha olmasın?

Bu bence sağlıklı bir tutumdur; rasyonel akıl da bunu gerektirir. Bununla beraber toplumumuzun nitelik (http://wp.me/p2t6mi-UR) dağılımı uyarınca, çözüm arayışları genellikle kestirme yollar bulmaya, eğer yok ise icat etmeye dayalıdır ki aslında bu da iyidir, yeter ki kendi zihinlerimizdeki yargı kalıplarını (http://goo.gl/v4B3fc) evirip çevirip, bunun da adını düşünmek olarak koymayalım.

Medya ve internet kanalıyla gördüğümüz kadarıyla, darbe girişiminin “niçin” olduğu ve bundan sonra tekrar olmaması için “ne yapılması” gerektiği konularında ortaya atılan fikirlerin ağırlığı, askeri kurumların sivilleştirilmesi (askeri okulların kaldırılıp MEB’e bağlanması gibi) çevresinde toplanıyor.

Girişimin açık yaralarının henüz taze olduğu günlerde bu tür çözümler düşünülse de zaman içinde ortak aklın galebe çalacağı, askeri kurumsal kültürlerin değerinin daha iyi anlaşılacağı beklenir.

Aranan ipucu şu özlemdir:

Bu bağlamda naçizane öneride bulunmama, İçişleri sayın bakanının bir gazetede okuduğum şu cümlesi yol açtı: “öyle bir düzen kuralım ki bir daha askeri darbe yapmak mümkün olamasın”. Bu bir anahtar özlemdir ve çare üretmek isteyenler –tüm yargılarını askıya alarak- bu özlem doğrultusunda fikir üretmelidirler.

Askeri kurumların sivil otoriteye tabi olması demokratik rejimin bir ilkesidir; ama bu, askeri kurumları sivillere bağlamakla gerçekleştirilebilir bir şey değildir. Ülkemizde bol miktarda bulunan dini örgütler, sivil kurumlar içine de sızabilirler, nitekim sızmışlardır da. O halde aranan çözüm bu olamaz, aksine TSK’nın iyiden güçsüzleşmesinin yolunu da açar; bu da temeldeki amaca hizmet eder.

Ne yapmalı yerine “ne yapmamalı”..

Tam bu noktada, özlemimizi ifade eden cümleyi ters çevirerek bir soru sormalıyız:

Bugüne kadar yapageldiklerimiz içinde en önemli neyi yapmayalım ki bir daha askeri ya da diğer türlerde darbeler yapmak mümkün olamasın?

CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın 26 Temmuz’daki Tarafsız Bölge programına katılanlardan Eray Güçlüer (E.Jand.K.Alb), “TSK’dan çeşitli kumpaslarla ilişiği kesilenlerin ortak özelliği nedir?” sorusuna şu cevabı veriyordu: “bu soruyu yıllardır düşündük; sonunda bulduğum ortak özellik biat etmezlik idi”.

ve bir gün sonra aynı TV’nin haber saatinde Deniz Harp Okulu’ndan mobbing yoluyla atılan bir öğrenci (Ufuk İmrek) de, bu yolla atılan öğrencilerin ortak özellikleri olarak yine “biat etmezlik” niteliğine dikkat çekiyordu.

Bu bir rastlantı değildir ve son derece anlaşılabilir bir nedene dayanmaktadır: Sadece 15 Temmuz girişimi için değil, Dünyadaki tüm kökten dinci hareketlerin ihtiyaç gösterdiği insan malzemesinin ortak özelliği “biat kültürüne yatkınlıkları” olarak görünüyor.

Aranan cevaba bir adım daha..

Peki buradan, “ne yapmayalım ki bir daha darbe olmasın?” sorusunun cevabına giden bir ipucu var mı? Evet var; hem de ipucu değil, cevabın tam da kendisi var: Her ölçekteki eğitim sistemi içinde, biat’ın ana elementi olan sorgulanamazlık (ezber) öğeleri tek tek temizlenmelidir (http://wp.me/p2t6mi-Ok).

Yani..

Askeri ya da sivil, hangi türden olursa olsun, her nerede sorgulanamazlık (ezber) var ise orada darbeci (en azından otoriter) eğilimleri özendirip besleyen bir iklim oluşur. Darbe istemiyorsanız her gün yemek öncesi alınacak ilaç “sorgulanamazlık”tır.

Daha da ötesi..

Çeşitli nedenlerle biat’tan vazgeçmeyip, bir yandan da darbe eğilimlerini önlemek için, okullara dersler koymak, anti-darbe yolunda beyin yıkamak, darbe cezalarını daha artırmak, sivil kurumlara bağlamak ve benzeri önlemlerin, sonuçta daha da baş edilemez belalara yol açması kaçınılmaz görünüyor.

Esas suçlular..

Genellikle her kriminal olayda, bir görünenler bir de hiç dikkati çekmeyenler vardır. En barizlerinden birisi eğer cinsel içerikli suçlar ise, bir diğeri de darbeler veya girişimleridir.

Cinsel içerikli suçlar için nasıl ki sorgulama yerine hadım etme gibi zihni sinir türü bir önlemi alkışlayanlar bir anlamda bu tür suçlar için uygun iklim yaratmaya katkıda bulunuyor iseler; benzer şekilde darbe girişimleri için de, esas bakılması gereken yer eğitim sistemimizdeki ezber[1] uygulayıcıları ve yandaşlarıdır.

İyi de kısa kes, “ne yapmayalım?”..

Bu konularda –tam bu sözcüklerle olmasa da- sık duyduğum kestirmeci itirazını varsayarak tekrar etmeme lütfen izin veriniz: Her toplumun kültürü içine yerleştiği için farkına varılmaz hale gelen kültürel öğeler olması doğaldır. Toplumumuzun kültürü içinde de olumlu ya da olumsuz, diğer kültürlerden ayıran öğeler olduğu söylenebilir. Misafirperverlik, cesaret, tehlike anında dayanışma gibi bileşenler birkaç olumlu unsur iken, olumsuzların başında (sorgulanamazlık) gelmektedir.

Eğer mutlaka bir şeye savaş açmak gerekiyorsa buna savaş açılmalı ve kim(ler) karşı çıkarsa çıksın açılmalıdır. Biata alıştırılmış topluluklar ile bir arada bulunamayacak bir şey varsa o da demokrasidir.

Toplumumuzun en azından aydın (http://goo.gl/dER6ZE) kesiminin, kendisi ve ulusunun varlığını sürdürmekten daha önemli bir misyonu olabilir mi?

Lütfen nasıl diye sormayınız, “nasıl” kavramını ince ve saklı bir itiraz aracı olarak kullanmayınız.

Darbe = otoriter eğilimler = ezber = sorgulanamazlık = biat

denklemini görünür bir yerlere yazınız; sonra da nasıl’ını konuşalım.

28 Temmuz 2016

 

[1] 1994 yılından itibaren 15 yıl, ezber sözcüğü –anlam kayması nedeniyle farklı anlam (yani “bellemek”) kazanmış olduğunu bile bile ısrarla- “sorgulanamazlık” yerine kullanılmış, eğitim sınıfının bunu idrak etmesi beklenmiştir. Ancak 2010 yılından itibaren, biraz da zorlama bir sözcük olan sorgulanamazlık terimi  kullanılmaya başlanmıştır.

Çoğu öğretmen bir yandan (ezber)in yıkıcılığını az da olsa farketmiş, ama bir yandan da gerek (belleme)nin yabancı dil öğretimi, hemen hatırlanması gereken bilgilerin bellekte tutulması gibi yerlerde gerekli olması, gerekse (sorgulama)yı nasıl yapacağını bilememesi, bunun için gerekli çabayı göstermemesi nedenleriyle alışkanlıklarını sürdürmüştür.

Bu yolda harcadığım yıllar boyunca edindiğim izlenim, eğitim sınıfı’nın %95+’nin, ezber kavramının sorgulanamazlık anlamına gelen esas anlamını bilmediği ve öğrenmek yolunda bir çabasının olmadığıdır. Daha da ilerisi, bir ulusal yıkım aracı olarak kullanılabilecek (ve de 15 Temmuz’da kullanılan) sorgulanamazlık konusunda yüksek öğrenim görmüş kesimin de hem yeterli beceriye ve de ilgiye sahip olmadığıdır.

4 Yorumlar

  1. “Darbe istemiyorsanız her gün yemek öncesi alınacak ilaç “sorgulanamazlık”tır” cümlesiyle anlatılmak istenen nedir?

    1. Sayın Küyük, “sorgulanamazlık” sadece darbeleri değil, insanın en değerli yeteneği olan “düşünme, sorma, sorgulama” becerilerini felç eden tüm illetleri üreten bir kök-sorundur.
      Anlatılmak istenen, her gün ve her dakika, karşılaştığımız sorunları “sorgulama” eleğinden geçirmenin yararlı olacağıdır.
      İroni nedeniyle “sorgulanamazlık”ın her an hatırlanması bir ilaç olarak önerilmektedir.

  2. Saygıdeğer Tınaz Titiz,
    Yazınızı ilgi ve beğeni ile okudum. Aşağıya alıntıladığım cümlenizde yer alan cümlenizden hareketle size sorularım olacak.

    “Cinsel içerikli suçlar için nasıl ki sorgulama yerine hadım etme gibi zihni sinir türü bir önlemi alkışlayanlar bir anlamda bu tür suçlar için uygun iklim yaratmaya katkıda bulunuyor iseler;”

    Ben de bu tür cezalandırmanın çözüm olacağını düşünenlerdendim. Hata yaptığımız yer neresi? Nasıl bir çözüm öneriniz var? Tamam sorgulayalım, sorunu baştan çözümleme yollarını araştırıp, uygulama yolları bulalım ama şimdiye kadar ki olayların suçluları için de bir caydırıcı ve cezalandırıcı çözüme acil ihtiyaç yok mu? Özellikle hayatları kararanlar için!
    En derin saygılarımla, Yasemin Çin

    1. Yasemin hanım mesajınıza teşekkür ederim.
      Size tek örnek verip gerisini değerlendirmenize bırakacağım: İnsanın en değerli varlığının “kendi yaşamı” olduğunda hemfikiriz sanırım. Hal böyle iken dahi, yaşamını idam cezası sonunda kaybedeceğini bile bile belirli suçları işleyenleri, idamın durduramadığını biliyoruz. Bırakınız idam cezasını, daha basit konularda dahi çoğu kimse hesap yaparak suç işlemiyor.

      Ben kriminal uzmanı değilim, ama uzmanlar, suç işleyenlerin –özellikle de cinayet- o esnada tamamen kendi dışında bir kişiliğe bürünerek bunu yaptığını söylüyorlar. Bu nedenle, cinsel içerikli suç işleyenler bundan sonra olsa olsa daha ince planlar yapacaklar; ama cinsel dürtülerinin peşinden gitmeyi sürdüreceklerdir.

      Kişisel olarak bir gözlemimi aktarayım: Ben Doğu’da hudutta askerlik yaptım. Türkiyenin en kuzeyindeki noktalardan birisi. Kış ortala sıcaklığı –20 ila –30 arasında.
      Birliğimizde (yaklaşık 2500 kişi) en çok rastlanan hastalık akciğer üşütmesine bağlı zatürre idi. Nedeni de, cinsel arzularını tatmin etmek isteyen kimi erlerin bu arzularını köpek vd hayvanlar üzerinde gidermeleri; sonra da inançları gereği yıkanmak istemeleriydi. Fakat sıcak su haftada 1 gün verildiği için, soyunup kar eriterek veya eritmeden güya abdest alırlardı. Sonrası zatürre.

      Bunu hepsi bilmesine, akşamları ders saatlerinde bunun günah ve aynı zamanda sağlık açısından ömür boyu sürecek kallıcı hasarlara yol açtığını işlesek de bir işe yaramıyordu. Buradan çıkarılacak sonuç, temel içgüdülerin her türlü yasal normu aşabildiğidir. Sonra bir süre pişmanlık duyuyor, ardından dürtüler belli bir düzeyi bulunca tekrarlıyorlar. Benzer patern alkol, sigara, kumar gibi bağımlılıklarda da söz konusu.

      Çözüm için maalesef tek çareden çok bir dizi önerim olabilir. Ama bunların başında, en akıl almaz suçları işleyenleri (örneğin 4 yaşındaki çocuğa tecavüz edeni veya sevdiği kızı öldürüp sonra da gitar kutusuna sığdırmak için başını keseni ya da parmak izi alınamasın diye tecavüzden sonra öldürdüğü kızın tek tek parmaklarını keseni ya da sevgilisi ile birlikte sahip oldukları, ama ailelerinden korktukları içinde söylemeyip bebeği barbeküde yakıp küllerini başka mahalledeki çöpe atanları vd):
      1. Toplumdan kesin olarak enterne etmek (toplumu korumak için),
      2. Üniversitelerinden birisine bir proje olarak bunu vererek, bu insanların her yönleriyle derinlemesine incelenmeleri (bilirsiniz bu yöntem sadece suçlular için değil, tam aksi yöndeki insanlar için de yapılıyor. Örneğin A.Einsten’in beyni üzerinde yıllardır inceleme yapıyorlar),
      3. Bu tür eğilimdeki insanlar durup dururken ortaya pek çıkmıyor. Çevrelerindekilerce biliniyordur. Toplumumuzda “muhbirlk” hoş karşılanmaz. Bu yanlış kültür öğesiyle mücadele gerekir. Yurt dışında gözlem yapanlar bilirler; her yurttaş, yasal kodlara aykırı bir davranışı ihbar etmeyi bir yurttaşlık görevi sayar; biz ise bunu ayıp sayarız.
      4. Ayrıca, kimyasal yolla hadım etme Testosteron salgısını önlüyor, ama duygusal travmaları –ki hemen hepsi öyle- etkilemiyor. Hadım edilme durumunda çevresindekilere etkilenmediğini göstermek için daha akıl almaz işler yapabileceklerdir.
      5. Erkekler, bu madalyonun bir yüzüdür. İkinci yüz kadındır. Benzer psikolojik, travmatik eğilimler –ki bir bölümü cinsel yönelim biçiminde de ortaya çıkabilir- onlarda da olabilir. Nitekim, olayların bir bölümü, önce “iki tarafın rızası içinde, bilahare şiddete / vahşete dönüşüyor”.
      6. Kız ve erkeğin erken çocukluk yaşlarından itibaren ayrılmasına yönelik uygulamalar, karşı cinse yaklaşmanın ayıp olduğu baskısı ile biyolojik gereksinimlerin mücadelesine dönüşüyor. Şimdilerde yaygınlaşmaya başlayan ayrı sınıflar (hatta okullar) uygulaması bir anlamda biyoloji ile mücadele projesi anlamına gelir. Bu durumda, her iki cins de, “fırsat bulunca” baskı altındaki duygularını bastırma yoluna gidiyor.
      7. Toplumumuz, interneti en çok kullanan toplumlardan birisi. Ama ne amaçla? Karnı aç ama elinde birkaç tane akıllı telefon taşıyan genç nüfus, acaba interneti bilgi dağarcığını genişletmek için mi kullanıyor?

      Uzatmadan özetlersem, eğer sorun’u sorgulayarak kök-nedenleri ortaya çıkara çıkara ilerlersek görülecektir ki bu ve benzer birçok sorun “hayalet sorun” (http://goo.gl/dmcn2V) denilebilecek türdendir; yani köklerine inilmedikçe çözülemez.

      Kadına şiddet konusunda bir makale (http://wp.me/p2t6mi-PU) yazmıştım; ona da bir göz atmanızı öneririm.
      Selam ve sevgiler
      Tınaz Titiz

Yorum Gönder