TEKRARSIZ ÖĞRENME
TEKRARSIZ ÖĞRENME
Geleneksel eğitimi en iyi betimleyecek üç kavram aransa herhalde bunlar “öğretme”, “tekrar yoluyla belletme” ve “ezber” olurdu. Bu yazıda bu kavramlardan ilk ikisi üzerinde durulacak, bunlara alternatifler önerilecektir.
Öğretme: Öğrenme Enerjisini Gözardı Eden Yöntem!
İnsanoğluna çeşitli şekillerde bakılabilir. Bunlardan birisi de onu bir dizi enerjinin toplamı olarak görmektir. Cinsel enerji, fiziki enerji, düşünsel enerji ve öğrenme enerjisi bunların en önemlileridir.
Bu enerjilerin her biri kısmen diğerine dönüşebilir, ama bu dönüşüm çoğu zaman kimi sorunları da beraberinde getirir. Örneğin uygun biçimde kullanıl(a)mayan cinsel enerji diğer enerji türlerine dönüşür ama geride bir takım ruhsal sorunlar bırakarak. Benzer şekilde kullanılmayan fiziki enerji de düşünsel veya diğer tip enerjilere dönüşebilir, ama yarattığı vakum içinde sorunlar ürer.
Aslolan her enerji türünün, birbirinden aşırı alış-veriş yapmaksızın yerli yerinde kullanılması, kullanılmayan türlerin sorunlar doğurmasına fırsat yaratılmamasıdır.
Pratikte, ortalama yaşam süren insanlar normal olarak bütün enerji türlerini bir ölçüde kullanırlar. Kullanılmayan miktarlar ise ölçüsü oranında sorunlara yol açar.
Ancak bu enerji türleri arasında bir tanesi, ilk çocukluk çağlarından sonra giderek daha az kullanılmaya başlanır. Bu “öğrenme enerjisi” dir.
İnsan -ve bütün canlıların- doğasının şaşmaz bir gereği olarak ve milyarlarca yıl süren bir evrimle gelişmiş bulunan “öğrenme” yetisi, bu yetinin kullanılabilmesini teminen yine doğa tarafından enerjilendirilmiştir.
Çocuk, dünyaya gözünü açtığı andan itibaren -belki de daha önce -, doğal olarak hissetiği, sonralarda duyuları ile algıladığı ve daha sonra da aklıyla kavradığı ihtiyaçlarını, öğrenme yetisi ve onu besleyen enerji yoluyla “öğrenir”.
Çocuğun bebeklik ve ilk çocukluk çağlarındaki öğrenme “oyun” yoluyla olur.
Bebek ve çocuk, oyunu çevresindeki eşyaları kullanarak bir tasarımcı becerisiyle tasarımlar. Tasarımlanan bu süreç, çevredeki imkanlar, ihtiyaçlar ve çocuğun öğrenme profili arasındaki optimal çözümdür. Bebek ya da çocuk bu süreci yaşarken bunu zevkle yapar. Oyun oynayan çocuğun dünyadan koptuğu, başka bir alemde yaşadığı sanılabilir. Bu sürpiz değildir. Çünkü, ihtiyaçlarına karşı azami tatmini almaktadır.
Bu optimal süreç, ilkokulun ilk 1-2 sınıfından başlayarak bozulmaya başlar.
Çocuğun gerçek ihtiyaçlarının oyun yoluyla ve bizzat kendisince öğrenilmesinin yerini, müfredatta belirtilen ve çoğu, çocuğun ileride gereksineceği düşünülen “varsayılmış ihtiyaçlar”ın öğretmen tarafından öğretilmesi almaya başlar. Süreçteki bu değişim sınıflar ilerledikçe hızlanır ve lise sıralarına gelindiğinde “oyun” ve “öğrenme” tamamen dışlanır. Artık “öğretme” tam olarak egemen olmuştur.
“Öğretme”, Peki Nasıl ?
Bilinen öğretme yöntemlerinin hepsi, bellekte tutmaya dayalıdır. Öğrenci bazen zorlanarak bazen motive edilerek öğretilmek istenilenleri bellemeye yönlendirilir.
Tekerlemeler yoluyla hatırlayarak belleme, anahtar sözcüklerin bellenip onların çağrışımlarıyla bütünün bellenmesi, benzerlerin bellenmesi yoluyla bütünün bellenmesi gibi belleme türlerinin hepsi, beynin koşullanmaya açıklığından yararlanır.
Koşullandırmaya dayalı eğitimin babası sayılabilecek olan B.F. Skinner, hayvanlar üzerinde yaptığı deneylerin insanlara da uygulanabileceğini göstermiştir. Bugünkü eğitim sistemlerinin temeli, işte bu hayvan deneylerine dayanmaktadır.
İlk ve orta öğrenimde, hatta yüksek öğrenimde sıkça başvurulan “örnek problemler çözerek benzetme yapabilme becerisi kazanma” yöntemi, tekrar yoluyla belleme’ye en tipik örnektir.
İhtiyaçların, kişinin kendince öğrenilmesi ise tamamen farklı bir süreçtir ve koşullanmayla ilgili değildir.
Niçin “Öğretme”?
Birkaç neden birlikte vardır: Devletin, kendi ideolojisine uygun vatandaş yetiştirme arzusu nedenlerden birisidir. Halbuki, ihtiyaçlarının gerektirdiği bilgi becerileri edinmeyi öğrenmiş, bunu zevkle yapabilen ve dolayısıyla sorunlarını bilgi ve beceriyle çözebilen insanların, başka olumlu özelliklerinin yanısıra aynı zamanda iyi vatandaşlar da olacaklarının idrak edilebilmesi gerekirdi.
Bir diğer neden, eğitim kadrolarına, öğrenme ortamı hazırlama gibi nisbeten güç bir görevi yerine getirebilecek formasyonun kazandırılmasındaki yetersizliklerdir.
Eğitim yöntemi konusunda herhangi bir seçim hakkı bulunmayan milyonlarca çocuk ve gence merkezi biçimde belirlenmiş müfredatı “öğretme”nin vermiş olabileceği egemenlik duygusu ise bir başka olası nedendir.
Çocukların öğrenme konusundaki doğal yeteneklerinin farkında olmama ise en önemli nedenlerden birisidir. Bunun altında ise “öğretme” esaslı eğitimle yetişmiş erişkinlerin kendilerini değerlendirirken saptadıkları yetersizliğin çocuklarda da var olduğunu varsaymaları bulunmaktadır. Biz beceremiyorsak çocuklar da beceremez!
Nihayet bir diğer neden, bir toplumsal histeri haline gelmiş bulunan sınav başarısı için öğrenmenin değil, sorulan sorulara yanıt verebilmenin önem kazanmasıdır. Böyle bir hedef altında öğrenmek için zaman yoktur. Tüm zaman, olabildiğince çok olası yanıtı bellemek için kullanılmalıdır.
Sıfır Tekrarlı Öğrenme (zero trial learning) !
Kişinin ihtiyaç duyduğu bir bilgi, herhangi bir tekrara gerek kalmaksızın bir defada öğrenilir. Kişi, öğrenme profiline en uygun biçimde bu bilgiyi alıp derhal içselleştirir.
Küçük çocukların oyunları incelendiğinde, o amaçsız ve zaman zaman komik görünüşlü hareketlerin her birisinin, belirli bir eğitsel hedefe yönelik çok anlamlı ve akılcı deneyler olduğu görülecektir.
Bir defada öğrenme erişkinler için de geçerledir. Hoşa giden bir fıkra, bir çizgi roman, ilginç bir olay tekrara gerek kalmadan öğrenilir.
Kişinin ihtiyaç duyduğu bilgilerin yanısıra ihtiyaç duyduğu beceriler de sıfır tekrarla öğrenilir. Ancak, bunların hareket merkezine kaydedilmesi ve böylece düşünülmeden yapılabilmesi için, kişi kendi iradesiyle bazı tekrarlar yapar ve beceriyi içselleştirir.
İhtiyaçların Farkına Varabilme : Bir Başka İhtiyaç !
Kişinin herhangi bir dış hatırlatmaya gerek kalmadan farkında olduğu ihtiyaçlarının yanısıra, içinde bulunduğu fiziki ve sosyal çevrenin gerektirdiği ve normal olarak kişinin ihtiyaçlar envanterinde yer almayan bazı Bilgi – Beceri – Tutum ve Davranış‘lar da (Knowledge – Skill – Aptitude -Behavior) olacaktır. İçinde yaşanılan zaman ve sosyal çevre, bu tür ihtiyaçların yoğun olarak ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Bu noktada yapılması gereken, “ihtiyaçlara yönelik öğrenme”den vazgeçerek “kişinin bilmesi gerektiğine karar verilenleri öğretmek” değildir. Aksine, aynı yöntemi korumak ve bu defa, kişinin ihtiyaç envanterinde bulunmayan ihtiyaçları, o envantere dahil etmeye çalışmak gerekir.
Bunun yolu, kişinin var olan ihtiyaç (ilgi) alanları ile, henüz algılan(a)mayan ihtiyaç alanlarını ustaca birbirine bağlayabilecek “senaryo”lar oluşturmaktır. Böylelikle, “ihtiyaçlara yönelik öğrenme” yönteminin avantajlarından yararlanmaya devam edilebilir.
“Tekrar Yoluyla Belletme” Nasıl İnsan Tipleri Yaratır?
Bir bilgi ya da becerinin bir defada öğrenilememesi, aslında eğitimciler için değerli bir göstergedir. Bu, ya öğretilmek istenilenin ilgi envanterine dahil edilemediğini ya da kişinin öğrenme profiline uymayan yöntemler kullanılmakta olduğunun bir işaretidir.
Ama ne yazık ki bu işaretler doğru yorumlanmaz ve tekrar yoluyla belletme yolunda israr edilir.
Bugün tekrar yoluyla belletme, eğitim sistemimizin bir normu haline gelmiştir.
“S-R Psikologları” adı verilen ekol, öğrenmenin tedrici olduğunu, her tekrarın beyinde açılan izin daha derinleşmesini sağladığını savunmaktadır. Buna karşın “Gestalt Psikologları” ekolü ise öğrenmenin bir defada ve “birdenbire” meydana geldiğine inanmaktadır. Wolfgang Köhler’in maymunlar üzerinde yaptığı deneyler bu ikinci savı doğrulamaktadır.
Gestalt ekolünden Max Wertheimer, bir klasik sayılabilecek olan Productive Thinking (Üretken Düşünme) kitabında, bir kişinin öğrenebilmesi için, bilginin iç yapısını (pattern) anlaması gerektiğini söylemektedir.
25 yıldan bu yana çatışan bu iki görüş aynı anda doğru olabilir. Gerek beynin sol yarısına dayalı “tekrar” yöntemi, gerek sağ yarıya dayalı “bir defada öğrenme” olsun, her ikisi de sonunda dış görünüş itibariyle benzer sonuçları üretmektedirler.
Gerçekte ise fark büyüktür: Bir defada öğrenme yöntemiyle bilgi derhal içselleştirilmekte, yani mevcut bilgilerle ilişkilendirilmektedir. Tekrar yönteminde ise ilişkilendirme olmamakta, yalnızca, beyinde nöronlar arasında oluşan bağlardan ibaret bir yalıtılmış bilgi adacığı meydana gelmektedir.
Tekrara dayalı belleme ile yetişen bir kişinin diğer yöntemle yetişen bir kişiden başlıca farkı, öğrenmeye karşı duyduğu tepkidir. Böyle bir kişi öğrenmekten zevk almaz. Dolayısıyla bellemiş olduklarına sıkı sıkıya sarılır. Öğrenmeyi gerektiren her durum, yani her değişim onun için bir işkence kaynağıdır.
Tekrara dayalı belleme ile yetişen kişinin bilgilerinin kaynağı “yürektenlik” (ezber) dir. Önüne çıkan tüm sorunların yanıtlarını bulabileceği belleme kalıpları peşindedir.
Bu tür eğitim almış kişilerin temel özelliklerinden birisi de dayatmacı oluşları, uzlaşma yetilerini kaybetmiş oluşlarıdır. Tekrara dayalı belletme’nin dayatmacı niteliği, ne denli iyi eğitim almış olurlarsa olsunlar kişilerde zorbalık eğilimleri yaratmaktadır.
Toplumumuzdaki çeşitli sosyal kesimler arasındaki çatışma olgusunun nedenlerinden birisinin de, tekrara dayalı belleme’nin bir yan ürünü olan dayatmacılık olduğu söylenebilir.
Çözüm
Yalnız bu sorun için değil tüm sorunların çözümleri için değişmez bir ilk adım vardır: Sorunun varlığını kabul etmek!
Bu yazıda öne sürülen eleştirilerin yöneltildiği birçok eğitimci, eleştirilerin bütünüyle doğru olduğunu, ancak kendi okullarında “tekrara dayalı belletme”, “ezber”, “öğretme” gibi kavramların söz konusu olmadığını ileri sürmektedirler. İşin daha da ilginç yanı, belletme, ezber ve öğretme’nin en yaygın olduğu kurumlar, bunların varlığına en şiddetle karşı çıkanlardır. Mevcut koşullar (müfredat, veli beklentileri, merkezi sınavlar, çocukların ön yetişmeleri vb) altında burada ileri sürülen yaklaşımları uygulamakta bazı sorunlar olacağı doğaldır. Ancak, öğretme ve belletme yöntemlerinin doğrudan ve dolaylı maliyetleri dikkate alındığında, bu sorunların aşılmasının bir seçenek değil bir zorunluk olduğu görülecektir.
Öğrenci Merkezli Eğitim, müfredattaki eğitsel hedeflerin, çocukların ilgi alanlarıyla ilişkisini kurabilecek birer senaryo ya da proje içinde işlenmesidir. Çıkış noktası budur. Bu tür bir yaklaşımda iki sorun birden çözümlenmektedir. Hem öğretme yerine öğrenme geçmekte, hem de eğitsel hedefler çocukların ilgi alanları içine getirilebildiği için tekrara dayalı belleme ortadan kalkmaktadır.
Öğrenci Merkezli Eğitim ve Sıfır Tekrarlı Öğrenme, eğitimcilerimizin ikibinli yıllardaki hedefi olmalıdır.
Çarşamba 23 Nisan 1997
Çok değerli Tınaz Hocam, 1997 yılında yazdığınız bu yazıdaki tespitler büyük bir ileri görüşlülük örneği. Güncel eğitim araştırmaları da öğrenci merkezli yapılandırmacı eğitim anlayışına öne çıkıyor. Yapılandırmacılık tıpkı sizin söylediklerinize vurgu yapıyor ve problem çözen bir nesli yaratmayı hedefliyor. BNGV nin toplumun sorun çözme kabiliyetini yükseltmeye odaklanması bugünkü modern eğitim anlayışı ile örtüşüyor…. Bu makaleyi yazdığınızdan sonra çeyrek asırdan fazla zaman geçmiş durumda; bugünkü fen matematik müfredatlarına baktığımızda sizin ortaya koyduğunuz çözüme uygun olduğu görülüyor, 21.yy becerileri öne çıkarılıyor, öğrenci merkezli eğitim savunuluyor. Fakat okullarda halen fen eğitimi çoğunlukla öğretmen merkezli düz metin anlatım şeklinde oluyor ve ölçme değerlendirmede de bu anlatımların ne düzeyde ezberlendiği ölçülüyor. Müfredat uygulamaya dönük fen eğitimi vaaz etmesine rağmen bu gerçekleşemiyor. Bunun bir çok nedeni olabilir: Bilim kültürünün toplumda yer etmemiş olması, siyasi erkin bilimden uzak dünya görüşü, öğretmenlerin muhafazakârlığı, merkezi sınav sistemi, özel okulların yaygınlaşması, vd sebepler belli ağırlıklarla bu sonucun müsebbibi olabilir. Maalesef bu başarısızlıklar üzerine araştırmalar yok denecek kadar az…. 8.sınıfta deney yaptıran öğretmenlerin veliler tarafından şikayet edildiği bir toplumda yaşıyoruz….