TEMİZ TOPLUM – BİLGİ TOPLUMU!
Masallardaki gibi bir dev toplumumuzun önüne çıkıp da, “dileyin benden ne dilersiniz?. Enflasyonu mu düşüreyim, trafik canavarını mı yok edeyim yoksa terörü mü durdurayım? Yoksa hepsini birden bir çırpıda halledivereyim mi?” dese, insanlarımızın kesinlikle bunları istemeyeceği bellidir. Daha doğrusu bir süredir bunları istemeyeceği, bunların yerine “temiz toplum” isteyeceği muhakkaktır
Okuduğumuz masallardaki cin ve devlerin şakacı tiplerine ben pek rastlamamıştım. Ama bu çağdakilerin biraz şaka duygusu gelişmiş olacağından dolayı, “pekiyi madem öyle istiyorsunuz , o halde alın size temiz toplum” deyip hepimizi bir güzel şampuanlayıp yıkasa fena halde bozum olur, “sayın dev, biz temiz deyince bunu kastetmemiş, hırsızlık ve uğursuzluklardan arınmışlığı kastetmiştik, siz yanlış anladınız!” demek zorunda kalırdık.
Şaka bir yana, yazarlarımız, politikacılarımız ve düşünürlerimiz -ki bununla yazar ve politikacılarımızın düşünmediği kastedilmiyor, lafın gelişi böyle kullanılıyor-, içtenliğine kuşku bulunmayan bir arzuyla, böyle bir arınmışlığı sağlayabilecek bir kişi, ama babayiğit bir kişi arayışı içindeler.
Söylenenler yoluyla, karşı karşıya bulunduğumuz musibetin nasıl hayal edildiğini kestirmek mümkündür. Örneğin, “şu pislik örtbas edilmesin, nereye kadar gidiyorsa gitsin” denildiğine göre buradan anlaşılan, bu pisliğin, yalnızca belirli kişileri kapsayan “bir zincir” biçiminde hayal edildiğidir. Öyle bir zincir ki, dışındakilerle kesin olarak ayrı ve de bağlantısız.
Uzmanlar, öğrenme denilen süreci bir deneme-yanılmalar dizisi olarak açıklamaktadır. Bu nedenle, musibetlerin bu biçimlerde açıklanmasını, toplumsal öğrenme sürecinin sağlıklı bir işleyişi saymak da mümkündür. Ancak, endişe verici olan, bu açıklamanın verdiği olağanüstü rahatlıktır.
Büyük çoğunluk bu olaylarla kendisini ilgili saymamak eğilimindedir ama bundan pek de emin değildir. Yaşamının çeşitli kesitlerinde, isteyerek ya da olayların akışına diren(e)meyerek, bu tür olaylara küçük ya da büyük katkılarda bulunduğunu hissetmektedir. Ama, en güvenilir sayılması gereken ağızlardan, “bu iş bir zincirdir, sizinle ilgisi yoktur, biz zincirin ucunu çeke çeke gittiği yeri buluruz, siz müsterih olun!” hükmünü duyunca kuşkularının yersiz olduğunu düşünmektedir.
Buna göre, bu sürecin bir öğrenmeye yönelmediği, giderek daha derin gerçekdışılıklara gebe olduğu söylenebilir. Temizlik yolunda bu tür arayışların, kendini kurtarıcı ilan edeceklere son derece uygun bir iklim oluşturduğu bellidir.
Bilim eğlence ihtiyacından değil, olayların açıklanabilmesi arzusundan dolayı gelişmiştir. Bu basit gerçek, bize musibet mücadelesinde en sağlam yol göstericidir.
Her bilim dalı, belirli bir alandaki olayları açıklayabilmek için o alanla ilgili bazı temel yasalar ortaya koymuş, sonra da o yasalara dayanarak olayları açıklayabilmiştir.
Yıllardır karşılaştığımız, günümüzde giderek hızlanan (ya da medyanın daha çok farkına varılmasını sağladığı) olaylar, sokaktaki insan mantığıyla açıklanamaz.
Birbirinden farklı gibi görünen çeşitli olayları birbirine bağlayabilmek için, toplumumuzun sorunlarının kompoze edilebileceği “sorun elementleri tablosu” kavramının öncelikle anlaşılması gerekmektedir. Bu tablo ve onu kullanarak çeşitli “sorun bileşimleri” üretimine “sorun kimyası” denilebilir*.
Bu tablodaki sorun elementlerinin önem düzeyleri, bileşimine girecekleri sorunlara göre değişir (aynen madde kimyasında olduğu gibi). Ama bunlardan bir tanesi, diğerlerine göre daha önemlidir. Bu da, toplumumuzun “Sorun Çözme Kabiliyetinin Düşüklüğü”dür. Nitekim, bunca iyi eğitilmiş insanının bu olayları açıklayabilmek için doğru sorular soramaması, bu yetersizliği göstermektedir.
Bilgi toplumu, sorunlarını çözmede bilgiyi kullanan ve bu nedenle de sorun çözme kabiliyeti yüksek toplumların adıdır. Bilgi toplumu hedefimiz, bu sorunlara bilgi tabanlı bakmayı gerektiriyor. Sorun Kimyası bunun için önemlidir.
Pazar, 17 Kasım 1996