ORMAN YANGINLARI “NİÇİN “SÖNDÜRÜLEMİYOR?
Yaz gelince orman yangınlarının da artması, kimsenin itiraz etmediği köklü bir geleneğimiz olmuştur. Bu uysal tutumun arkasında biraz gerekçelerin akla yakınlığı biraz da bilgi eksiği vardır.
Başka ülkelerdeki orman yangınlarının sayısı, göreli olarak sıklığı ve bu gibi bilgilere sahip olmayan kamuoyu olsa olsa yangın görünce küreği kapıp üzerine gider, başka bir katkısı olmaz.
Hele bunun üzerine sabotaj kaynaklı yangınlar da binince kimse soru sormayı aklına getirmez.
Kamuoyu, medya ve yöneticiler konunun çözüm kısmıyla, hem de son aşamasıyla yani çıkan bir yangının “nasıl” daha çabuk söndürülebileceği ile meşguldür.
Yangınların “niçin” çıktığı üzerinde ise durulmuyor ve biliniyor ki çoğu kasten (terör amaçlı) çıkarılmaktadır.
Ama sorulması gereken, bu iki soru da değildir. Çoğu orman yangınları ya yanacak yer bittiği ya da yağmur yağdığı için sönüyor. O halde doğru soru, yangınların “niçin” söndürülemediği, daha doğru bir ifadeyle niçin, başlangıçta söndürülemeyip kontrolden çıktığıdır.
Herhangi bir nedenle kontrolden çıkıp büyüyen bir orman yangınının kolay kolay söndürülemediği, hele rüzgar gibi yardım edici bir faktör altında işin daha da güçleştiğini hemen herkes bilmektedir.
O halde geriye, çıkan/çıkarılan yangınların olabildiğince çabuk haber alınıp, etkili ilk müdahalenin yapılması şansı kalmaktadır.
İşte bu nedenle, “çabukluk”, “haber alma”, “organize olma”, “harekete geçme”, “ne yapılacağını iyi bilme” gibi faktörler büyük önem taşımakta ve yukarıda sorulan soru bu önemli ögelerin niçin yerine gelmediğini sormaktadır.
Bu soru parçalarının herbiri ayrı incelemeye değer konulardır. Ama, hepsini birden kavrayacak bazı cevaplar da vardır. Şöyle ki;
-
Toplumumuz kurallara boğulmuş ama kuralsız yaşayan bir toplumdur. Çağdaş bir toplum dokusunu oluşturan binlerce önemsiz görünüşlü kural -ki bunlar yasal ya da geleneksel kökenli olabilir-, bizler için yoktur. Halbuki, özgürlükleri, daha iyiye, doğruya ve güzele varmak için kullananlarla, özgürlükleri yoketmek için kullananları ayırt edebilecek araçlar, kural kirliliği içinde kaynayıp giden ayrıntılardır.
“Farkları farkedebilme” denilebilecek bu toplumsal becerinin kaynağı ise çeşitli sanat dallarıdır. Sanatın bu önemli işlevini pas geçmiş olan toplumumuz, iri elleriyle alet kullanmadan beyin ameliyatı yapmaya çalışan cerrah gibidir.
-
Her türlü sabotaj için en uygun ortam, nelerin yapılamayacağı konusunda halkın değişik anlayışlara sahip olmasıdır.
Kullandığımız kavramların içlerinin boş ve herkesçe isteğe göre doldurulabilir oluşu, birisine göre sabotaj hazırlığı sayılabilecek bir eylemin, diğerine göre özgürlük sayılmasına yol açmıştır.
-
Ormanlarımızın sahibi devlettir. Ortak mülkiyet halinde gerçek bir sahibin bulunmadığı da herkesçe bilinen bir gerçektir. Yani ormanlar sahipsizdir. Nitekim orman yangınlarında ister kaza ister sabotaj olsun yanan ormanların hiçbir zaman özel ormanlar olmayışı bir raslantı değildir.
-
Vatandaş, üzerinde yaşadığı topraklara, “burası benimdir” biçiminde yürekten sahiplenmiş değildir. Tüm yapılar, şehir mobilyaları, insan davranışlar, “gerekirse buraları da bırakır gideriz” mesajı yayınlamaktadır.
Bu tutum, kamu görevlilerine de yansımıştır. Kendilerine iletilen bir bilgiyi ciddiyetle değerlendirip harekete geçen kamu görevlisi yüzdesi düşüktür. Ayrıca maaşının düşüklüğünü, görevini kötü yaparak telafi etmenin “hak” olduğuna inanan kamu görevlisi de çoğunluktur.
-
Mahalle yönetimleri -muhtarlıklar-, yörelerinde kimlerin oturduğunu, ne iş yaptıklarını, kimlerin yöreye girip çıktığını bilmemektedirler.
Toplumumuzun “sistemli kaydetme”, “kaydedilen bilgileri güncelleme” ve “kaydedilip güncellenen bilgilerden sonuç çıkarma” kültürü çok zayıftır.
Vatandaşın, oturduğu yeri eğreti görmesi ve bu kaydetme kültürü yetmezliği birleşince,”yol geçen hanı” biçiminde yaşam yerleri doğmaktadır.
-
Yeter sayı niteliklerde kamu yöneticilerine sahip değiliz. Bir “orman bölge müdürü”nün yangın söndürürken ölmesi, Orman Bakanı’nın vatandaşlarla birlikte yanan ağaçlara koşturması, kamu yöneticilerimizin hala 1900’lü yıllarda kaldıklarını gösteriyor.
Bu basit yaklaşımdan dahi görülmektedir ki, orman yangınları olarak kendini gösteren sorun aslında, başka sorunların kendi aralarında yaptıkları özel bir bileşimden ibarettir.
Bu şaşırtıcı sonuca varmak için tek yapılan, doğru bir soru sormaktan ibarettir.
Evet, toplumumuza yapılabilecek en büyük hizmet onun doğru sorular sormaya başlamasına yardımcı olmaktır.
Pazartesi, 29 Ağustos 1994