Öğrenme Devrimi
Öğrenme Devrimi
Okulsuz toplum kavraşımı üzerine ilk yazılan kitapların (Ivan Illich, 1971) üzerinden yaklaşık 40 yıl geçti. Zorunlu eğitimin insanları robotlaştırdığı savı çok sayıda düşünür, yazar, eğitimci tarafından dile getirildi.
Karatahta, tebeşir ve öğretmen 300 yıl kadar önce ilk defa Prusya İmparatorluğunda kullanıldığından bu yana, B.F. Skinner’in hayvan deneylerinden yararlanan günümüz eğitimi özünde bir değişiklik geçirmedi. Sadece, öğrencilere “Öğrenci Merkezli Eğitim” adı altında, “öğretilenler üzerinde soru sorma” imkanı tanındı; o da, öğretilenlerin daha iyi bellenip ezberlenmesi amacıyla.
Zorunlu eğitime karşı çıkanların hareket noktası, öğrencilerin ihtiyaçlarıyla öğretilenler arasındaki farklılıktı. Geliştirilen alternatif ise “ev eğitimi” (homeschooling) olup halen yalnız A.B.D.’de 1.5 milyon çocuk ev eğitimi almaktadır (http://en.wikipedia.org/wiki/Homeschooling).
Ev eğtimini savunanların %30 kadarı dini nedenler ileri sürerlerken hemen hiçbiri “kişinin doğuştan gelen yüksek öğrenebilirlik potansiyelini harekete geçirmenin gözardı edilmesi“ni neden olarak ortaya koymamışlardır. Bunun olası nedeni, ailelerin de ideolojik denilebilecek okul amaçları yönünde koşullanmışlığı olabilir.
Diğer yandan son on yılda, İngiltere ve A.B.D.’de misyonu şu şekilde dile getirilen bir hareket başladı: “her öğrenicinin yetenek ve tutkularını harekete geçirecek, mükemmeliyet ve başarma amaçlı öğrenme!”
Bu ifadededen de görüldüğü gibi öğrenme devriminin hareket noktası tamamen farklıdır ve zorunlu eğitimin temel argümanı olan “egemen ideoloji(ler)in benimsetilmesi” olmayıp, kişinin dünyaya beraber getirdiği öğrenebilirlik yeteneğinin harekete geçirilmesine dayanmaktadır.
Bu hareket noktasının benimsenmesi rastgele bir tercih değildir ve ayrıca yeni keşfedilmiş de değildir. İnsanoğlunun -ve de tüm canlıların- temel varlık nedenlerine yönelik risklerle başedebilmeleri için gereken bilgi-beceri-tutum-davranışları edinmedeki olağanüstü yetenekleri en eski devirlerden bu yana bilinmektedir. Bu gerçeği kuramsal olarak ifade eden kişi ise Darwin olmuş, koşullara en iyi uyum sağlayanın hayatta kalacağını ortaya koymuştur.
Her ne kadar, Türlerin Kökeni (On the Origin of Species) eserinin yayımlanması (1859) ile zorunlu eğitimin dayandığı ideolojinin sorgulanmaya başlaması (1971) arasında 110 yıl kadar bir süre varsa da kültür tarihinde bu sürenin “çok kısa” sayılması gerektiği açıktır.
Buna göre, öğrenme devrimi’nin başlangıcı olarak, canlıların türlerini devam ettirebilmeleri yolunda sahip oldukları en güçlü yeteneğin yüksek öğrenebilirlikleri olduğunun bilimsel olarak ortaya konuşu ile eş zamanlı olduğunu ileri sürmek abartı sayılmamalıdır.
Tarım, sanayi ve enformasyon devrimlerinden sonraki bu devrimin, diğerlerinden daha derin etkileri olacağı bellidir. Şimdi mesele, artık içinde bulunduğumuz bu devrimin farkına varanlarla varmayanlar arasındaki mücadelenin neresinde olunacağıdır.
Salı, Ağustos 3, 2010
… Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))