HABİTAT REKLAMLARI KİME NE DİYOR?
“256 milyon Amerikalı İstanbul’a geliyor”, “6 milyar Dünyalı İstanbula geliyor”. Bir süredir TV’lerde HABİTAT toplantısı için bu ve benzeri reklamlar izliyoruz.
Bu abuk reklamlar birçok çıkarsamaya yol açabilir. Ama en önemlisi, Türkiye’nin hiçbir konuda kaynak sıkıntısı olmadığı, yalnızca akıl sıkıntısı -had derecede- bulunduğu sonucudur.
Bu olay tek değildir. Sık sık gazetelerde kamu kuruluşlarının milyarlık reklamları çıkar. Bir ara özelleştirme için benzer ilanlar çıkardı.
Bunların, akıl eksiğinin yanısıra ikinci bir ortak özellikleri de, kime ne dediğinin belli olmayışı, daha doğrusu hiç kimseye hiçbir şey demediğidir.
Bununla beraber, bunların tamamen amaçsız, can sıkıntısı ve para bolluğundan verilmiş reklamlar olduğu da zannedilmemelidir. Kendilerine reklam ajansı, halkla ilişkiler bürosu vs gibi adlar yakıştıran ve gerçek reklamcı ve halkla ilişkiler uzmanlarıyla yakın ya da uzak herhangi bir ilişkisi bulunmayan bir kısım uyanık geçinen vatandaşımız, nerede bir fon varsa onun kokusunu alıp bu tür işe yaramaz reklamlarla değerlendirirler. Bu reklamlar üzerinden de %25’den az olmayan komisyonlar alırlar.
Bu fonların kaynağı ise bazen devlet bütçesi, bazen uluslararası kuruluşların ayırdıkları proje bütçeleridir. Uluslararası kuruluşların bütçelerinin kaynakları ise üye ülkelerden aldıkları paylardır. Dolayısıyla her iki halde de harcanan para vatandaşın parasıdır.
HABİTAT reklamlarının parası da benzer biçimde Birleşmiş Milletler, yani Türkiyenin katkı payı, yani vergilerimizden karşılanmakta, sonra da bir kısım uyanık insana aktarılmaktadır.
Bu işe izin verenlerin muhtemelen, “Dünyanın en büyük organizasyonlarından birisi gerçekleşiyor. Bu reklam az bile” diyebilecekleri bellidir. HABİTAT’ın Dünya’nın en büyük organizasyonlarından birisi olduğu doğrudur. Ama bu, mevcut kaynakları, bu büyüklüğe yaraşır bir organizasyon yapmaya harcamanın bir gerekçesi olabilir. Yoksa, organizasyona hiçbir katkısı olmayan, reklamlar yapmanın gerekçesi değil.
HABİTAT toplantısı sırasında doğabilecek aksaklıklar şimdiden bellidir. Toplantı bittikten sonra bunlara gerekçe olarak para yetersizliği gösterilecek, “bu kadar paraya bu kadar organizasyon denilebilecektir”.
Bu işleri yönetenlerin dürüstlük ve erdeminden kuşku yoktur. Ama, geniş kadrolarla çalışanların kendilerinin ahlaklı ve dürüst olmaları yetmemektedir. Onların aynı zamanda çevrelerine de dikkat etmeleri, kendilerine teslim edilmiş kaynakları çarçur etmeyecek biçimde çalışmaları da şarttır.
Peki niçin böyle oluyor? biçiminde bir soru sorulsa, bunun yanıtı ne bu reklamları yapan şirketlerin, ne de yaptıran kamu otoritelerinin kusuru değildir.
İşte burada ulusça bir eksiğimiz ortaya çıkmaktadır: Bu reklamları izleyen 35-40 milyon vatandaşımız, mevcut iletişim imkanlarını kullanarak bir anda TV’leri, ilgilileri protesto bombardımanına tutmalıydılar. Bunun yapılmayışı, insanımızın henüz bu noktada olmadığını göstermektedir.
Biz yeterince uyanık olmadığımız sürece başka uyanıklar çıkacaktır. Bu kaçınılmazdır.
Salı, 21 Kasım 1995