ELEŞTİRİYE KAPALI SİSTEMLER KENDİNİ SÜRDÜREMEZ!
İnsan -ve çoğu canlının-, çevresindeki fiziki koşullar değiştikçe ona uyum gösterebilmesi, “geri besleme” denilen bir çeşit “özeleştiri mekanizması” yoluyla mümkün olabilmektedir.
Örneğin, ortam sıcaklığı yükselince terleyen vücut, ısı kaybederek kendini tekrar 37C° dolayına getirir. Aksine, ortam soğuyunca, deri gözenekleri daralarak ısı kaybını azaltır ve vücudu yine aynı sıcaklıkta tutar.
Herhangi bir nedenle bu mekanizmanın işleyişi bozulsa ve beden sıcaklığı 42’nin üzerine çıksa ya da 35’in altına düşse, insan, yaşamını sürdüremez.
Vücut sıcaklığı için geçerli olan bu “kendini, ortama göre ayarlayabilme” özelliği, organizmadaki yüzlerce süreç için de aynen geçerlidir.
Bu mekanizma ister vücut sıcaklığının, ister dengemizin, isterse kan basıncımızın korunmasını sağlasın, daima aynı şekilde çalışır: Dengede tutulmak istenen her ne ise, ona ait bir “olması gereken değer” genetik belleğimizde mevcuttur. Diğer yandan, dengede tutulacak olanın değerini her an ölçen bir de duyarga vardır. İşte, yaşamın sihirli mekanizması, bu iki değeri karşılaştırılması yoluyla olur. Bu bir çeşit “özeleştiri” dir.
“Olması gereken” ile “gerçekte olan” arasındaki fark, sistem tarafından bir “hata” olarak kabul edilir ve bu hata katlanılabilir bir değeri aşınca, bir “hata düzeltici mekanizma” devreye girer ve hatayı yoketmeye çalışır.
Dikkat edilirse, sistemi yaşayabilir durumda tutan sihirli yan, “gerçekte olan”ın üstünün örtülmeyip aksine ortaya konulması, bununla yetinilmeyip bir de “olması gereken”e göre ne durumda olunduğunun eleştirilmesidir. Sistem, son adımı bu eleştirinin sonucuna göre ortaya çıkan “hata”nın düzeltilmesine razı olmakta ve ancak bunun karşılığında yaşamını sürdürebilme ayrıcalığını koruyabilmektedir.
İnsanoğlu bu harika “yaşam sürdürebilme” mekanizmasını keşfedince, kendi icadettiği mekanik sistemlere de uygulamaya çalışmıştır. Uçaklar, dengesini bozmaya çalışan çeşitli etkenlere karşı bu sayede uçmakta, evlerdeki buzdolapları böyle çalışmakta, TV yayınları bu yolla izlenebilmektedir.
Organik ve mekanik Dünya’nın bu yaşam sırrı, toplum yaşamına da uygulanmış, örneğin “demokrasi” denilen rejim de böylece ortaya çıkmıştır.
Baskın özelliği, “halkın kendini yönetmesi” olarak belletilen bu rejimin daha önemli bir niteliği, “kendini, olması gereken özelliklerinin dışına çıkarmaya çalışan etkenlere karşı, özeleştiri yoluyla koruyabilmesi”dir.
Organik ve mekanik sistemlerde kontrol altında tutulması gereken özelliklere ait “olması gereken”ler, doğuştan ya da insanlar tarafından dışarıdan empoze edilir. Demokraside ise “olması gerekenler”, demokrasi tarihi boyunca gelişmiş evrensel kurallara göre oluşur.
“Hataları düzeltici” mekanizmanın, demokrasiyi, “olması gerekenler”in dışına çıkmaktan koruyabilmesi için ise, “gerçekte olanlar”ın ölçülebilmesi, yani sistem tarafından “bilinebilmesi” gerekmektedir.
İşte işin püf noktası buradadır: içinde ülkemizin de bulunduğu bir dizi “gerice” toplumda, mekanizmanın bu “gerçekte olanları bilinir kılma” yanı, kurumları yıpratmama adına, ama aslında, kurumlardan oluşan sistemin kendini sürdürebilirliğini tahrip etmek pahasına işletilmemektedir.
Yargı kurumu böyledir. Ordu böyledir. İstihbarat kurumları böyledir. Hatta dışişleri büyük ölçüde böyledir. Yalnız bu kurumların mensupları değil, toplumun büyük bölümü de, “hata düzeltici mekanizma”nın can alıcı noktası durumundaki “gerçekte olanları bilme” konusunda son derece tutucudur ve bu kurumlara yönelik eleştirileri yıkıcılıkla eş tutar. Gerçek ise tamamen aksidir. “Cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla döşelidir” özdeyişi uyarınca, “gerçekte olanları bilme” konusunu yıkıcılık saymakta bulunanlar, ülkemiz rejiminin, kendini yıkıcı etkilere karşı koruyabilme kabiliyetini, bir deyimle demokratik bağışıklık sistemimiz’i bilmeden sabote etmektedirler.
Ancak bir noktaya da işaret edilmelidir: sistemin kendini hatalara karşı koruyabilmesi yalnız “gerçekte olanları bilme” sine bağlı değildir. Bunun yanısıra, “hata düzeltici mekanizma”nın da çalışması gerekmektedir. Bu mekanizmanın demokrasi durumundaki karşılığı, “toplumumuzun sorun çözebilme kabiliyeti”dir. Bu kabiliyetin düşük olduğu da ayrı bir toplumsal zafiyetimizdir.
Türkiye’nin artık bunları konuşabilmesi, kendi kendine övünmekten vazgeçip, evrenin en eski ve en güvenilir mekanizmasının güvenilir kurallarına kendini teslim etmesi vakti gelmiştir. Hatta geçmektedir.
31 Aralık 1995