Düşünsel sıçrama ihtiyacı!

Düşünsel sıçrama ihtiyacı!

Her sorunun karmaşıklık düzeyi, o düzeyle uyumlu düşünme araçlarını gerektirir. Şifresi unutulmuş bir çantayı açma sorunu için kullanılabilecek araçlarla, şifresi unutulmuş bir bilgisayarı açma araçlarının sofistikasyon düzeyi aynı olmayacaktır.

Birisi için “kilidi kırıp yenisiyle değiştirmek“, “sabredip 1000 adet deneme yapmak” vbg basit araçlar yeterli iken, diğeri için örneğin “işletim sistemine hakim olmak“,  “bütünüyle reset etmek” vbg daha karmaşık bilgilere ve o bilgileri kullanabilecek düzeyde düşünsel araçlara ihtiyaç olabilir.

Fakat bir sorun var..

Kişi kendini bilmek gibi irfan olamaz” atasözümüz ya da Apollon tapınağının girişindeki “kendini bil” yazısı sıradan bir öğüt gibidir ama, biraz düşünülünce gerçekleştirmenin ne denli güç olduğu hemen anlaşılabilir. Birisini -ya da kendini- “bilmek”, bilinecek olanın çeşitli tutum ve davranışlarını yargılamak demek olduğuna göre, yargı ölçütlerine ihtiyaç vardır.

Örneğin, lokantada yemek yerken, yemeğine ortak olmak isteyen bir kediyi tekmeyle kovan kişinin bu davranışı, hayvanlardan bahsederken “afedersiniz hayvan” diye başlayan birisi için onaylanacak bir davranış iken, canlıların bütünlüğünü idrak etmiş bir diğeri için affedilemez bir yanlıştır. Bu yargılamadaki ölçüt -görüldüğü üzere- “insanın, canlılar dünyasındaki yeri” bağlamındadır ve birisi insanı putlaştırıp en tepeye koyarken diğeri canlılar ailesinin eşit -ama farklı- bir üyesi olarak değerlendirmektedir.

Buna göre, her değerlendirmede kullanılan ölçütler kişilerin kendi ölçütleri olacak, sahip olmadığı bir ölçüte göre değerlendirme yapması -imkansız değilse de- epey güç olacaktır.

Benzer biçimde, kişiler, yaşamlarının her anını dolduran sorunları çözmeye çalışırken de, kendi bireysel sorun çözme araçları dağarcığındaki -kullanmaya alışık olduğu- aletleri kullanacaklardır. Kurumlar ve toplum için de durum benzerdir.

Gündelik yaşam sorunları ikliminde birlikte yaşarken hemen hemen benzer araçları kullanan insanlar arasında sorun çıkmaz. Fakat, alışılmış karmaşıklık düzeyinin üzerinde sorunlarla karşılaşıldığında da yine alışılmış aletlerle sorunlar çözülmeye çalışılır.

Yeni -ve daha başa çıkılamaz- sorunların başladığı yer burasıdır..

Kişilerin -ya da onların oluşturduğu kurum, toplum gibi daha üst yapıların- kullanmaya alışkın oldukları aletlerle, alışkın olmadıkları karmaşıklıktaki sorunları çözmeye çalşmaları, başka hiçbir neden olmasa dahi yeni ve daha da karmaşık sorunların ortaya çıkması için yeterlidir. Üstelik, bu olgunun anlaşılmayıp, sorun çözmedeki başarısızlığın nedenleri olarak farklı etkenlerin aranması -ki bir bölümü doğru da olabilir- ve bulunacak bu etkenlere göre yeniden ve yeniden girişilecek yeni çözüm girişimleri sonunda, yepyeni ve hiç tanışılmamış karmaşıklık düzeyindeki sorunların ortaya çıkması da kaçınılmazdır.

Uyaranları kimse dinlemez..

Giderek karmaşıklık düzeyi artan sorunlar ikliminde, alternatif -ama mevcutla aynı karmaşıklık düzeyindeki- açıklama ve çözüm sahipleri, doğan bu olumsuz iklimin kendi savundukları yaklaşımların benimsenmemesi nedeniyle oluştuğunu iddia edeceklerdir.

Bu iklim içinde, daha yüksek karmaşıklık düzeyindeki “sorun anlama“, “sorun tanımlama” ve “sorun çözme” yöntemlerini savunanlar da kuşkusuz bulunabilir; ama alışılmış anlama, tanımlama ve çözme araçları öylesine bir ezber ortamı yaratmıştır ki, alışılmışa karşı ses duyurmak mümkün değildir.

Bir örnek..

Kürt Sorunu’nun 2011 Ağustos itibariyle geldiği durumda, ana muhalefet partisi lideri -mealen- şöyle diyor:  “Siyasi partilerin görevi sorun çözmektir. Mevcut iktidar partisi ise sorun çözemiyor. Bizim önerilerimiz dinlense siyaset bu sorunu çözer

Bu yaklaşımın bütünü konusunda çeşitli kurumlar arasında görüş farklılıkları olması doğaldır. Fakat ilk cümle olan “siyasi partilerin görevi sorun çözmektir” parçasına itiraz edecek bir siyasi -hatta akademik- kurumun ortaya çıkması pek olası değildir. Çünkü mevcut paradigmaya göre sorunları çözmek siyasi partilerin görevidir.

Nitekim seçimler sırasında birbirinden farklı siyasi partilerin temsilcileri tek nokta etrafında birleşegelmişlerdir: Bizi seçerseniz sorunlarınızı çözeriz!

Bu paradigma, belirli karmaşıklık düzeyine kadar sorunları çözebilir..

Siyasi partilerin görevi sorun çözmek ise, toplumu oluşturan birey ve kurumların çeşitli ilgi ve çıkarları doğrultusunda oluşturacakları dernek, vakıf, platform, sendika, birlik, üst-birlik vs’nin işlevi nedir.

’80li yıllarda bir Arnavutluk seyahatinde, başkent Tiran ile İşkodra arasındaki yolu bir Arnavut bakan ile birlikte alırken, adım başındaki “union” tabelalarını görünce merakla -çünkü o tarihlerde sendikalaşma yasaktı- “bu union’lar neyin nesidir?” gibisinden -kibarca- sormuştum.

Arnavut bakan büyük bir hayretle yüzüme bakmış ve şöyle demişti: “Ben Türkiye’de de union’lar olduğunu sanıyordum. Bu kuruluşlar hükümetin emirlerini işçilere ileten kuruluşlardır. Siz nasıl iletiyorsunuz?”

Benzer biçimde, eğer siyasi partilerin görevleri sorunları çözmek ise, onca örgütlenmenin tek işlevi olabilir: Görüşlerini hükümete bildirmek; hükümetin de kendi görüşü yönündekileri destek olarak kullanması!

Bu paradigma, belirli bir sofistikasyon düzeyine kadarki sorunları çözebilir. Bu yaklaşıma da -eğer örgütlenmelerin fikirlerini yeterince alıyor ise- yarı demokrasi denilebilir. Fakat halk böyle bir demokrasinin fazlaca bir faziletini görmediği için de sık sık otoriter idareleri -mesela askeri idareleri- destekler ya da en azından otokratik sivil idareleri arzular.

Ama ne yazık ki sorunların karmaşıklık düzeyini kendimiz seçemiyoruz..

Resmi haritalarda gösterilenlerin dışındaki çeşitli sınırları giderek daha karmaşık süreçler sonunda ortaya çıkan toplumlar arasındaki çıkar çatışmaları, öyle karmaşıklıkta sorunlar üretmektedir ki, bunların oluşumunda çoğu zaman yerel toplumların çok az katkısı vardır. Pişirilip kotarılmış sorunlar toplumların önlerine konulmaktadır. Irak, Afganistan, Pakistan, Libya, Mısır, Türkiye gibi toplumların karşı karşıya bulundukları sorunlar, onların sorun çözebilme kabiliyetleri ile orantılı olarak kendilerince seçilmemiştir.

Bu sorunların, yarı demokratik paradigmaya göre işleyen toplum yapılarınca bırakınız çözülmesi, anlaşılması bile imkansızdır. Eldeki en güçlü araç, “sorunları siyasi partiler çözer; diğer tüm örgütlenmeler de fikir beyan ederler” şeklindedir.

Siyasi partilerin görevi sorun çözmek değil, ortam hazırlamaktır..

Çoğulcu demokrasi, yapacak işi olmadığı için sıkıntıdan bunalan müreffeh insan topluluklarının değişiklik olsun diye ürettikleri bir yaşam biçimi değildir. Tam aksine, bir sorun çözme aracıdır ve karmaşık sorunları çözmek yolunda evrimleşmiştir. Eskilerde derebeylerinin, zalim kralların boyunduruğunda yaşayan ve sorunları o diktatörlerce çözülen o toplumlar, daha sofistike sorun çözme yöntemlerine ihtiyaç duydukça önce çoğunlukçu yarı demokrasileri geliştirmiş, daha sonraları ise sorunların karmaşıklığı arttıkça çoğulcu demokrasilere geçmek zorunda kalmışlardır.

Tek kişilerin kolayca buyurup sorun çözdüğü düzeyden daha karmaşık sorunlar, ancak o sorunlara taraf (paydaş) olan kesimlerin ortak akıllarının harekete geçirilmesiyle çözülebilir.

Karmaşık sorunların paydaşları da -sayı ve nitelikleri itibariyle- çok ve karmaşık olduğu için, onları bir salona doldurup çözüm bulmalarını beklemek beyhudedir. Bu nedenle, ortak akıl üretme sürecinin, birilerince oluşturulması gerekmektedir ve bu çok önemli bir işlevdir. Bu işlevi yapacak olan kurum, çözüm geliştirecek ve uzlaşı sağlayacak olan kurumlar değildir.

Bu işleve “ortam yaratma” işlevi denilebilir ve siyasi partilerin başlıca görevi bu ortamın yaratılması bağlamındadır. Yaratılacak ortam içinde, sorunlara çözüm geliştirecek, uzlaşı sağlayacak kurumlar ise, çoğulcu demokrasinin ana yapı taşları olan örgütlenmelerdir.

Ortam yaratma işlevi, çoğulcu demokratik sürecin şiddetten kesin olarak arındırılması, bir korkusuzluk ortamı oluşturulması, her örgütlenmenin özgürce fikir oluşturup uzlaşı sürecine katkıda bulunması ve toplumda bir uzlaşı kültürü oluşturulmasını içerir.

İktidar partisinin görevi bu ortamı yaratmak ve bu yolla ortaya çıkacak çözümleri uygulamaktan; muhalefet partilerinin görevleri ise daha verimli ortamların yaratılması için seçenekler üretmekten ibarettir.

Dernek, vakıf, platform, sendika, birlik, üst-birlik ve benzeri ilgi ve çıkar örgütlenmelerinin rollerinin ne denli farklı olması gerektiği ve siyasi partilerin toplumu oluşturan birey, kurum ve kesimler adına çözüm üretmelerinin çoğulcu demokrasiye ne denli aykırı olduğu görülüyor.

Şu an için üzerinde durduğumuz düşünsel platform, karşıkarşıya olduğumuz sorunları çözemez. Bu platformun sorun çözme kabiliyeti, sorunlarımızın karmaşıklık düzeyinin altındadır.

Bunu lütfen bir düşününüz. Sonra da siyasi partilerden sorunlara çözüm bulmasını istemekten vazgeçiniz. Siyasi partilerin görevleri konusunda yeni paradigmaları gündeme getiriniz. Bu düşünsel araçlar, bu sorun çözme kabiliyeti düzeyi ile bu kritik coğrafyada tutunamayız.

17 Ağustos 11 Çarşamba

 

Yorum Gönder