BİR GERÇEĞİN YENİDEN KEŞFİ!
BİR GERÇEĞİN YENİDEN KEŞFİ!
Çocukken okuduğumuz bir yazıyı yıllar geçtikten sonra tekrar okuyunca, evvelce hiç gözümüze çarpmayan karakterler, yargılar, ilişkiler keşfederiz. Hatta denilebilir ki, bir yazı her yıl tekrar okunsa, her defasında yeni noktalar keşfedilebilir.
Din kitaplarının sembolik bir dille yazılmış olmasının bir nedeni, geniş bir alanı ilgilendiren yargıların sınırlı bir hacimde ifade edilmek zorunluğudur.
Ama -bir şekilde aşılabilir olan- bu güçlüğün ötesinde daha önemli bir nedenle sembolik anlatım kullanılmıştır. Bu da, her okuyanın ve de her defasında yeni anlamlar çıkarabilmesine ve böylece de zamanın aşındırıcılığına dayanabilme özelliği kazanmasına imkan yaratmaktır.
Bu yüzden, “gerçekler her gün, herkes tarafından yeniden keşfedilmelidir” denilebilir.
İnsan da yeniden keşfedilmeli!
Fotoğraf teknikleri geliştikçe, insan gözünün fiziksel sınırlamaları ve sınırlamaların yol açtığı anlayış daralmalarını yavaş yavaş aşıyoruz.
Gözün kolayca izleyebildiği desimetre boyutunun altına inildikçe “yok” sayılan dünyaları yeniden keşfediyoruz. (Micro-cosmos) adlı filmi ya da belgesel yayımlayan TV kanallarını izleyenler, milimetre boyutunda nasıl içiçe geçmiş dünyalar olduğunu gözlemişlerdir.
Bu teknikler geliştikçe yarınlarda daha küçük -o da ne demekse- evrenlerle içiçe yaşadığımızı algılayabileceğiz. 1/x fonksiyonun artı ve eksi sonusuzu birleştiren ilginçliği, bir anlamda, çok büyükler ve çok küçüklerin olmadığını, bunların aynı ve de “tek” olduğuna işaret ediyor. x değişkeninin sıfıra çok çok yakın pozitif bir değeri 1/x’i artı sonsuz; sıfıra çok çok yakın negatif bir değeri eksi sonsuz yapabiliyorsa, x’in tam sıfırda, artı ve eksi sonsuzu birleştirdiği sanal (gibi) görünen ama müthiş bir gerçekliktir.
“Göz” dediğimiz organın yetersizliği ve bir yandan da insanoğlunun kendi türüne karşı oluşturduğu türcülük -ırkçılık gibi- nedeniyle düne kadar “önemsiz”, “akılsız”, “insan için yaratılmış” sandığımız canlılar evrenlerinin önünde şaşkınlık ve saygı ile kalakalmış durumdayız.
Bu resim, diğer canlılar için ne denli şaşırtıcıysa, insanlar için de öyledir. Her ne kadar diğer canlılardan üstün görsek de insan türüne verdiğimiz önem de basit bir “aynıdaşlık”tan öte değildir.
İnsanın kendi kendinin neresini beğendiği “neremi neremi” diye sorulmaya değer bir sorudur. Kendini “alet yapan hayvan” olarak yücelten insan, diğer canlıların ne tür aletler yapabildiğine, hem de sürdürülebilir yaşam çevresini bozmayacak aletler yapabildiğine dikkat etmemiştir.
Aslında “alet yapabilirlik”, insanın eksik yanlarından birisi olarak da yorumlanabilir. Çünkü her yaptığı alet, onu varoluş ekolojisinin biraz daha dışına itmektedir. Bu yüzden, diğer canlılara göre çok daha az gelişmiştir. Hatta belki bu huyu, onun sistemden silinmesine yol açabilecektir. Hiç övünülmemesi gereken bir yanıyla şişinen insan, esas şaşkınlık ve hayranlık duyması gereken yanını bugüne kadar gözardı etmiştir. Bu özelliği, “bir amacı benimsemesi halinde, ortaya koyduğu olağanüstü öğrenme yeteneği”dir. Peki, biz bu yeteneği nasıl değerlendiriyoruz.