AYDIN KRİZİ

Ne kaynaklı olursa olsun çalkantılı dönemler, çok sayıda yönün ortaya atıldığı ve bunların savunucularının da -bazen canları pahasına- bu yönleri savundukları dönemlerdir. Akılcılık her zaman iyi bir yol göstericidir, ama işte özellikle bu gibi dönemlerde tek çıkış yoludur.

İnsan mezarlıkları gibi toplum mezarlıkları da bulunsaydı, orada herhalde yalnız bir tür mezar taşı bulunur ve üzerinde şu yazardı: “Bu toplum, sorunlarını anlamak ve sonra da çözmek için akılcılığı kullanamadı..”

Gazete ve TV’ler, sanki merkezi bir kaynaktan emir alıyor gibi, birkaç standart kalıp dışına çık(a)mıyorlar. “Filan partinin ağır toplarından fişmanca, memleketin durumu iyiye gitmiyor dedi ve bunu söylerken de sağ işaret parmağını anlamlı biçimde çay bardağına dokundurdu” benzeri yorumlar, saatlerce okutulup dinletilmeye çalışılıyor.

Her mal satılabildiği sürece vardır. Toplumumuzun sorunlarıyla yakın uzak bir ilgisi bulunmayan bu yorumlar, bunlara konu olan kişiler ve kurumlar, satabildiği için vardırlar. Daha doğrusu, bu saçmalıkları görebilen insanlar, bunları aşabilecek biçimde bir örgütlenme biçimi geliştiremedikleri için meydan bu zırvalıklara kalmıştır.

Türkiye, bir siyasal veya ekonomik ya da toplumsal kriz değil, bir aydın krizi yaşamaktadır. Eski Yunancada karar anlamına gelen kriz, kendini aydın olarak niteleyen kesimin bir dizi karar verme durumuyla karşı karşıya bulunduğunu söylemektedir.

Aydınlarımızın önemli bir bölümünün eğitim kökü, yurt içindeki ezbere dayalı eğitim sistemidir. Bu sistem, insanların doğruları, iyileri ve güzelleri kendilerinin bulmalarına değil, nelerin doğru, iyi ve güzel olduğunun onlara yarı-zorla belletilmelerine dayalıdır. Bunun bir doğal sonucu olarak da örgütlenme denilince akla, herkesin kendi düşünce ve eylem özgürlüğünü terkedip, bir liderin kesin buyrultuları altına girilmesi gelmektedir.

Bu anlayış kalıbı -ki ezber geleneğinin bir doğal sonucudur-, bir amaç çevresinde örgütlenen insanların kısa süre içinde dağılıp parçalanmalarına yol açmaktadır. Çünkü, ya o örgüt liderinin tüm buyrultularına uyulacak ya da oradan ihraç edilip benzer amaca yönelik ikinci, üçüncü, ilh örgütlenmelere gidilecektir. Siyasi partiler bu sürece en iyi örnektir. Siyasi liderlere sık sık çatılmasına, onların diktatörlükle suçlanmalarına karşın, çok sayıda insanın (partililer) nasıl olup da hem bireysel düşünce ve eylem özgürlüklerini koruyacakları ve hem de bir örgüt (parti) olarak hareket edebilecekleri üzerinde durulmamıştır.

Aydın krizi’nin ikinci dramatik yönü, bir amaç çevresinde ve kendilerini, bireysel özgürlüklerini terketmek zorunda hissederek bir araya gelerek örgütlenen bu kişilerin, örgütler arası bir birlikteliği ise katiyen becerememeleridir. Çünkü böyle bir birlikteliğin ancak, örgütlerden birisinin, yani onun liderinin başkanlığında sağlanabileceği, bunun da her örgütün kendi düşünce ve eylem özgürlüğünden vazgeçip bir boyunduruğa girmekle olabileceğini düşünmektedirler.

Halbuki örneğin, “Sokak Hayvanlarını Canavar Ruhlu İtlaf Ekiplerinden Koruma Derneği”, “Gözaltında Kaybolanlar Derneği” ve “Ekoloji Vakfı”, amaç kümelerinin ortak alanı için ve hiçbirisi de kendi düşünce ve eylem özgürlüğünden vazgeçmeden, liderlerinin birisinin emrine girmeksizin işbirliği yapabilirler. Bunun için tek gerek ve yeter koşul, her örgütün, örgüt üyelerinin (ve özellikle liderinin) kafalarının arkalarında toplum çıkarlarına aykırı bencil çıkar düşünceleri taşımamalarıdır.

Bugün içinde yaşamak zorunda kaldığımız ilkel çatışma ortamından, bu ortamın birer parçası durumunda bulunanlar eliyle çıkılamayacağını anlamak zorundayız. Lideri kaşını çatıp tayfaları kanalıyla azıcık gözdağı verince uslu kedi yavruları gibi köşesine sinen ve tüm söylediklerinden geri dönen, kimi zeki, zengin, öğrenimli “ağır toplar”ın peşinde gitmenin sonunu görebilmeliyiz. Bu kriz onların değil, onlar gibi olmayanların, yani aydınlarımızın yol açtığı bir krizdir.

Türkiye’nin dört bir yanında, yukarıda değinilen türde bir “bağımsız örgütlenme” modelini anlayıp, üstelik bunun gereklerini de yerine getirebilecek ahlaki standartlarda en az yüzlerce insanı vardır. Ama bunlar bir araya gelemez, kendilerinin yaşamlarına hala “delege mühendisleri”nin yön vermesine rıza gösterirlerse, bunun adı siyasal kriz değil “aydın krizi” olmalı ve aydınlar buna müstahak sayılmalıdır.

Pazartesi, 10 Haziran 1996

Yorum Gönder