İşsizlik ve parti programları
22 Temmuz seçimlerine doğru siyasi partiler çeşitli konularda politikalarını açıklarken en dikkat çekici konulardan birisi “işsizlik” konusundaki yaklaşımlarıdır.
Siyasal yelpazenin neresinde olursa olsun partilerin bu konudaki yaklaşımları ortak bir araca dayanıyor: Genelde yatırımlar, özelde ise kamu yatırımları.
Sözü uzatmadan hemen belirteyim ki bu araç güvenilebilecek bir araç değildir. Aşağıdaki grafik bunu açıkça göstermektedir. Ayrıca da grafiğin ait olduğu yıllara göre yatırım-istihdam bağlantısı, otomasyon, robotics vb nedenlerle daha da zayıflamıştır.
Bugün için işsizlik olgusunun en önemli parametresi, ekonominin rekabet gücü’dür.
Türkiye’nin rekabet gücüne etki yapan çeşitli faktörler (döviz fiyatı, katma değer üretimi, yaratıcılık, yönetim kalitesi, teknolojik alt-yapı, insangücü nitelik düzeyi gibi) olumsuza gittikçe işsizlik üretimi de artacaktır.
Aynı bir malın ithal maliyeti üretim maliyetine göre azaldıkça, doğal olarak artacak olan ithalat tam olarak işsizlik ithali demektir.
Gelişmiş ülkelerin serbest pazar ekonomisini bu denli kuvvetle savunurken söylemedikleri gerçek, eşit “gibi” görünen ama gerçekte eşit olmayan koşullar altında rekabet yarışında daima kendilerinin önde olacaklarıdır.
Türkiye’nin rekabet gücünün (RG) yükselmesi ise yatırımlarla değil RG faktörlerinin iyileştirilmesiyle ilgili bir konudur. (Bkz. https://www.tinaztitiz.com/yazi.php?id=752 )
Bu faktörlerin kısa sürede yükseltilmesi mümkün görünmüyor; daha da ötesi Çin, Hindistan gibi ülkeler nedeniyle göreceli olarak bir RG azalması söz konusudur.
Bu ise işsizliğin de buna paralel olarak artacağı anlamına gelir.
Bu durumda çıkar yol nedir?
RG faktörleri içinde nisbeten kısa süre içinde kontrol edilebilir ve ardışık sonuçları itibariyle etkileri yüksek olan birisi, “insangücü kaynağının niteliği”dir.
Bir yandan orta-uzun vadeli önlemlerle RG faktörlerinin iyileştirilmesine ve Türkiye’nin üretim yapısının katma değer ağırlıklı hale getirilmesine çalışılırken, bir yandan da insangücü niteliğinin süratle ve okul sistemi dışındaki önlemlerle desteklenmiş olarak yükseltilmesine çalışılmalıdır.
İdeolojisi ne olursa olsun siyasi partilerin işsizlikle mücadele politikalarının bu yönü ortak olmalıdır.
Peki bu nasıl olacak?
Birikmiş işsiz stokunun ve bu stok üzerine sürekli eklenen işsizlerin, mevcut “öğretmeye dayalı” eğitim yöntemleriyle işgücü piyasasının gereksindiği niteliklere kavuşturulması imkansıza yakın güçlüktedir. Zaten günümüz eğitim sisteminin başlıca çıkmazı da bu, yani kişinin kendi öğrenme enerjisini harekete geçirmeksizin ona öğretmeye çalışmasıdır.
Örgün eğitimde öğrenciler bu imkansız amaçla başa çıkabilmenin yöntemini bulmuşlar, öğretilmek istenilenleri “ezberleyerek” öğrenmiş gibi yapmakta, sonra da hemen unutarak doğal öğrenebilirliklerini korumaktadırlar.
Öğrenmeye dayalı yaklaşımda ise herhangi bir zorlamaya ihtiyaç yoktur. Canlıların tüm doğal işlevleri (sindirim, üreme, boşalma, uyuma vb) gibi öğrenme de kendiliğinden ve de zevk alarak gerçekleşmektedir. Bunun için gerek ve yeter koşul, kişinin, ihtiyacı idrak etmesidir.
Artık öğrenme yoldaşı (learning partner) adı verilen kişiler ise iki işlev görmektedirler:
(1) Kişiyi, ihtiyacın idraki konusunda iknaya çalışma,
(2) Kişiyi, doğuştan gelen yüksek bir öğrenebilirliğe sahip olduğu konusunda ikna etme.
Türkiye’de BEYAZ NOKTA® GELİŞİM VAKFI (http://www.beyaznokta.org.tr/) tarafından 1994’ten bu yana sürdürülen “öğrenme” çalışmaları 2003 yılından itibaren kurumsallaştırılmış ve KiGeP (Kişisel Gelişim Platformu http://www.kigep.org.tr/kigep/), daha sonra Ömer (Öğrenme Merkezi) ve son olarak da ÖğrEv® (Öğrenme Evi http://www.beyaznokta.org.tr/Common.aspx?Menu=2&Page=GuncelEtkinlik3.aspx) adlarıyla uygulanmaya başlanmıştır .
Halen biri Ankara’da (Mümin Erkunt ÖğrEv®), diğeri ise İzmir’de (Melahat Yılmayan ÖğrEv®) adında iki Öğrenme Evi bulunmakta olup, 25 ilde de en az birer tane açılmasına çalışılmaktadır.
Öğrenme 21.yy’ın yeni paradigmasıdır.
Siyasi partilerimiz, eğitim ve istihdam politikalarının omurgalarını geleneksel “öğretme-benimsetme-koşullandırma” paradigması yerine, “ihtiyaçlarını öğrenme” yaklaşımını seçerlerse sadece bu iki sorunu değil, aynı zamanda tek doğruların benimsetilmesi tehlikelerinden de korunulmuş olacaktır.
Pazartesi, Haziran 18, 2007