CEZA -HER TÜRÜ- YANLIŞTIR!
Dünya yüzünde hiç bir toplumda ülserli ya da astımlı hastaları cezalandırmak söz konusu değildir. Tam tersine, kamunun ortak gelirlerinden bir bölümü onları iyileştirmek için kullanılır. Hatta iş bununla bitmez, sağlıklı olanların ülser, astım ve diğer hastalıklara yakalanmaması için para harçanarak koruyucu hekimlik hizmetleri verilir.
Tüm toplum, hastalara karşı duyarlıdır ve bir acıma-yardım etme hissiyle doludur. Bilim adamları, bürokrat ve politikacılar, insanların hastalıklarının nasıl iyileştirileceği, nasıl korunacakları konusunda sürekli kafa yorarlar.
Hal böyle iken, hırsızlık, adam öldürme ve daha çeşit çeşit hastalık ise fiziksel hastalıklardan ayrı tutulur ve bunlara tutulanlar cezalandırılır. Türkiye’de bütünüyle, gelişmiş ülkelerde ise büyük ölçüde olmak üzere, kamu yönetimlerinin esas ilkesi “kural koymak” ve “bunlara uymayanları cezalandırmak” biçimindedir.
Bugün bir çok ülke uyuşturucu bağımlılarına karşı acımasız önlemler, cezalar uygularken, bazılarında ise bunları “hasta” olarak kabul edip tedavi yoluna gidilmektedir. Bir uyuşturucu bağımlısının, uyuşturucu satın alabilecek parayı bulmak için çeşitli toplumsal düzensizlikler ( hırsızlık, başkalarını da alıştırma, adam öldürme gibi) yarattığını farkeden bu ikinciler, bu tür bağımlıların belirli merkezlere başvurup tedaviyi kabul etmesi halinde giderek azalan dozlarda uyuşturucuyu bedava vermeyi akıl etmişlerdir.
Böylece bir taşla birkaç kuş vurulmakta, hem bağımlılıktan kurtulunmakta hem de araç olarak kullanılan diğer suçların önemli bir “nedeni” ortadan kaldırılmaktadır.
Pekiyi, cezalandırılan diğer suçların ülser, astım ya da uyuşturucu bağımlılığından farkı nedir? Bir çocuğa tecavüz edip sonra da parçalara ayırarak onu yok eden bir kimseye – ki yanlış olarak sapık vs deniliyor- “hasta” lıktan daha iyi bir tanı konulabilir mi?
Nitekim, bu ve bunun gibi binlerce suç türünün hiç birinin- ama hiç birinin- cezalandırma yoluyla önlenemediği görülmektedir. Hatta, az gelişmiş, yani kaybedecek az şeyi olan (ya da öyle düşünen ) bireylerden oluşan toplumlarda bu tür cezalar özendirici dahi olabilmektedir. Örneğin karnı aç, yatacak yeri olmayan ya da başkalarınca öldürülme tehdidi altındaki kimseye, “filan suçu işlersen seni hapsederim” demek aslında, “seni doyurur, yatacak yer sağlar ve seni hasımlarından korurum” anlamına gelmektedir. Gerçekten de bu dürtüyle suç işleyen çok kimsenin varlığı bilinmektedir.
Aksine, bir kimseyi cezalandırmak çok nadiren islah-ı nefs etmesine ama coğunlukla eğitilerek mesleğin inceliklerini öğrenmesine yol açmaktadır. Basit ideolojik nedenlerle hapsedilenlerin hapisten birer militan olarak çıkmaları bu savı doğrular niteliktedir.
Suç türlerine karşı en ağır ve ayrıcalıksız cezalandırma yapan ABD’dede suç oranlarının azalmayıp aksine çığ gibi artmasıve bir numaralı toplumsal sorun haline gelmiş olması, üzerinde çok durulması gereken bir olgudur.
Bu olgu, suç ile ceza arasında yüksek bir negatif korelasyon bulunmadığını, suçların “başka nedenlerle” yüksek korelasyon içinde olduğuna işaret etmektedir. Çok benzer biçimde, sanayide de uzun yıllar kaliteli üretim yapabilmenin yolu olarak “kalite kortrolu” , “ödüllendirme”, “cezalandırma” gibi ve aslında hepsi de “ceza türevleri” olan yöntemler uygulanmış, fakat bu yolla başarı sağlamanın ya mümkün olmadığı ya da rekabet edemez maliyetlere yol açtığı görülmüştür.
Bu gün bu yol terkedilmiş ve Toplam Kalite yöntemi benimsenmiştir. Toplam Kalite’nin esası, kalitesizliğe ve /ya yüksek maliyetlere yol açan “nedenleri saptayıp, onları gidermek” tir. Deyimdeki “toplam” sözcüğü, üretim evrelerinin “tamamı”nın içerildiğini vurgulamak içindir.
Bir ürünün içine giren mal ve hizmetlerin kaynağından, pazarlanmasına, finansmanından, araştırmaya varıncaya kadar “bütün evreler”içinde kalitesizlik ve/ya maliyete “neden olan sebebler” incelenmekte ve bunların “tamamı” yokedilmeye çalışılmaktadır.
Bu zircirin herhangi bir noktasında ister eğitimsizlik, ister dikkatsizlik hatta isterse kasit olsun meydana gelebilecek bir “hata” mutlaka belirli “nedenlerle” doğmaktadır. Bu “nedenler” incelenip -gerekirse onların da nedenleri incelenip – ortadan kaldırılmadıkça, cezalandırma yoluyla hatanın giderilmesi mümkün olmamakta, aksine cezanın yol açtığı başka sorunlar (hınç alma, haklılığını kanıtlama, motivasyon eksilmesi, hatayı başkalarına da yaygınlaştırma gibi) ortaya çıkmaktadır.
Türkiye gibi, bireylerin bireylerle, bireylerin devletle ve hatta devletin devletle her alanda uyuşmazlık halinde olduğu bir ülkede -sanılanın aksine- cezalandırma yoluyla düzelme sağlanmaz. Olsa olsa tüm insanlar cezalandırılır ( nitekim pratikte de böyle olmaktadır).
Sorunlara, “onlara yol açan nedenleri” teşhis edip onları ortadan kaldırmaya çalışarak çözüm bulunabilir. Bu yeni bakış ceza değil “tedavi” ağırlıklıdır. Bu ise, insan nitelik dokumuzun – bu doku, zeka, bilgi beceri, ruh sağlığı ve erdem bileşenlerinden oluşur- geliştirilmesiyle mümkündür.
Bir siyaset aracı olarak kullanımı yaygınlaşan din’in dokunun “erdem” bileşenini geliştirmek için kullanılması, dinin istismarı da dahil birçok sorunu ortadan kaldıracaktır. Resmi ideolojileri dayatma aracı olarak kullanılagelen eğitim ise ancak bu bağlamda doğru işlevine kavuşaçaktır.
Bu yeni yaklaşımın,hırsızlığı ya da devlet bankalarını soymayı adet edinmeyi adet edinmiş kişileri durdurup durduramayacağı doğru soru değildir. Doğru soru, bu ilkesel yaklaşımın geçerli olup olmadığı ve eğer geçerli ise nasıl bir planla hayata geçirileceğidir.
Tüm siyasetcilerin, özellikle de yeni siyasi hareketlerin söylemleri, “Toplam Barış” (Toplam Kalite gibi) araçlarının en başına bu yaklaşımı yerleştirmek zorundadır. 28/5/95