POLİTİKA YALNIZCA SOYUNDURUR!

“Kötü doktor candan, kötü imam dinden eder” deyişiyle aynı bir şey kastedilmiş olsa gerektir: yanlış tanı çok zarar verir! Çünkü kötü doktor ile kastedilen herhalde, hastalığa yanlış teşhis koyup yanlış yolda tedavi uygulayan kişi, kötü imam ile de, dini öğretileri yanlış yorumlayıp insanları yanlışa yönlendiren kişi anlatılmak istenmektedir.

İnsanlarımızın yıllardır en önemli sorun, hatta tüm sorunların kaynağı olarak gördükleri şey, politikacılarımızın yetersizliğidir. Bu tanı, çeşitli entellektüel düzeylerde çeşitli biçimlerde dile getirilir: “sokak meclisin önünde”, “biz bu politikacılara layık -müstahak denilmek isteniyor- değiliz”, “bize, çözüm üreten politikacı lazım” gibisinden..

Bu tanının ardından doğal olarak çözümler gelir: “dışarıdan politikacı ithal edelim”, “meclise gidecekleri sınava sokalım” gibi..

Bu teşhisin doğruluğundan kuşkulanmayan askerler de yaptıkları üç darbede mevcut politikacıları safdışı etmişler, yerlerine enfekte olmadıklarına inandıklarını getirmişler, ama her ne hikmetse bir süre sonra onlar da eskileri gibi davranmaya başlamışlardır.

Bu tanı, üzerinde kuşku duymak bir yana giderek pekişmektedir. Liderler de halkın eğilimlerine uyarak, giderek daha önemli, daha yüksek ünvanlı, daha zengin kişileri meclise sokmak için kolları sıvamışlar ve sokmuşlardır.

Hatta, daha büyük fedakarlıklara bile katlanılmış, bu tür yaramaz insanların hep erkekler içinden çıktığı tesbit edilerek meclise ve genel olarak politikaya daha çok sayıda erkek olmayan kişi sokulmuştur.

Fakat sonuç nafiledir. Halkımız yine politikacılardan yakınmakta, hatta şimdi eskisine göre daha çok yakınmaktadır.

Acaba şöyle bir deney yapılsa ve daha büyük bir meclis binası yapılıp, 35 milyon seçmenin tamamı milletvekili haline getirilse ne olur?

Pratik güçlüklerin (kavgaların ayrılması, yoklama ve oylamaların ad okunarak yapılması, söz isteyenlerin sıraya konulması gibi) olacağı bir gerçektir. Ama bunların bir şekilde aşıldığı (kavgaların ayrılmayıp nüfus planlaması amacıyla kullanılması gibi) varsayılsa acaba ne olacaktır? Vatandaşlarımız bu defa kimden şikayet edeceklerdir?

İşte herhalde ancak o zaman görülecektir ki, politikacılarla vatandaşlarımız arasında bir nitelik farkı yoktur. Politikacı, halkın soyunmuşudur. Zaten başka türlü olmasına imkan da yoktur. Bu imkansızlık, halkımızın içinde daha yüksek nitelikli insanlar olmadığı için değildir. Bizim toplumumuz da -aynen başka toplumlar gibi-, nitelik dağılımı açısından normal dağılım’a uygundur. Yani içinde belirli oranda, yüksek ahlaklılar, bilgeler ve nadir insanlar bulunmaktadır. Bunların sayısı başka toplumlara göre çok az da olsa bir meclis oluşturacak sayının temini sorun olmayacaktır. 65 milyon kişinin içinde yüzbinde bir oranında bulunabilecek kişilerden 650 milletvekili çıkacaktır. Sorun bu insanların bulunması değil, halkımızın bu insanlara katlanıp katlanmamasıdır.

Genelde politikacı, özelde ise milletvekili Çin vazosu değildir. Köşede tutulup teşhir amacıyla kullanılmaz. İnsanlar, kendi değerlerini paylaşan, bunu da somut olarak eylemlerine yansıtan insanları seçeceklerdir. Yerel yönetim meclislerine de TBMM’ne de seçilecek insanlarda bu değer ortaklığı ve eylem birliğini görmek isteyeceklerdir.

Nitekim, örneğin Kilis’te il yapma karşılığında kendilerinden oy isteyen, fındık taban fiyatını diğer parti lideriyle açık artırmaya sokan, giderayak seçim bölgesine para transfer eden politikacılara karşı takınılan tavırlar, insanlarımızın politikacılarımızdan -belirli konular dışında- yakınmaya hakları olmadığını göstermektedir. Yakınma hakkı bulunan konular ise, kendilerine niçin daha fazla kişisel ya da grupsal menfaat sağlanmayışıyla sınırlıdır.

Zaten pratik de aynen böyle işlemektedir. Politikacıların niteliklerinden yakınmalar ise daha çok misafir odaları ve içki sofralarına özgüdür. Çünkü oralar biraz da hayal kurulan, gerçek olmayan, olması istenmeyen konuların konuşulduğu yerlerdir. Ertesi gün misafirlik bitip, içkinin verdiği rihavet kalkınca yaşam pratiği başlar ve bir gece evvel erdemsizliğinden yakınılan politikacıdan, ya bir yakının olmayacak tayininin yapılmasını, ya SİT alanındaki arazisine imar verilmesini, ya da devlet bankasından kredi almak için genel başkanına baskı yapmasını isteyecektir.

İnsanlarını kendine benzemez sandığı Anadolu’ya ilk gidişinde kendisine benzer insanlar görmenin şaşkınlığını yaşayan toy şehirlinin, “halkımız meclisin ilerisinde” safsatasını bir yana bırakıp, içinde hepimizin bulunduğu insanımızın nitelik dokusunun niçin sorunlu olduğunu anlamaya çalışmak, en akılcı yoldur. Evet biz niçin böyleyiz? Doğru soru budur..

Pazar, 14 Temmuz 1996

Yorum Gönder