PARTİ “KADRO”LARI, PARTİZANLIK HAZIRLIĞIDIR!
Milletvekili genel seçimlerinin yaklaştığı bugünlerde siyasi partiler kendilerini halka beğendirmek için çeşitli yollar kullanıyorlar. Kimi, kapağı seçim sonuçlarına göre verilmek üzere tencere; kimi yine seçim sonuçlarına göre daimi kadroya geçilmek üzere devlette geçici iş; kimi de yaşanılan yerin il yapılması (o da seçim sonuçlarına göre) vaadinde bulunarak kendisini beğendirmeye çalışıyor.
Bu farklılıklara karşın hepsinin de üzerinde uzlaştığı ve işin kötüsü birçok vatandaşın da partilerden talep ettiği bir nokta var: kadro!
Reklamcıların, kalitesiz ürünlerinin reklamını yaptırmak isteyenlere uyguladığı bir metot, ürünün yanlış ya da eksik yanlarını birer marifet gibi sunmaktır. Örneğin, plastik kalıbı masrafından kaçmak için dışı saçtan yapılıvermiş bir alet için, “plastik sağlam olmuyor, daha sağlam olsun diye saçtan yaptık!” biçiminde reklam yapılır. Siyasi partilerin övündükleri bu “kadro” konusu da herhalde böyle bir uyanık reklamcı tarafından ortaya atılmış olsa gerek.
Bir siyasi partinin kadrosu, ülke vatandaşlarının tamamıdır. Çeşitli görevler için gereksinim duyulacak çeşitli niteliklerdeki insanlar ancak böyle geniş bir portföy içinde bulunabilir. Bunun yerine, parti üyesi ve adaylarından ibaret bir grupla sınırlı potansiyelini övüne övüne “kadro” olarak kamuoyuna takdim eden partiler aslında şunu diyorlar: “bize oy verir devlet imkanlarını bize teslim ederseniz, bunları işte bu gördüğünüz «kadro» eliyle yöneteceğiz, bunun dışındaki insanları ise kendimizden uzak tutacağız”..
Nitekim, bugüne kadarki uygulama tam olarak böyle olmuş, devlet yönetimi, bu şekildeki dar kadroların yetenekleriyle sınırlı kalacak biçimde yapılmaya çalışılmıştır. Şimdi ise hiçbir parti çıkıp da, “biz iktidara gelince, partimizin üyesi olmayan, bize sempati duyup duymadığını bile bilmediğimiz, ama çok yetenekli olduğunu bildiğimiz filanca kişiyi Merkez Bankası Başkanı yapacağız” dememekte, çeşitli nedenlerle o partinin çatısı altında toplanmış kişilerden başkası sanki “yok” sayılmaktadır.
İşin daha acı yanı, toplumdan da bu “yok sayma”ya karşı bir ses çıkmaması, devletin, üye, delege, aday takımı tarafından yönetilmesinin doğru bir iş olduğunun sanki onaylanmasıdır.
Daha seçimlere girmeden, seçim sonrası iktidara gelinmesi halinde doldurulması gereken bir kadroya kimin atanacağını adayı yoluyla ilan eden bir siyasi parti aslında şunu demektedir: “Bu pozisyona getirilecek binlerce insan arasından, bizim partiye girmeyi kabul eden bu kişi çıktı. Bizim için de bütün pozisyonlar için ön-koşul parti üyesi olmaktır. Dolayısıyla, bu önemli göreve bu kişiyi getirmek zorunda kalacağız”..
Bir siyasi partinin kadrosu bulunmalıdır. Bu bir “çekirdek kadro” olmalı, görevi de, ülke nüfusunun bütününü bir portföy olarak görüp değerlendirmek, her göreve layık kişileri bulup çıkarabilmek olarak anlaşılmalıdır.
Bu kişiler “çekirdek kadro”yu oluşturanların akrabası ya da yakını olmayabilir, hatta onlara sempati dahi duymayabilir. Çekirdek kadro’nun bunu yapabilmesi, onu oluşturanların iki özelliğine bağlıdır: etrafına “tayfa” toplamaya gerek duymayacak kadar kendilerine güvenli olmalarına ve de kendilerini yalnızca bir çıkar uman parti yandaşlarının destekleyeceği kadar dar hizmet amaçlarına hapsetmemiş, toplumun bütününe hizmet etmeyi amaçlamış olmaları!
Bir siyasi parti düşünülebilirmi ki, baba-oğul ya da karı-koca o partinin “kadro”sundadır. Ya da birlikte ast-üst olarak çalışmaktayken komple ayrılıp “kadro”yu oluşturmak üzere amirlerinin yanında saf tutmuş ya da aksine, amirine kızıp karşı partinin “kadro”sunda yer almışlardır!
Siyasi parti, bir hizmet aracı olmak zorundadır. Onu araç olmaktan çıkarıp bir amaç haline getirmek isteyenler olabilir. Ama bunu bir de topluma onaylatmak, hatta daha da ileri gidip toplumun özlemi haline getirmek gibi bir hokkabazlığa kimsenin hakkı yoktur.
Pazar, 03 Aralık 1995