FİKİR GİRİŞİMCİLERİ, İŞ BAŞINA!
Olası Marmara depremi tartışmaları sırasında yağını çıkarırcasına sorulan soru, depremin ne zaman olacağıdır. Bu soru üzerine bu denli yoğunlaşılmasının bir nedeni insanımızın kolaycılığıdır. Depremin tam olarak ne zaman vukubulacağı belli olursa, hiçbir önlem almaya gerek kalmaksızın depremden birkaç dakika evvel binalardan çıkılacak, deprem geçince de tekrar girilecektir.
Bir de ikinci bir neden vardır: kimse birbirine söylemese de, olası bir Marmara depreminin büyüklüğünün yedi ila sekiz arasında olabileceği ihtimalinin sevimsiz ama gerçekçi olduğu; gerek ortak yapıların gerekse konutların çok büyük bir çoğunluğunun böyle bir depreme dayanıklı olmadığı “sezilmekte”dir.
Tedirginliğin başlıca nedeni de, buna karşı önerilen “buzdolabının yanına çömelin” gibisinden önerilerin altındaki çaresizliğin sezilmesidir.
Nitekim, İstanbul anakent belediye başkanının bir TV programında söylediği, “orta büyüklükte depremler olursa onlara karşı önlem alınır, ama daha şiddetli olursa tabii yapacak bir şey yok” sözleri, beklenen “çok şiddetli” depreme karşı en önemli kamu aktörünün çaresizliğini göstermektedir.
Bugünkü tablo, birçok yanlışımızın ürettiği çok sayıdaki eğrilikten yalnızca bir tanesidir. Bu bir gerçektir. Ama, “işte böyle oh olsun, ölürlerse ölsünler; onu zamanında düşünecektiniz” gibisinden bir kolaycılığın arkasına saklanıp hem sorumluluğunu hem çaresizliğini gizlemek de iş değildir. Yapabileceği bir katkı varsa herhangi bir nedenle yapmamak, ya da katkı arayışlarını caydıracak tavır içine girmek ilkelliğin ta kendisidir.
İstanbul’da mevcut toplam yapı stokunun yarısının, konutların ise yüzde yetmişinin bu büyüklülerdeki bir depreme dayanamayacağı kaba ama gerçekçi bir tahmin sayılmalıdır. Şimdi, bir türlü sormadığımız şu sorulara yanıt aramamız gerekiyor:
Tüm yapılara uygulanabilecek öyle bir algoritma tanımlanabilmelidir ki, hemen yıkılması, sağlamlaştırılmadan kullanılmaması ve nihayet hiçbir ek önlem almadan kullanılmaya devam edilmesi gereken yapıları somut olarak sınıflandırabilsin. Buna göre:
Soru 1 – Böyle bir algoritma nasıl olmalıdır; bunu derhal ve kim hazırlayacaktır?
Soru 2 – Algoritmanın gerektirdiği koşullar -bina projesinin incelenmesi, beton işçilik kalitesinin incelenmesi vbg- mevcut olmadığında kullanılabilecek alternatif ölçütler nelerdir; bunlar henüz bilinmiyorsa kim ya da hangi kuruluş bunları belirleyebilir?
Soru 3 – Sağlamlaştırılarak kullanıma devam edilebilecek yapılar -ki en büyük bölüm budur- için kullanılabilecek teknolojiler nelerdir, bunların maliyetleri nedir, bunları hatasız olarak uygulayabilmek için hangi yöntemler kullanılmalıdır?
Soru 4 – Alışılagelmiş sağlamlaştırma teknolojilerinin maliyetlerine katlanamayacak kişilerce kullanılabilecek kadar düşük maliyetli, binanın hasar görmesini önleyemeyen ama yapı içinde bulunanların sağ olarak dışarı çıkabilmelerine imkan tanıyabilecek teknolojiler nelerdir; bunları hatasız olarak uygulayabilmek için hangi yöntemler kullanılmalıdır?
Soru 5 – Yukarıdaki dört soruyu en doğru şekilde yanıtlama yöntem(ler)i nelerdir?
Yapılarla ilgili bu soruların yanıtlanmasına paralel olarak, ortak eylemlerle ilgili şu soruların cevaplarına ihtiyaç vardır:
Soru 6 – Birey, aile, apartman, site ve mahalle düzeyinde yapılması gereken somut hazırlıklar nelerdir? Valilik, kaymakamlıklar, anakent, ilçe belediyeleri, muhtarlıklar, site yönetimleri ve apartman yöneticileri açısından yapılması gerekenler nelerdir? Bu konularda danışma hizmetleri nerelerden alınacaktır?
Soru 7 – Bütün bu hazırlıkların finansmanı nereden ve nasıl sağlanacaktır?
Gerek deprem öncesinde yıkım kararı, gerekse deprem sırasında yıkılma nedenleriyle konutları yıkılanlara devlet eliyle konut yapılıp verilmesi yöntemi ekonomik açıdan mümkün olmadığı gibi, kişilerin bu konudaki kusur paylarını ödüllendireceği nedeniyle adil de değildir. Buna göre, cevaplanması gereken iki soru vardır:
Soru 8 – Bu kişiler konut sahibi olana kadar nasıl barınacaklardır?
Soru 9 – Bu kişilerin yeni konut sahibi olurlarken güçleri oranında tasarruf yapmalarına, ayrıca da evlerinin inşaatına fiilen katılmalarına imkan tanıyan, yani onların maddi ve fiziksel katkılarının tamamını kullanabilen bir model nasıl olmalıdır?
Dikkat edilirse bu soruların hemen hepsi, kişi ve kurumlarımızın alışkın oldukları övünme -aktarma-savunma yöntemiyle yanıtlanabilecek gibi değildir.
Deneyimler, bu sorulara karşı verilen başlıca yanıtın, bunların bilinen şeyler olduğu, bilim ve teknolojinin yeni bir katkısının olamayacağı yönündedir. Ezberle yetişmiş, kendi doğrularından kuşkulanmamaya koşullandırılmış çoğunluğun bu tavrı yadırganmamalıdır.
Diğer yandan, yer bilimlerini daha da zorlayarak depremin gün ve saatini öğrenmeye çalışmanın da bir mantığı olamaz. Yer bilimleri söylemesi gerekeni söylemiş, depremin yerini ve olası büyüklüğünü tahmin etmiştir. Şimdi sıra, diğer bilim dallarındadır.
Ancak bu noktadaki sorun, deprem gerçeğinden daha da somuttur. Mevcut kurumlarımız ve insanlarımızın çoğunluğu, dile getirilen bu sorular karşısında bilinenlerden başkaca bir şey bilinip bulunmasının mümkün olmadığını, bunları bilen uzmanların da çok sayıda aramızda bulunduğunu iddia etmektedirler.
Bu engelin aşılabilmesi, icat etmeyi ayıp ya da imkansız sayan zihniyete kendini kaptırmamış “fikir girişimcileri”nin ortaya çıkmalarına, birbirlerini bulabilmelerine ve birlikte çalışabilmelerine bağlıdır. Onun dışındaki kurumlar övünme-aktarma-savunma ile meşgulken, onlar bu soruların yanıtlarını bulmaya çalışacaklar, bununla da yetinmeyip bulabildikleri yanıtları gerekli yerlere satmaya çalışacaklardır.
Şimdi son soru: bu süreç nasıl başlatılmalı?