MEMUR SENDİKASI

Son anayasa değişikliği bağlamında gündeme gelen ve “memur sendikası” kısaltmasıyla kamuoyunda tartışılan “memur sendikalarına toplu sözleşme ve grev hakkı verilmesi” konusu, bütün önemli konularda olduğu gibi derhal siyah-beyaz tartışması haline getirildi.

“Memura grev hakkı verilsin mi verilmesin mi?” biçiminde iki uca indirgenen sorunun bu haliyle çözülebilmesi, bırakınız çözülmeyi anlaşılması bile güçtür. Bu sorunun çevresine toplanmış, sanki sorunun bir parçasıymış zannedilen olguların ayıklanması, çözüm sürecini daha kolaylaştıracaktır.

(a) Öyle bir kısım kamu görevleri vardır ki bunların toplu sözleşme ya da grev yapması bir yana, sendika kurması dahi düşünülemez. Örneğin, seçim yoluyla gelinen görevler böyledir. O göreve gelebilmek için kendisini seçecek olanlara çeşitli vaatlerde bulunmuş bir milletvekili ya da bir başbakanın sendika üyesi olması ya da grev yapması, işin temeline aykırıdır. Bu örnekleri ileri götürmeye gerek yoktur. Ama bir örnekten dahi anlaşılabileceği gibi, toplu sözleşme ya da grev yapmaması konusunda tartışma olmaması gereken bir kesim vardır.

(b) Bugün bir kısım çalışan, adına memur denilmesine karşın memur değildir. Memur’un tanımı ne olursa olsun, bazı işleri yapanlar memur değildir, olmamalıdır. Özel girişimciler eliyle yapılması mümkün ve de yararlı olabilecek işleri devlet memurları eliyle yapmak, en azından “girişim özgürlüğü” nün çiğnenmesi demektir. O halde bu gibi işlerin kamu görevlileri eliyle yapılması doğru değildir.

Kamu taşıtlarını kullanan şoförlerin, bunların yardımcılarının, bahçıvan, çaycı ve bakım onarım personelinin devlet memuriyetiyle bir ilişkisi yoktur. Bunlar sendika da kurabilir, toplu sözleşme ya da grev yapabilir. İşvereni de gerektiğinde lokavt ilan edebilir. Bu örneği de uzatmak gereksizdir. Ama buradan çıkarılabilecek bir sonuç, tartışmaya konu olan kesimin önemli bir bölümü, aslında toplu sözleşme ve grev hakkı bulunan işlerde çalışmakta, ama yanlış statüde çalıştırılmaktadır. Dolayısıyla, bir tartışmanın içinde bulunmaması gereken bir kesimle birlikte sorun çözmeye çabalamak yanlıştır.

(c) Kamu kadroları uzun yıllardır işsizlere -ama hepsine değil ancak bir bölümüne- iş vermek için kullanılmaktadır. Yetmiş yıldır gazeteden başka bir şey okumamış dinozor politikacı-bürokrat-akademisyen kadrolar, yeni işlerin nasıl yaratılabileceği konusunda hala 1920’li yılların “işler, yatırımlarla yaratılır” yaklaşımlarına sahiptir.

Devletin iş yaratamayacağı, yalnızca yeni işlerin yaratılabileceği ortamı oluşturacağı, bu oluşturmayı da yalnızca engelleri kaldırma suretiyle yapabileceği, işleri ise bizzat girişimcilerin yaratabileceği gerçeğinden bihaber bu kadrolar, insanlarımızın niteliklerini yükseltmeyi değil, hala baraj, yol, santral yaparak onları geliştirebileceklerini sanmaktadırlar.

Memurlar eliyle yapılması gereken işlerde çalıştırılan bir kısım insanımız, işte bu sakat anlayışın sonucu o kadrolara alınmış olan “şanslı işsizler”dir. Bu insanlara verilecek her türlü hakkın, bu kadrolara girme imkanını bulamamış işsizlere de verilmesi gerektiğine, bu da hem anlamsız hem de imkansız olduğuna göre, tartışmaya dahil kesim biraz daha daralmış olmaktadır.

(e) Nihayet, toplu sözleşme ve grev hakkı bir özgür pazarlık sistemidir. Taraflardan birisinin pazarlık gücünün içinde grev silahının bulunması halinde, diğer tarafın elinde de lokavt silahı bulunmalıdır. Kamu personelimizin çok büyük bölümünün bilgi-beceri düzeyleri, bir pazarlık gücü sağlayamayacak kadar düşük düzeydedir. Herhangi bir grev tehdidi karşısında lokavt ilan edildiğinde, iki saat içinde her boşalan kadro için çok sayıda eşdeğer nitelikli insan bulunabilir. Bu gerçeğin farkında olunması gerekir.

(f) Nihayet, kamu hizmetlerini yürüten ve toplu sözleşme aracıyla donanması gereken küçük bir kesim geriye kalmaktadır. Onların durumlarının iyileştirilmesi, kamu hizmetlerinin niteliğinin yükseltilmesi demektir. Bu sözleşmeler anlaşmazlıkla sonuçlanırsa grev yapılmalı mı yapılmamalı mı konusu oldukça teknik bir konudur ve mutlak bir doğrusu yoktur.

Bu kısa irdelemeden görüldüğü gibi ilk yapılması gereken, sorunun sokaklarda dile getirildiği gibi bir “söke söke alırız” meselesi olmadığının, eğer mutlaka birşeyler sökülüp alınırsa herkesin kendi kol ve bacağını koparacağının idrak edilmesidir.

Salı, 11 Temmuz 1995

Yorum Gönder