HUKUK DEVLETİ VE KORKMAMA ÖZGÜRLÜĞÜ
Gazeteci Metin Göktepe’nin polis gözetiminde iken ölümü olayına yurt içi ve dışından çeşitli tepkiler geldi. Sistemik bir tabana oturmamış, duygusal kökenli tüm tepkilerde olduğu gibi bunların da bir süre sonra zayıflayacağı ve daha sonra da unutulacağı beklenmelidir.
Bunun en yakın ve dramatik örneği Özdemir Sabancı ve iki çalışma arkadaşının ölümüdür. İlk günlerin duygu yüklü havası içinde gelişen tepkiler, yerini Galatasaray Klübündeki başkanlık seçimine bırakmıştır.
Toplumumuz gerek bireyleri gerekse kurumları itibariyle “intikam eğilimli”dir. Bugüne kadarki tüm cinayetlerde niçin olduğu değil, kimin yaptığı üzerinde durulmuş ve kamuoyunun çoğunluğunun isteği de akan kanın yerde kalmaması yolunda olmuştur.
Sivil ya da askeri güvenlik yetkililerinin, terörist saldırılardan sonra verdikleri demeçlere dikkat edilirse bunların, “bir daha bu tür olaylar olmaması için filan önlemlerin alınacağı” yolunda değil, “faillerin en kısa zamanda bulunacağı ve akıtılan kanın yerde bırakılmayacağı” yönünde olduğu görülecektir.
Bu tür olaylardan sonra toplum ikiye bölünmekte, bir bölümü ölenlerin ölümü -hatta daha da ötesini- hak ettiklerini, güvenlik güçlerinin bu işin gereğini yaptığını savunurken, diğer bölümü güvenlik güçlerini suçlamakta ve olaya “kim(ler)” neden olduysa bulup cezalandırılmasını istemektedirler. Dikkat edilirse her iki kesimin de amacı ya “kan” ya da “kana kan”, yani intikamdır.
Bu intikam eğilimi, içine girdiği birey ya da kurum bedenine hakim olmakta, toplumun bir kesiminde şiddet, geri kalan kesiminde ise nefret biçiminde ete kemiğe bürünmektedir. Bu bir fasit daire’dir. Nihai durağı daha çok şiddet ve daha çok nefret’tir.
Hukuk devleti kavramı birey ve kurumların korkulardan arınmalarını sağlamak için gelişmiştir. Bireyler, devletin kendilerini korkutabilecek çeşitli etkenlere karşı bir kalkan olmasını beklerler. Hatta denilebilir ki devletin tek işlevi budur. Et, pijama ve kömür üreten değil, korkusuz bir yaşam iklimi sağlayan kurum devlet olmaya layıktır.
Hukuk, bu “korkusuzluk iklimi sağlama” yöntemlerinin bir küme’sidir.
Hukuk devleti bu işlevini çeşitli yollarla sağlayabilir, ama bir tanesi hariç: korkutma!
Vatandaşlarının yüreklerine korku salarak “düzen”i sağlayabilen bir devlet bunu başarabilir, hatta bunu ekonomik refahla birleştirip kalkınmış bir toplum da yaratabilir. Bu tür bir devlet başarılıdır ama hukuk devleti değildir.
Hukuk devletinin, vatandaşların hizmetkarı durumunda olması gereken memurları, vatandaşları korkutamazlar. “İstanbul’a kafa koparmaya geldim” diyemezler. Çünkü, devlet bir defa kafa koparmaya karar verdi mi mutlaka gerekçe bulur.
Hukuk devletinde kafa koparılmaz. Kafa koparmak, yerde kan bırakmamak intikam içeren eylemlerdir ve suçtur. Hukuk devletinde ancak ceza verilir ve ceza vermek de yalnız yargı’nın işidir. Kimse ona yardım etmek gibi bir görev üstlenemez. Yargıya yardım, onun özerk alanına müdahale etmemekle olur.
Şiddet ve nefret eğilimlerinin temelinde kontrol edilemeyen korkular vardır. Güvenlik güçleri korktukları için “bilinçsiz şiddet” kullanmakta, toplum korktuğu için yine şiddet arzulamaktadır.
Güvenlik güçlerimizin korkmamaları, iyi eğitilmelerine ve hukuk devleti konusunda bilinçlendirilmelerine bağlıdır.
Sivas ve Gazi Mahallesi olaylarında güvenlik güçlerinin ne denli beceriksiz davrandıkları, bu beceriksizliğin nasıl korkuya ve ardından da şiddete yol açtığı gözlerimizin önünde oldu. Sivas olaylarının ayrı ayrı kanallardan çekilen videolarının hepsinde, göstericilerle sivil ve askeri güvenlik güçleri arasındaki “itişme -kakışma”ların, güruhun cesaretini nasıl artırdığını ibretle göstermektedir. Benzer sahneler Gazi Mahallesinde de tekrarlanmıştır. Polise taş atan kimselere polisin de taş atarak karşılık verdiği, bunun kalabalıkta, “bunlar bizim kadar eğitimli, o halde biz bunlarla başa çıkabiliriz” düşüncesini yarattığı TV’lerden naklen yayınlanmıştır.
Hukuk devletinde güvenlik güçlerinin “ön cezalandırma” gibi bir görevi olamaz. Onların tek görevi, olayların faillerini yargıya teslim etmek, bunu yaparken de tüm duygularından, yargılarından sıyrılarak bunu yapmaktır.
“Güvenlik güçleri de insandır, teröristlere yardım ettiği ayan beyan belli olan bir kişiye -gazeteci kılığında olsa dahi- nasıl duygulardan arınmış davranılabilir?” yollu savunmaların hiçbir değeri yoktur. Çünkü eğitim denilen, zaten bu “duygulardan arınmışlık ve işini iyi yapabilecek kadar fiziki ve akli becerilerle donanmış olmak“ demektir.
Olaylara bu çerçevede bakıldığında görülen, devletimizin henüz bir hukuk devleti olmadığı, korkuları nedeniyle kafa koparmaktan başka yol düşünemeyen memurlar ve kafasının niçin, ne zaman ve kimler tarafından koparılacağını bilmediği için korkan vatandaşlardan ibaret bir toplum olduğumuzdur.
Korkmama özgürlüğü, temel hak ve özgürlüklerin birinci sırasındadır.
İntikam duygularımızdan arınabilecek kadar korkusuz olabildiğimiz gün hukuk devletinin temeli atılmış olacaktır. Şimdi değil!
Pazartesi, 22 Ocak 1996