DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ, AKLINA GELENİ SÖYLEME ÖZGÜRLÜĞÜ MÜDÜR?
En uç teknolojiler dahi henüz bir kimsenin aklından geçenleri saptayabilmiş değildir. Bu nedenle düşünce özgürlüğü , insanların doğal olarak sahip bulundukları ve kimse tarafından denetim altına alınması mümkün olmayan “aklından geçirme” yi onlara güya sunan bir özgürlük türü olarak değil, düşündüklerini dile getirebilme özgürlüğü olarak anlaşılmalıdır.
Yasalar ve özellikle insan haklarının çağımızdaki boyutları karşısında yasalar, kişilerin düşündüklerini serbestçe ifade etmelerine, yayıp propagandasını yapabilmelerine uygundur. Demokratik idareler insanların düşüncelerini serbestçe ifade etmeleri için onları teşvik etmektedirler.
Bu, madalyonun bir yanıdır. Madalyonun bir de diğer yanı vardır.
Düşüncelerini ifade etmek açısından tüm insanlar eşit haklara sahiptir ama eşit imkanlara sahip değildir. Bazı görevler ya da meslekler bazı kişilere, diğerlerinden daha kolaylıkla düşüncelerini ifade etme, yayma, propagandasını yapma imkanı vermektedir.
Politikacılar, yazarlar ve benzer kişiler böyledir. Bir de, işi, düşüncelerini kolay ifade etmeye uygun olmamakla beraber şöhreti dolayısıyla bu imkana otomatik olarak sahip olanlar vardır.
“Cesur bir manken”, “bir şarkıcı veya türkücü” gibi sanatçı ya da aksine “kaçakçılığı ve yakalanmamayı meslek edinmiş” gibi kişiler de şöhretleri dolayısıyla ağızlarına bakılan insanlar durumundadır.
Acaba bu kişiler de her konuda düşünce ifade etme özgürlüğüne sahip midirler? Yasalara göre evet.
Aynen 1.90 ve 1.70 boyunda iki kişinin yasalar karşısında eşit ama mesela terzi karşısında eşit olmaması gibi.
Bir kişinin bir konudaki düşüncesini ifade edebilmesi için mahalle muhtarı ya da bir başka merciden izin kağıdı alması düşünülemiyeceğine göre, bu özgürlüğü kullanabilmenin herkes tarafından kabul edilebilecek bazı kriterlerine ihtiyaç vardır.
Tabiidir ki bu kriterlerin bir yaptırım gücü olamaz. Olsa olsa bu kriterlere uymayan düşünce ifadeleri “saçmalamak” veya “haddini aşmak” olarak nitelendirilebilir.
Bir konuda düşünce beyan edebilmenin kabul görmüş ölçüsü, o konuda söz söyleme ehliyetine sahip olmaktır. Peki bu ehliyet nasıl kanıtlanır?
Bunun pek somut tek ölçüsü bulunmamakla beraber:
-
konudaki pratiğin bir tarafı (uygulayıcısı, düzenleyicisi, denetleyicisi gibi) olmak ve/ya
-
O konunun düşünsel yanının bir tarafı (kuramcısı, öğreticisi gibi) olmak ve/ya
-
O konunun pratik ya da kuram yanında olmamakla beraber, her konuya uygulanabilecek bir sistem yaklaşımına sahip olmak.
gibi kriterler, bir kişinin bir konuda düşüncesini ifade edebilmesi için “ehliyet” olarak kabul edilmektedir.
Dikkat edilirse bunlar içinde, “sorulduğu için beyan etmek”, “zorunlu olduğu için beyan etmek”, “ben eksik kalmamalıyım diye beyan etmek”, “hergün her konuda beyan ettiği için beyan etmek” gibi ehliyet kriterleri yoktur.
Örneğin, bir kişinin, yerçekiminin kaynağı konusunda düşüncesini ifade edebilmesinin yasal bir engeli yoktur. Ama bu “ehliyete sahip olma” şartı dolayısıyla, bu kişi bu konuda ancak çok özenle ve de “benim bu konuda bilgim yok ama,…” şeklinde başlayarak düşüncesini dile getirebilir. Tabii ki daha iyisi, hiç konuşmaması ve “ben bu konuda fikir beyan etme ehliyetine sahip değilim” demesidir.
Ancak uygulama bu değildir. Hergün yazılı basın ve TV’lerde, o konuda söz söyleme ehliyetine sahip olduğuna dair herhangi bir işaret bulunmayan birçok “imkan sahibi”nin düşünceleri boy boy yer alır.
İşin garip tarafı, bir süre sonra bu “o konuda ehliyeti bulunmayan” kişiler bu işlere o kadar alışmaktadırlar ki, Güneydoğu siyasetinden, balık zehirlenmesine kadar her konuda fikir beyan etmeyi bir kamu görevi olarak benimsemektedirler.
Bu gibi kişilerin düşünce beyan etmesinin ne gibi zararı olabileceği sorusu doğru bir sorudur. Bir konuda ehliyet sahibi olmamak, aynı zamanda o konuda bilgi sahibi olmamayı da beraberinde getirdiğinden dolayı, bu gibi kişilerin sorunlara önerdikleri çözümler daima kestirme ve dolayısıyla da kamuoyunun hiç olmazsa bir kısmı için son derece “açık-seçik”(!) olmaktadır. Gerçek ise her zaman o kadar basit olmayabilir.
İnanılmaz gibi görünebilir ama bir süre sonra kamuoyu bu ehliyetsiz görüşler doğrultusunda etkilenmektedir. Bu ise insanların “doğru bilgilenme özgürlüğü” ne yapılan bir saldırıdan başka birşey değildir. Buna ise kimsenin hakkı olmamalıdır.
Ancak bu konudaki kusuru tamamen bu ehliyetsiz kişilere yüklemek doğru değildir. Hatta hiç doğru değildir. Bir kamu görevinin (kamuoyu oluşturmak), bir bölümünü yerine getiren haber toplayıcı elemanlar, belki sansasyon isteğinden, belki de basit ve kestirme çözümlere karşı eğilimlerinden ötürü, bu gibi ehliyetsiz kişilere çanak tutmaktadırlar.
“Sayın filanca, Güneydoğu için ver-kurtul mu, yoksa vur-kurtul mu gerekir?” gibi siyah-beyaz sorulara hergün verilen ve buram buram bilgisizlik ve haddini bilmezlik kokan cevapları ibretle okuyor ve de dinliyoruz. Fikrini söyleyebilme imkanına sahip olmak, başkalarının doğru bilgilenme hakkını çiğneme hakkı olarak anlaşılmamalıdır.