BİLDİĞİMİZ KİMYA, BU İŞLERİ AÇIKLAYAMIYOR!
BİLDİĞİMİZ KİMYA, BU İŞLERİ AÇIKLAYAMIYOR!
Algılayabildiğimiz üç boyutun ötesindeki boyutları açıklamaya çalışan düşünürlerin sık başvurdukları bir yöntem, Dünya’yı bir ya da iki boyutla algılayabilen yaratıkları örnek alıp, onların üçüncü boyutu nasıl düşleyebileceklerini göstermek, böylece bizim de daha üst boyutları algılayabilmemizi kolaylaştırmaya çalışmaktır.
Bu metoda göre, iki boyutu algılayabilen, örneğin bir tavuk ya da üç boyutu algılayabilen bir insan tarafından tek bakışta kavranabilen iki boyutlu bir cisim, örneğin düz bir tabak, ancak tek boyutu algılayabilen mesela bir solucan tarafından “tek bakışta” kavranamayacaktır.
Solucan tüm Dünya’yı ancak çizgiler boyunca ilerleyerek algılayabildiği için, tabağı da yanyana yüzlerce defa gidip gelerek, yani tabağı çizgilerle tarayarak kavrayabilecektir.
Dışarıdan birisi ne kadar zorlarsa zorlasın, solucan’ın aynı anda birden fazla çizgiyi algılayabilmesine imkan olmayacak, o çizgilerin bir araya gelerek tabağı oluşturduğunu anlayamayacaktır.
Solucan’ın bir izden (çizgi) diğerine geçmesi bir süre alacağı için, o ikinci boyutu “zaman” olarak değerlendirecektir. Hele üçüncü boyut onun için daha da anlaşılmaz görünecek, üçüncü boyuttaki herşey onun için gizli güçler tarafından yönetilen bir “yaşam” olacaktır.
Solucan’ın ikinci boyutu kavramasındaki yetersizlik, aynen tavuğun üçüncü boyutu algılamasındaki güçlüğe benzer.
Bu defa tavuk ikinci boyuttaki şekilleri “tek bakışta” algılayabilecek, üçüncü boyuttaki değişimleri ise “zaman” boyutu olarak kavrayacaktır.
Solucan-tavuk-insan örneklemesi, tek boyutlu şekillerin her üçü tarafından, iki boyutluların yalnız tavuk ve insan tarafından, üç boyutluların ise yalnız insan tarafından algılanacağını gösteriyor.
Pekiyi, aynı anda üç boyuttan fazlasının algılanmasını gerektiren cisimler (ya da olaylar) insanlar tarafından nasıl kavranacaktır?
“İnsan” olarak tek ad altında topladığımız kümenin içinde, Dünyayı çok çeşitli şekillerde algılayanlar olduğuna çeşitli gözlemlerimizle tanık oluyoruz.
Günlük yaşamdaki basit sorunlar söz konusu olduğunda olayları çok boyutlu bir uzayda değerlendirebilenler, daha az boyutlu kavrayanlara kendilerini “ayarlamakta” ve karşılıklı ilişkilerde pek önemli meseleler çıkmamaktadır.
Her ne kadar, çok boyutlu algılayanların bazı davranışları diğerleri tarafından “anlamsız” olarak değerlendirilse de karşılıklı hoşgörüyle bu işler geçiştirilmektedir.
Gündelik denilebilecek yalınlıktaki ilişkiler böylece yürürse de, karmaşık sorunlar karşısında durum değişmekte, değinilen bu algılama farkları, ciddi sürtüşmelere yol açmaktadır. Olayları çok boyutlu görebilenler açısından, aralarındaki bağlantı çok net olan değişik görüntülü olaylar, az boyutlu algılayanlarca, birbirleriyle ilgisiz, ayrı olaylar sanılmaktadır.
İşi daha da içinden çıkılmaz yapan, az boyutluların egemen hale gelmesidir. Bu durumda egemen az boyutluların her eylemi, -az boyutlu uzay içinde hepsi de doğrudur- sorunları daha da içinden çıkılmaz hale getirmektedir. Türkiye’nin geçmiş on yıllardaki sorunları, basit ve az boyutlu bir “sorunlar kimyası” ile algılanıp çözülebiliyor, daha doğrusu ertelenerek “o günler için” çözümleniyordu.
Bugün bu “kimya” ile, sorunların, bütün boyutlarıyla ve birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak kavranması imkansız hale gelmiştir. Daha yüksek boyutlar içeren, yani birbirleriyle bağlantısı yokmuş gibi görünen olayları birbirine bağlayabilen bir boyut sistemi kullanılmaksızın bu imkansızlık aşılamaz.
Az boyutlu platformda masum hatalar olarak değerlendirilen ve herkesin rahatça işlediği mikro-suçlar, çok boyutlu platformda dev boyutlu yolsuzlukların yapı taşlarını oluşturmaktadır.
Az boyutlu olayları kavramanın başlıca yöntemi “yerinde bizzat görmek” iken, çok boyutlu sistemde bu bir “algılayamama nedeni” haline gelmektedir.*
Stephan Hawking’in olağanüstü algılama yeteneğinin nedenlerinden birisi de beyninden başka yerinin işlemeyişi, hiçbir olayı “yerinde tetkik” edemeyişi (!) olsa gerektir. (Bkz. https://tinaztitiz.com/yerinde-tetkik/)
Terör konusu, az boyutlu düşünce sisteminde başa çıkılabilecek bir sorun değildir. Laik-müslüman çatışması da öyledir.
Milyon dolarlık banka soygunları da az boyutlu platformun algılama kaabiliyetinin dışındadır.
Çok boyutlu yaklaşımda ise bunlar bir ve bütündür, ve az boyutlu yaklaşımın araçlarıyla çözülemezler.
Nitekim hiçbirinin çözülemediği en yetkili ağızlardan çıkan -ve samimi olduğundan zerrece şüphe edilmemesi gereken- “bitti, bitiyor”, “filan tarihte bitecek”, “ya bitecek ya bitecek” sözlerine rağmen çözülemediği, hatta yeni boyutlar kazandığı ortadadır.
Bu sorunların, yeni ve tıkanıklık çözücü söylemler gibi görünen “PKK ile görüşmek” , “Kuran’a el basıp yemin etmeye izin vermek”, “sınırsız özgürlükler” gibi yollarla da çözülmesine imkan yoktur.
Ayrıca, çok boyutlu algılama düzeyindeki çözümler için genellikle kullanılan, “sen hele bir söyle, aklıma yatarsa olur” gibisinden yaklaşımlar da maalesef geçersizdir.
Ne yazık ki iki boyut sistemi arasındaki farklılık, bütün iyi niyete rağmen az boyutlunun çok boyutluyu anlamasına imkan tanımamaktadır. Bu adil değildir, aşağılayıcı gibi görünmektedir, ama katı gerçek budur.
Yeni “sorunlar kimyası”nı anlamaya çalışmaktan, bunları anlamaya imkanı olmayanların ise sorunlarla uğraşmaktan vazgeçip, kendilerine daha az boyutlu meşgaleler bulmalarından başka çare yoktur. Pekiyi, “çoğunlukçu” demokratik sistemimiz içinde, buna imkan var mıdır? Kim az boyutlu olduğunu idrak edip kenara çekilir? Bu, az boyutluluğun tanımına aykırıdır.
İşte, kurtarıcı değil ama ihtiyacımız olan mucize budur. İnsanlarımızın, sağduyularıyla bu gerçeklerin “farkına varması” ve az boyutluluğu tasfiye etmesi!
Evrensel düzen ne demokrasiye ne de bir başka modele göre değil, acımasız “doğal seçim” esasına göre işlemektedir.
Zayıfın, güçsüzün, akılsızın zamanla yok olması, bu sistemin özüdür. Bu basireti gösterebilen toplumlar yaşayacak, gösteremeyen yok olacaktır. İster beğenelim ister beğenmeyelim!
27 Eylül 2001