BİLGİ TOPLUMU VE İNSAN KAYNAKLARI
Hemen her kavramı bir başkasına bağlamak mümkün. Hele bu kavramlar kullanıla kullanıla içerikleri merak edilmez olmuşsa bu daha da kolaylıkla mümkündür.
Henüz yeni tedavüle girmiş bir kavramın içeriğini herkes merak edebilir. Ama örneğin “bilgi toplumu” ya da “insan kaynakları” gibi deyimler o denli sık ve de kolay kullanılmaktadır ki, artık bunlar birer joker iskambil kağıdı gibi niyete göre tanımlanabilir olmuşlardır. Böyle olunca da bunları hiç sıkıntı çekmeden bağlamak mümkündür.
Ama “bilgi toplumu” ve “insan kaynakları”, bu rahatsızlığın ötesinde ilintili, hem de çok ilintili iki kavramdır.
Bilgi toplumu onlarca değişik şekilde tanımlanabilir. Toplumumuz açısından en işe yararlardan birisi ise, “sorunlarını bilgi yoluyla çözebilen toplum”dur. Sorunları bilgi yerine, onun yerine geçebilecek araçlarla da çözmek pekala mümkündür.
-
Sorunu çözmeyip ona alışmaya çalışmak,
-
Sorunların çözülmeyeceği varsayımıyla tevekkül etmek,
-
Birisinden, sorunu çözmesi için yardım istemek ya da onun üzerine yıkmak,
-
Rüşvet, tehdit vb. yollarla sorunun etrafında dolaşmak
ve daha onlarca yolla sorunları bilgi dışı yollarla “geçiştirmek” mümkündür. Daha da kötüsü, bu geçiştirme yollarının hemen hepsi, bilgiyle sorun çözmeye göre daha zahmetsizdir.
İnsanlar sorunlarını bilgiyle çözebilmek için;
-
bilgi kaynaklarına erişmek
-
çeşitli bilgiler arasından ihtiyaç olan(lar)ı seçmek, onları, kendi işine yarayacak şekle dönüştürmek (işlemek),
-
bunları saklamak,
-
bunları iletmek
ihtiyaçlarıyla karşı karşıya kalırlar.
Bu ihtiyaçların her biri ayrı birer donanım ve yazılım demektir. İşte, bilgi toplumunun çok telefon, çok bilgisayar, çok kitap kullanmasının nedeni budur.
Aksine ise, yani çok kitap, çok bilgisayar ya da çok telefon kullanan bir toplum mutlaka bilgi toplumu demek değildir. Bu araçları, yukarıdaki amaçlarla kullanan toplum bilgi toplumudur.
“İnsan Kaynakları” deyimi ise çeşitli anlamlarda alınabilir. İnşaatına işçi arayan bir kişi için, demir, çimento ve tuğla gibi malzemeler birer kaynaktır. Bankadan ya da yastık altından temin edilen para da bir kaynaktır. Eğer böyle bakılırsa, tuğlaları üst kata taşıyacak işçi de bir kaynaktır.
Nitekim günümüzde genellikle insan kaynakları denilince -aynen bilgi toplumunda olduğu gibi- akla, çeşitli becerilere sahip insanlar gelmektedir.
Kuruluşlarda -yine genellikle- insan kaynakları birimleri, eskiden personel birimlerinin yaptığı işe alma, çıkarma, özlük işleri gibi işleri yapan birimler olarak anlaşılmaktadır.
Kısacası toplumumuz kısa süre içinde bu deyimin de içini boşaltmayı becermiştir.
İnsan kaynakları denilince anlaşılması gereken ise çok farklıdır.
Dikkat edilirse insan dışındaki tüm kaynaklar ham olarak değil şekillendirilerek kullanılmakta ve böylece katma değeri artırılmaktadır. Böylece kaynağın değeri de, katma değer artırabilirliğine bağlı olarak yükselmektedir.
Tuğlanın ham kaynak olarak belirli bir değeri vardır ve bu sınırlıdır. Ama işlenip duvar haline getirilince değeri artmaktadır. Ama katma değer artışının sınırı burasıdır. Tuğla, duvardan başka birşey olamamaktadır.
Ama mesela para kaynağı daha değerlidir. Çünkü katma değeri tuğlaya göre çok daha fazla artırılabilir. Para -maddesel olarak- hemen her şeye dönüştürülebilir. Bu yüzden de değerli bir kaynaktır.
İnsan gücü ise paradan da daha yüksek bir “katma değer artırılabilirliği”ne sahiptir.
Gerekli nitelikleri kazanmadan önce yalnız kol gücünden yararlanılabilen ve tuğla taşımaktan -ve üremekten- başka bir işe yaramayan bu insan, gerekli eğitimi alarak bir şair, kompozitör ya da nükleer reaktör tasarımcısı olabilir. Bu denli esnek, katma değeri bu denli artabilen bir başka nesne herhalde yoktur.
Bu nedenle insan, basit bir üretim girdisi değil, niteliği artırıldıkça bunu fazlasıyla geriye verebilen bir kaynak durumundadır.
İşte, bilgi toplumu ile insanın böylesine zengin bir “kaynak” olması arasındaki ilişki buradadır.
Bir toplumun sorun üreten ve bunları, yeni sorunlar üreterek çözmeye çalışan bir toplum olmaktan, onları bilgiyle çözebilen ve böylece de sorun biriktirmeyip refah ve mutluluk üreten bir “bilgi toplumu”na dönüşebilmesi için, insan gibi bir kaynaktan başka kullanabileceği başkaca etkin bir kaynağı yoktur.
İnsan kaynağı, niteliği arttıkça sorun çözme kabiliyeti de artan bir kaynaktır. Bu ise bilgi toplumunun formülüdür.
Buradaki “nitelik” deyimiyle insanın yalnızca bilgi-becerisi değil, zekası, ruh sağlığı ve ahlaki tercihlerinin oluşturduğu bileşke kastedilmektedir.
Bugünkü programın, bu nedenle, yapay bağlantılı kavramlar üzerinde konuşulan sıradan bir toplantı değil, bilgi toplumuna gidebilecek yolun kapısını açacak anahtar demek olan “insan kaynağı”nın, sınırsız katma değer potansiyelinin ortaya çıkarılabilmesi için araçların tartışılacağı bir forum olarak görüyor ve başarı diliyorum.
25 Eylül 1997