“Saygılaşım”

“Saygılaşım”

Ben hayvansever değilim!

Evet, ben bir hayvansever değilim. Kendime yakıştırabileceğim sıfat “hayvansayar” olabilir.

“Sevgi” duygusunun farklı kaynakları olabilir ve kolayca da marazi yönlere kayabilir. Çok sevdiği için sevgilisini doğrayan, çok sevdiği ev hayvanı nedeniyle tüm diğer hayvanlara ilgisiz kalan, vatanını çok sevdiği için sevmediğini düşündüklerini gözünü kırpmadan öldürmeye hazır kişilikler, sevginin her zaman saf kalamadığını gösteriyor.

Hayvansayarlığımın nedeni ise çok bencilce

Aslında tek amaç gözetiyorum: türümün varlığını sürdürmek!

Yalnız kendi varlığımı sürdüremiyeceğim, bunun için dışımdaki tüm -canlı, yarı canlı, cansız- varlıklara ihtiyacımın olması benim genetik yazgım. Bu bilgiyle yüklenmiş olarak dünyaya geldim.

Bu belirleyici ilkeye sadık kaldığımda, -nasıl olduğunu anlamadığım biçimde- evren bana yardımcı oluyor, karşı geldiğim zamanlarda ise -yine anlamadığım biçimde- zarar görüyorum. Benim zarar görmemem için, dışımdakilerin zarar görmesini önlemek gerekiyor.

Saygılaşım

Bugüne kadar rastladığım tüm hayvanlar bana karşı tam olarak bu ilkeye uygun davrandılar, ben de onlara öyle davranmaya çalışıyorum. Buna da bir ad taktım: “saygılaşım“.

Saygı nedir?

Saygı’nın “ zarar vermemek“, ancak ve yalnız “zarar vermemek” olduğunu düşünüyorum. Bu ilkeyi -iyi niyetlerle- daha ileri götürüp “fayda sağlamak” gibi bir ekleme ise bu ilkeyi zedeliyor; fayda sağlamak ancak entropiyi daha artırarak mümkün olabiliyor. Zarar vermemek ise tam olarak, yani  gerek ve yeter şekilde fayda sağlayabiliyor.

Tüm türlere zarar veren (saygısız) bir alt-tür var

Aslında böyle bir şeyin olması imkansız gibi görünüyor. Bu olsa olsa, türlerden birinin bir özelliğinin yozlaşarak, kendine “fayda sağlamak” adına entropiyi -olağan akışının dışında- artırması şeklinde olabilir. Tabii ki bu uzun süre mümkün olamaz; bir süre sonra birbirine bağlı “büyük bütün” kendi dengesini kuracaktır. Bu arada geçen kısa süre içinde söz konusu alt-tür kendine “fayda sağladığına” inanabilir.

Bu alt-tür insandan türemiştir

İnsanın akıl denen özelliği kimilerinde yozlaşarak, kendi dışındakileri kendine fayda üretmeye zorlayan bir tümöre dönüşmüş görünüyor. Bu “saygısız” alt-tür, ancak onu üretebilecek yapıya sahip insan türünden dönüşerek ortaya çıkmış olabilir.

Büyük kapasiteli belleği (şimdilerde birkaçyüz megabyte civarında fiili kullandığı belleği olduğu tahmin ediliyor) ve -tüm canlılardaki- olağanüstü öğrenme yeteneği bir araya geldiğinde bu geniş bellek alanı içinde, kendi yapısını dahi tehdit edebilecek değer yargıları oluşturabilmektedir.

Öğrenme içgüdüsü aracılığıyla öğrenilenler arasında bir de ezber (sorgulanamazlık) varsa, söz konusu bu riskli değer yargıları sıkı sıkıya sahiplenilmiş bir dünya görüşüne ve onun ürünü olan yaşam biçimine dönüşebilmektedir. Böylece oluşan “saygısız” alt-tür kendince “iyi”dir ve çevresine “fayda” sağlamak için yaşamı boyunca çalışır; gerçekte ise sürekli olarak “zarar” üretir.

Bu alt-tür dışında kalan “saygılı” alt-tür de yine insan türüne aittir ve “saygısız”lar ile anatomik açıdan tamamen -herhalde- benzerdir. Tek olası fark değer yargıları açısındandır. Böylesine bir farklılık -bugünün biyolojik normlarına göre- tür farklılığını tanımlamasa da, birlikte yaşamalarının güç olduğu, dahası, varlıklarını sürdüremeyecekleri de bellidir.

“Saygılı” alt-tür çaba harcamalıdır

Saygılı alt-tür bu trajik gidişi durdurmak için çaba harcamak zorundadır. Bunu iyilik, sevap ve bu gibi deruni nedenlerle değil son derece bencilce nedenlerle yapmalıdır; aksi halde kendi varlığını sürdüremeyecek, kurunun yanında yaşlar da yanacaktır.

İşte mesele de bu noktada başlıyor: Çaba harcamak evet, ama nasıl?

Mevcut paradigmalarımız içindeki mücadele araçlarını kullanan epey insan var. Evlerine hayvan alıp korumaya çalışıyorlar, barınaklarda gönüllü olarak çalışıyorlar, yasal ortam oluşturmak için çaba harcıyorlar, protesto ediyorlar; yani ellerinden geleni doğrusu bu ya yapıyorlar. Hepsine şapka çıkarmak bir insanlık görevi.

Ama o ne? Vahşet giderek artıyor!

Büyük resme dışardan bakıldığında görünen şu: toplumumuz -ve de başka toplumlar- çok eski yıllarda olduğu gibi değil, çok daha gelişmiş. Daha örgütlü, yasalar daha yaptırımcı vs.

Ama hayvanlara karşı vahşet bu gelişmeye paralel olarak azalmamış tam aksine daha büyük bir hızla artmış. Hızla artan nüfus, acımasız rekabet koşulları içinde bunalan insanların bozulan ruh sağlıkları gibi nedenlerle dün akla hayale gelmeyecek vahşet bugün olağan sayılıyor.

Bu vahşet artışına yol açan çok sayıda neden içinde birkaç tanesi belirgindir: iletişim ortamlarının sınırlılığı nedeniyle yerel olarak kalabilen vahşet örnekleri artık ışık hızıyla tüm dünyaya dağılıyor; hiç aklına gelmeyecek insanlara yeni şiddet yöntemleri öğretiyor.

İkinci belirgin neden ise insana -haklı olarak- verilen değerin, -çok haksız olarak- “önce insan” gibi ayıp bir slogan eşliğinde yaygınlaşması.

Esas irtica budur

Binlerce yıl önce çeşitli dinlerin peygamberlerince tüm varlıkların birbirinden ayrılmazlığı vurgulanmışken, bunca zaman sonra geldiğimiz noktada “insan türü” bütün diğerlerinden ayrılıp yüceltiliyor ve yaşam hakkında bile ona öncelik veriliyor; hayvan deneyleri, serum yapmak için atlara can çekiştirmeler, hayvan derileri, kürkler vs hep “önce insan” sloganıyla yapılıyor. İşte esas geriye gidiş budur.

Saygısızlık tekdüze değildir, çan eğrisine göre dağılmıştır!

Saygısız alt-türün saygısızlık düzeyinin -çoğu olayda olduğu gibi- normal dağılım (çan eğrisi) uyarınca dağıldığı varsayılabilir. Elde başkaca saygı eksiği araştırması olmadığına göre böyle kabul edilebilir. Bu dağılımın bir ucunda “iflah olmazlar”, diğer ucunda ise “kazanılabilir olanlar” bulunmakta, iki ucun arası ise biraz farkında-biraz değil insan alt-türleri ile dolmaktadır.

İflah olmazlar için hayvansayarların -yasal sınırlar içinde- yapabilecekleri polise haber vermekten ibarettir. Bunun ne kadar etkili olacağını herkes kendi takdir edebilir. Öldürmek isteyip de deneyim yetersizliğinden öldüremedikleri adamın boyu, kazdıkları çukura sığmayınca ortak akılla önce kafasını kesmeyi düşünüp sonra onu da beceremeyince adamı canlı canlı katlayıp çukura sokan, sonra da adamın dışarı çıkabilme olasılığını azaltmak için toprağı -üzerinde zıplayarak- sıkıştıran kişiler bu gruba aittir ve sanılanın aksine etrafta bunlardan çok da vardır.

Bu saygısız alt-türün uç mensupları bazen adam öldürmekte, bazen de bu ihtiyaçlarını kurban keserken hayvanlara işkence ederek gidermektedirler. Bunlara doğrudan yapılabilecek şey pek yoktur.

Bunlara cesaret veren en büyük itici güç, çevrelerindeki diğer “saygısızlar”ın yarattığı “saygısızlık hoşgörüsü”dür. Çünkü hemen hepsi “önce insan” (hatta önce ben) sloganını benimsemişlerdir. Bu ortam saygısızlığı sıradanlaştırmakta, ancak çok aşırı olanların ortaya çıkabileceği bir kontrast ortamı yaratmaktadır.

(Nitekim, canlı toprağa gömerek öldürme olayını işleyen bir radyo programına çağrılan akademisyen ünvanlı bir kişi ile ünlü bir avukat, olayın nedeninin işsizlik, gelir dağılımı bozukluğu vs olduğunu savunmuş; programa telefonla katılanların tamamı da aynı görüşü desteklemişlerdir. Olayın bir, “kendi türüne saygısızlık” örneği olduğu ise konu dahi edilmemiştir. Şimdi bu kasapların “nadir” vaka olduğu söylenebilir mi?

Bunun için akla ihtiyacımız var, ama sıradan olanına değil!

İflah olmaz uç dışında kalanları etkileyebilecek yöntemlere ihtiyacımız var. Bu yöntemlerin bulunabileceğine inanıyorum. Ama tek engel var.

Katil kavram: “zaten

Tembel insanlar genellikle zeki olurlarmış (en tehlikeli olanlar ise çalışkan ve aptal olanlarmış). Her halde en tembel -ve dolayısıyla da en zeki- olan birisinin icadı olduğundan kuşku olmayan bir kavram var: “zaten“.

–          “Okulların, çocuğu çevreleyen dış ortamın bozucu etkileriyle tek başına başetmesi imkansızdır; bu yüzden bir veli-okul-öğrenci sözleşmesine gerek vardır. Sizden, bir veli olarak bunu yapmanızı bekliyorum

–          “A biz onu-tam sizin dediğiniz gibi değil ama- zaten yapıyoruz

–          “Sınavlarda uyguladığınız gözetim sistemi yerine onur sistemi uygulamalısınız ki, kendine ve başkalarına güvenen onurlu insanlar yetişsin

–          “Bizim uyguladığımız sistem zaten onun gibi bir şeydir

–          “Hayvanseverler aralarında bir ağ oluşturmadan bu işle başa çıkılamaz

–          “Zaten öyle bir ağımız var, herkese e-posta atıyoruz

–          “Hayvansayarlar dışındaki geniş kesimleri etkileyebilecek sıradışı etkinlikte sanat ürünlerine gerek var

–          “Bizim zaten öyle projelerimiz çok var

–          “Dizilerin, reklamların, filmlerin senaryoları içine gömülebilecek çok zekice mesajlara ihtiyaç var

–          “Zaten öyle filmlerimiz var

Geniş kesimleri etkileyip saygısız alt-tür kimliğinin farkına vardırabilecek düşüncelere ihtiyaç var. Haydi bakalım kolay gelsin.

 

6 Yorumlar

  1. Şükran hanım,biliyorsunuz yolladığınız linklerdeki tüm yazıları,dikkatle ve keyifle okuyorum.Son yolladığınız Sayın T.Titiz’in “Saygılaşım”yazısını da aynı keyifle okudum.Felsefi bakımdan çok ilginç bulduğumu söylemeliyim.Ama, uygulanabilirliği konusunda ve bazı hususlarda çekincelerim var.Yazar, sevginin saf kalamayacağını,bazı marazi yönlere kayabileceğini söylüyor ve örnekler veriyor.Bu hususlar her insan için geçerli olmasa gerek.Sevgisini marazi yönlere kaydırmış kişilere,biz zaten hastalıklı kişiler ve kişilikler diyoruz. Yazara göre,sevginin marazi yönlere kayması her insan için geçerli ve kaçınılmaz.Yani biz canlıların tümünde bu eğilim,bu hastalık var.O zaman “Saygılaşım” gibi daha üst bir disiplin isteyen bu olguyu,kişilik bozukluğu olan biz canlılar nasıl öğreneceğiz.? “Genetik yazgımda,kendi varlığımı sürdürmek için,tüm canlı,yarı canlı,cansız varlıklara ihtiyacım olduğu bilgisi var.” diyor sayın yazar.Ama aynı genetik yazgıda,”Sevgi” de var.Sevgi bilgisi ve ömrümüzün sonuna dek büyük ve bitmek tükenmek bilmez bir sevmek-sevilmek ihtiyacı ile de donatılmış olarak dünyaya geliyoruz aynı zamanda.Bu nedenle,sevmeyi ve sevilmeyi, istesek de bir kenara bırakamayız.Önemli olan,bu sevginin marazi yönlere sapmasını önlemek bilincine,erdemine erişebilmektir.Bu da,bilgi ile,kültür ile,iç disiplin,iç denetimle olabilecek bir şey.Cocuklarını çok sevdiği için, onların evlenmelerini istemeyen bir anne-babanın sorunu,sevgiden değil, bu sevgiyi disiplin ve denetim altına alamamalarından kaynaklanmaktadır. Sayın yazar’ın,”Fayda Sağlamamak” yerine “Zarar Vermemek” olgusunu seçmesi de ilginç.”Zarar Vermemek” bana edilgen,pasif bir olgu gibi geliyor.Oysa “Fayda Sağlamak” edgen,aktif bir olgudur.Sıcaktan bunalmış hayvanlara bakıp geçersem,onlara zarar vermemiş mi oluyorum.? Oysa, ben onlara,ufak bir külfeti göze alarak,bir kap su koymayı yeğlerim.Tüm hayvanlara,başta onların yaşam hakları olmak üzere,tüm haklarına, kalbimde sevgi de olarak,büyük bir saygı duyuyorsam,bırakın evimde beslediğim hayvanlara da(diğerlerine ilgisiz kalmamak şartı ile) birlikte yaşamaktan dolayı birazcık iltimas geçeyim,onlara biraz daha fazla sevgi ve saygı duyayım ne çıkar. Sevgi,Saygı ve Selamlar…

    1. (….) yazar’ın,”Fayda Sağlamamak” yerine “Zarar Vermemek” olgusunu seçmesi de ilginç.”Zarar Vermemek” bana edilgen,pasif bir olgu gibi geliyor.Oysa “Fayda Sağlamak” edgen,aktif bir olgudur.Sıcaktan bunalmış hayvanlara bakıp geçersem,onlara zarar vermemiş mi oluyorum.? (…)

      Sıcaktan bunalmış hayvanlara -ya da herhangi bir canlıya- su vermek, onun zarar görmesini önlemek olarak anlaşılmalıdır. Pasif olduğu doğrudur; çünkü zarar görme durumunda olan bir canlının zarar görmesini önlemek -aktif bir tutum olarak adlandırılabilse de- aslında “başlatıcılık dürtüsü”, fayda sağlamak gibi “varsayılan bir ihtiyaç”a değil, ortaya çıkmış aktif bir olguya verilen pasif bir cevaptır.

    2. (…) Tüm hayvanlara,başta onların yaşam hakları olmak üzere,tüm haklarına, kalbimde sevgi de olarak,büyük bir saygı duyuyorsam,bırakın evimde beslediğim hayvanlara da(diğerlerine ilgisiz kalmamak şartı ile) birlikte yaşamaktan dolayı birazcık iltimas geçeyim,onlara biraz daha fazla sevgi ve saygı duyayım ne çıkar. (…)

      Sevgi, çok sağlam temelleri olan “saygı”nın bir özel durumu olarak ortaya çıktığında -ki katıksız saygı denilebilir- sorun kalmıyor. Aksi halde, yani o sağlam temellere -tüm varlıkların bir büyük bütünü oluşturduğu bilgisinin duyumsanması- dayanmayan “sevgi”ye patalojik adını vermek bana daha anlamlı geliyor.

  2. Tamer bey, sorunun büyük bir kısmının uygulamalarda olduğunu düşünüyorum; “”birinin balkon altına, bir kap su / yiyecek konulması”, “birinin camının önünü bir ağacın kapaması” gibi örneklerdeki gibi… Teorik olarak bir çok insanın hiç de reddetmeyeceği bu paylaşımlar, uygulamalarda sorun yumağına dönüşebiliyor. “Hem ben rahatsız olmayım, hem de o” ortalamasını aramak yerine, sadece “ben rahatsız oluyorum” düşüncesi ile tek kutba kaymak, sanırım genel sorunlarımızdan.

    Bütün her bir parçasıyla birlikte korunmalı sözde kaldığı, uygulamalara ve düzenlemelere yansımadığı sürece, birilerinin hep bir parçayı diğerine göre daha üstün gösterip, diğer parçaları da kendi hizmetinde görmesi, sevgi ve saygıyı da tüketiyor. Yeni yasalar ve yasaklar da, ekonomisi çöküşe giden bir ülkenin daha çok para basarak düzeltmeye çalışması gibi geliyor bana.

    “Su ve yiyecek” hepimiz için vazgeçilmez bir ihtiyaç. Ortak çözüm istenirse pekala da bulunur. Herkesin yaşam hakkına saygı gösterilerek:-)) Yeter ki korkular, kaygılar bizi koşullamasın.

    Sevgi ve selamlar,

    A.Şükran Demiralp

  3. Kesinlikle katılıyorum Şükran hanım..Toplumumuzda gittikçe azalan “empati” olgusu,sanırım bu bencilliklerin en önemli nedeni.Oysa,uyuşmazlıkların en uç noktasında bile,bir an empati yapabilsek,herşey ortalama çıkarlara indirgenebilecek.Hayrettir,bilim ve teknoloji arttıkça,ters orantılı olarak toplumdaki empati olgusu giderek azalıyor,”ben” merkezli davranışlar artıyor.
    Korkarım kıyamet denilen şey bu olsa gerek.İnsanoğlunun kendi yarattığı canavar,onun sonunu da mı hazırlayacak. Bu bir paradoks değil mi.? Bilim ve teknoloji arttıkça,insanoğlunun daha mutlu olması gerekmez mi.?
    Sevgi ve selamlar,
    Tamer Ergenç

  4. Tınaz Beye şu anlamda katııyorum önce insan demek hadini sınırsızca genişletmek demek…bir köpeğim var emin olun insan bilincini alt edecek bir varlığınızdan duyduğu coşku dışında bizim bilinç dediğimiz lakin henüz adlandıramadığım bir algı düzeyi ile niyet okuyabildikleri gerçeğini gözlemledim o kadar da üst varlık değil insanoğlu bunu alt varlıklara ifade edebilmek gerekir sanırım

Yorum Gönder