Bildiklerimizi zannettiklerimizi askıya alabilmek!

Bildiklerimizi zannettiklerimizi askıya alabilmek!

21.yy’ın en önemli “tekrar keşfi”nin öğrenme olacağı görünüyor. Genellikle okul ile birlikte anılan öğrenme kavramı halen şöyle tanımlanıyor[1]:

“Öğrenme daima, -yapabilirlikteki, bilgideki, algılamadaki ve bir kişinin kendisi ve başkaları hakkındaki duygularındaki- değişimi içerir.”

Bu akademik tanım, sessizce gelmekte bulunan öğrenme devrimi[2] süreci açısından biraz daha derinleşerek anlaşılır hale geliyor:

“Canlıların, kendi varlıklarını ve türlerinin sürdürülmesi amacını -az ya da çok- tehdit eder görünen her durumun tehlikesini boşa çıkarmak ve bunu hem gelecekte tekrar kendinin kullanabilmesi hem de dayanışma içinde olduğu diğer canlılara aktarabilmesi için, atlattığı deneyim sürecinin, kendini oluşturan tüm katmanlara (fizyolojik, psikolojik ve diğer) kendiliğinden gömülmesine öğrenme adı verilir.”

Görüldüğü gibi öğrenme, genellikle birlikte anılan öğretme, benimsetme, kafasına sokma, koşullandırarak, tekrarlatarak belleğinden silinemeyecek hale getirme gibi kavramlardan çok farklı bir anlama kavuşmaya doğru gitmektedir; neredeyse kalbin çarpması, hormonların salgılanması, gözlerin kırpılması gibi kendiliğindendir. Kendiliğinden olmak zorundadır çünkü, en temeldeki amacı (türünün, dolayısıyla da varlığının devamını sağlama), ona başka bir seçenek bırakarak amacı riske etmemek zorundadır. Yeter ki öğrenilecek deneyim, onun veya türdeşlerinin bu temel amaçları açısından bir ihtiyaç olsun.

İhtiyaç olmadığında ya da kişi (ya da herhangi bir canlı) tarafından ihtiyaç olarak algılan(a)madığı takdirde ise bu sihirli süreç kendiliğinden olmadığı gibi, diğer ihtiyaçların öğrenilmesini geri bırakabileceği nedenle reddedilir. Ancak bu ret sonunda, öğrenmesini talebedenlerce bir tehdit (insanlarda sınıfta bırakma, diploma vermeme; hayvanlarda dövme; bitkilerde susuz bırakma gibi) üretilirse, canlı bu defa aldatma yolunu seçer. İşte, ezberleyip sonra da unutmak bu aldatma yöntemlerinin başında gelir.

Daha da trajik bir tehdit, kişinin “ihtiyaçlarını kendiliğinden öğrenme” gibi bir doğal yeteneğinin varlığının unutturulmasıdır. Bu, eski Doğu Bloku ülkelerinde uygulanmış, kişilerin önce -herhangi bir konuda- suçlu olduğunu ileri sürüp, daha sonra işkence yöntemleri altında suçluluğun gerçek olduğuna yürekten inandırılması yöntemine pek benzemektedir; öğrenilmiş çaresizlik denilen de budur ve böylece kişi, kendi başına bir şey öğrenemeyeceğine, ancak bir öğreticinin talimatlarıyla öğretilebileceğini “öğrenmekte”dir.

Şimdi geldiğimiz noktada durumun bu olmadığının farkında olanlar, bunu son devrim olarak planlamakta ve bu devrimden gerek ticari gerekse diğer yollardan yararlanma yollarını tasarlamaktadırlar.

Her devrim bir ilke çevresinde örgülenir!

Sanayi devrimi buhar gücünün kol gücünden daha avantajlı olması ilkesine dayanıyordu. Enformasyon devrimi ise bir ürünün katma değerini en çok artıran öğenin bilgi olduğu ilkesini temel almıştı. Öğrenme devrimi de bir ilkeye dayanmaktadır ve bu, yukarda açıklanan “ihtiyaçlar kendiliğinden öğrenilir” ilkesidir.

Ama ilkeler tek başına devrim yapamaz!

Ne sanayi devrimi ne de IT devrimi tek başına sözü edilen ilkelerin ürünüdürler. Buharın gücünü kol gücünün üzerinde bir değere çıkaran nesne buhar makinesi; daha yüksek bilginin daha büyük katma değer üretmesini ise bilgisayar sağlayabilmiştir.

Benzer şekilde ihtiyaçlar kendiliğinden öğrenilir ilkesi de öğrenme devrimini tek başına başlatamamıştır; muhtemelen insanoğlu bu ilkenin çok uzun zamandan beri farkındadır. Burada, buhar makinesi ya da bilgisayar gibi bir nesne yerine bu defa daha soft (bilgisayar buhar makinesine göre çok daha softtur) bir buluş rol oynamıştır. Bu soft buluş, bildiklerimizin, kendiliğinden öğrenme önündeki en büyük engel olduğu düşüncesidir.

Bu nasıl olur?

Buradaki tuhaflığın nedeni, “bildiğimiz” teriminin tanımında gizlidir. Bu terimi, “bildiğimize inandığımız” ya da “bildiğimizi zannettiğimiz” olarak değiştirirsek, bilinenin öğrenmeye nasıl engel olabildiği daha iyi anlaşılabilir.

Öğrenme süreçlerini ihtiyaçlar tetiklese de, öğrenilmiş çaresizlik nedeniyle kişi zorlama yoluyla belleğine yerleştirdiği ve kullanımı yoluyla çevresinden onay aldığı bilgileri de ihtiyaca dayalı olarak öğrenilmiş bilgi olarak sayabilir ve böylece iki bilgi türü birbirine karışmaya başlar. Zamanla, zorlama bilgilerinin hacmi artıp giderek ihtiyaçlarının sesini dinlemez / dinleyemez oldukça da bilginin mutlaka birilerince öğretileceği (artık ona zorlama da demez, diyemez) kalıbını -ister istemez- öğrenir. Öğrenme olgusunun bittiği yer burasıdır.

Bu noktadan sonra, kişi ihtiyaçlarının yol göstericiliğini bırakarak -giderek donmaktadır- belleğine yerleşmiş ve yerleştirilmekte bulunan zorlama bilgilerin güdümüne girer. İşte bu zorlama bilgiler artık öğrenme olgusunun önündeki kilitli kapılardır.

O halde, buradan bir yöntem üretilebilir: Zorlama bilgileri askıya almak!

Kişinin içinde bulunduğu çeşitli çevreler (fiziksel, sosyal, duygusal vd), kişinin öğrenme ihtiyaçlarını tetikleyecek öğelerle doludur. Kişi, belleğine yerleştirdiği çeşitli zorlama bilgilerin oluşturduğu görünmez -ama aşılması güç- bir duvarla bu tetikleyicilerden kendini -güya- korur, onlara direnir; zorlama bilgilerinin esiri olarak onların doğruluğunu, değişmezliğini savunur. Çevremizde, bu tür sokuşturulmuş bilgilerin esiri olarak kendi ömrünü, başkalarının ömrünü tüketen çok sayıda örnek görebiliriz.

Üretilebileceği belirtilen yöntem hakkında bir şeyler demeden önce hemen ifade edilmesi gereken bir nokta, zorlama bilgilerin bir kısmının ihtiyaçlarımıza karşılık geldiğidir. Ama artık zorlama yoluyla öğretilme bir bağımlılık haline geldiği için hangi bilgi zorlamadır hangisi ihtiyaçtır bunu ayıramayız.

İhtiyaca dayalı kendiliğinden öğrenme sürecini donmuşluktan kurtarabilmek için bu noktada yapılması gereken, kişinin kendi karar verebileceği bir süre için belirli bir konuda -daha sonraları tüm konularda- bildiğini zannettiklerini (yani zorlama bilgilerini :-)) askıya almasıdır.

Bir diğer deyişle, çevresini saran ihtiyaca dayalı öğrenme tetikleyicilerinin kendisine erişmesine fırsat vermesidir.

Bunun için şu ifade iyi bir motto olabilir: Bildiklerimin doğru olduğunu nereden biliyorum; belki de hiçbirisi doğru değildir!

Bunu bir zihin egzersizi olarak yapmaya başlayanların kısa süre içinde yepyeni ve çok zengin bir evren keşfedebileceklerini söyleyebilirim.

Doğrularının doğruluğundan ve mutlaklığından kuşkulanmaya başlamak için sadece kendi inatlarımızı kırmamız yetiyor.

Pazartesi, Nisan 5, 2010


[1] Ellis, A.K. & Fouts, J.T., Handbook of Educational Terms and Applications, Eye on Education, 1996, Princeton, A.B.D.

[2] Dryden, G. & Vos, J., The New Learning Revolution, Network Educational Press Ltd., Birleşik Krallık, 2005

… Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

2 Yorumlar

  1. Tınaz bey merhaba,

    Yukarıdaki 5.paragraf: ““Canlıların, kendi varlıklarını ve türlerinin sürdürülmesi amacını -…” içindeki “türlerini sürdürülmesi amacını” linki, sanırım yanlış çalışıyor

    Sevgi ve selamlar,

    A.Şükran Demiralp

Yorum Gönder