Kök-sorun İstanbul’a göç müdür?
Kök-sorun İstanbul’a göç müdür?
Yerel seçimler yaklaştıkça yörelerin sorunları hakkında siyasi partilerin tanıları da ortaya çıkıyor. Bu, demokrasimizin gelişimi açısından iyidir. Herkes sorunlarla ilgili tanılarını, sorunlara yol açan nedenleri ve öngördükleri çözümleri halkın önüne koyacak, halk da aklının en çok yattığına oy verecek.
Kuşkusuz siyasi parti ve bağımsız adayların çeşit çeşit ideolojileri vardır, ama kimi konulardaki teşhisleri de ortaktır. İşte bu ortak teşhislerin başında, İstanbul -ve benzeri metropollerin- başlıca kök sorunu’nun “kırsaldan kentlere göç” olgusu olduğu geliyor.
Herkesin gözü önünde meydana geldiğine göre göç olgusunu reddedecek kimse herhalde yoktur; rakamlar da bu gerçeği doğrulamaktadır.
Şimdi birkaç rakam; Eurostat verilerine göre:
· İngiltere’de nüfusun %5’i,
· Fransa……%6
· Almanya….%9
· İtalya ……. %2
· Hollanda …%4
· İspanya ….%7’si
başka ülkelerden göçmüş kişilerdir.
ABD her yıl 55,000 , Kanada ise 200,000 kişiyi düzenli olarak göçmen kabul ediyor. Yeni Zelanda, Avustralya vb gelişkin ülkelerdeki rakamlar da benzer.
Peki nasıl oluyor da bu göçmenler o ülkeleri altüst etmiyorlar, tam aksine onlara refah getiriyorlar?
Bunun cevabını hemen herkes biliyor: Bu ülkelerin hiçbirisi, yatağını yorganını kapıp, alışkanlıklarını da bavuluna koyup bu ülkelere getiremiyor. Getirenle de mücadele ediliyor.
O halde bir ülke ya da kentin düzenini bozan öğe “göç” değil, “kontrolsuz göç“tür. (https://www.tinaztitiz.com/yazi.php?id=434)
Kontrolsuz göç’ün temel niteliği “kuralsızlık”tır. Göç alan gelişmiş ülkelere refah katkısı getiren de göçün kurallarıdır.
İstanbul’un en belirgin özelliği kuralsızlık olup, bundan sadece göç değil, akla gelebilecek tüm olgular olumsuz etkileniyor.
Örneğin ticaret, gelişmenin başlıca anahtarlarından biri iken, kuralsız ticaret insanların soyulmasına yol açıyor. Benzer biçimde, kurallara bağlı olarak yapıldığı zaman insanların yaşamlarını kolaylaştıran taşımacılık, konut inşaatı, hizmet sektörünün çeşitli alanlarının her biri işkence haline gelebiliyor.
Yerel seçimlerde -özellikle metropol kentlere- başkan adayı olacakların yapabilecekleri en olumlu vaat, “kentte kural egemenliğini sağlamak” olmalıdır.
Belediyelerimizin geleneksel hizmet alanları olarak gördükleri alt-yapı inşaatı, ancak kurallı bir ortamda yüksek yaşam kalitesine dönüşebilir. Aksine, kuralsızlık ortamında yapılacak her yaşam kolaylaştırıcı alt-yapı, kuralsız yaşamak isteyen daha çok sayıda insanı kente çekecek ve aynı miktardaki kural yandaşı insan ya kentten göç edecek ya da giderek daha büyük sıkıntılarla karşı karşıya bırakacaktır.
Bu tür bir kuralsız kent -aynen bir kara delik gibi- giderek daha çok ve azılı kuralsızı kendine çekecek ve daha az “azılı” kuralsızın ise kentten kaçmasına yol açacaktır.
Bu süreç, en azılı kuralsızların aralarında bir dehşet dengesi oluşana kadar gidecek ve sonunda tüm ülkenin kurallarını belirler hale gelene kadar sürecektir. Sürecin ondan sonrasını, karadeliklerin içlerine göçmesi konusunda uzman kozmologlara sormak gerekir.
Bu ölümcül süreci önce yavaşlatmaya sonra durdurmaya talip olabilecek adayları ne gibi kaza belanın bekleyebileceğini tahmin etmek güç değildir. Ama hizmet aşkıyla yanıp tutuştuklarını ilan edenler içinde herhalde bu riski de göze alabilecek kişiler çıkacaktır.
Son söz: Başkan adaylarımız, seçildikleri takdirde ne gibi alt-yapı hizmetleri yapacaklarını ilan ederek yarışıyorlar.
Kuralsızlığın zirvelerine doğru ilerleyen metropollerde çakılacak her çivinin, bu süreci bir çivi boyu kadar artıracağını idrak edebilen adaylara kavuşmak dileğiyle..
13 Şubat 2009