Focus!
Gündelik gazete, TV, sosyal medya ve arkadaş toplulukları yoluyla akan bilgilere biraz yukarı çıkıp oradan bakınca görünenler -bendeki izlenim- şöyle: Çeşitli ölçekte “yeni sayılabilecek eğrilikler” ve çok az da olsa “filanca eğrilik şöyle kolayca/!) çözülür?” önerileri.
Bunlardan birincisi sürekli bir tırmanış gösterir. Örneğin, bugün için “filan kamu görevlisi kayınbiraderine bir milyonluk bir kolaylık sağladı” gibi bir haber çıkarsa, yarından itibaren çıta bu düzeyin (makam ve/ya kolaylık miktarı açısından) daha üstüne çıkmak zorundadır; aksi halde yeteri uyarıcılığı sağlayamaz, çünkü kandaki yolsuzluk haberi yoğunluğunun sabit kalması için “o da bir şey mi esas şu ranta bakın” gibisinden yeni bir bombaya ihtiyaç vardır. İşte tam da bu nedenle verilen haberlerin ölçülendirilmesinde kullanımı adet olmuş birim “atom bombası”dır (çünkü vatandaş her gün atom bombası patlamasına alışık olduğundan ne gibi bir etkiyle karşılaşacağını çok iyi takdir edebilir. Deprem büyüklüğünün ya da Karadeniz’in altındaki hidrojen sülfür patlamasının nasıl bir şey olduğu bu nedenle abpb (atom bombası patlaması birimi) ile ölçülür.
Bunlar işin şaka yanı olup değinilmek istenilen, uzayın genişlemesi gibi bir hızda büyüyen “dikkat dağıtıcı” olgudur. Bu soyut tanımı anlaşılır kılmak için aklıma gelen, üç kupadan birisi altına gizlenen bir nesneyi bulması istenen ve kupaların sürekli yerleri değiştirilirkenki hıza uyum gösteremeyen kişilerin uğradıkları akıl dağınıklığıdır. Ulusça bağımlısı olduğumuz bu kupa altındakini bulma oyunu’nu oynatanlar kuşkusuz oynayanlar kadar bilinçsiz olmadıkları için bu işten zarar görmez, aksine kazanç sağlarlar.
Her şeye karşın oyunu oynayan ya da oynamayıp izleyenler yine de zamanla esas amacın akıl dağıtmak olduğunu fark etmeye başlayacakları için dikkatleri bir yerlere çekecek ek etki unsurlarına ihtiyaç vardır. Örneğin, özgürlükler ülkesi topraklarımızda canı çektiği için birilerini öldürmek üzere gezinen bir yurttaşımıza denk gelen hem kadın hem de dansçı bir kişi, istenilen ek akıl dağıtıcılık amacıyla iki-üç günlük de olsa yeterlidir. Sonrasında Kanal İstanbul nedeniyle “su altında kalacak mezarlar” (dikkat! bu topraklardaki egemenliğimizin mührü olan Montrö değil de mezarlar) gibi bir konu icat edilir.
Bu körlük içinde, insani olarak etkili sıkça rastlanabilecek trajik olaylar, birilerinin “odağını kaybetmeden” eğriliklerin kök-nedenleri üzerinde durmasını güçleştirdiği gibi, aslında Cumhuriyet rejimi ve demokratik yönetim biçiminin en değerli aracı olan kitlesel akılların oluşmasını da engeller.
Her kök-neden, adına Sorun Kimyası da denilebilecek bir olgu uyarınca sürekli olarak bölünme ve birleşmeler yoluyla yeni sorunlar üretme eğilimindedir[1]. Üstelik, toplumumuzun Sorun Çözme Kabiliyeti (ortalamasının) yetersizliği nedeniyle bu üremeyle ortaya çıkan sorun stokunun giderek büyümesi ve bu stokun aslında “Türkiye’ye karşı kullanılabilecek çeşitli kozların ihracatı” olması nedeniyle dışımızdaki her toplumun iştahını da kabartır. Her çözemediğimiz sorun aslında kendimize karşı kullanılabilecek bir koz ve aynı zamanda üretilen değerlerin birazının yitirilmesidir.
İnsanları genelde rahatsız eden sorunların kökleri değil semptomlarıdır, çünkü onlar anlık olarak algılanırlar. Bu sadece burası için değil tüm toplumlar için geçerli olsa da fark, gelişkin denilebilecek olanlar içinde “aydın[2]” adı verilen bir kesimin, odaklarını kaybetmeden kitlesel akılların[3] oluşmasına öncülük edebilmeleri, geri kalmış ülke insanlarının ise bu işlevi yapabilecek beceriye sahip olmamaları; aydın kesimin bu akıl dağılma ve daralmasına -neredeyse- öncülük edip, her gün ortaya atılan bir konuyu kök-sorun olarak sunup; üstüne üstlük odağını kaybetmeyenleri romantik, naif, teorik gibi sıfatlarla aşağılamalarıdır.
Bu durumda sorulabilecek soru, “akıl dağılması tuzağına düşmeyenlerin neleri ve de nasıl yapabilecekleri”dir. Odak dağılması yoluyla akıl daralmasına uğramamış insanların yollarına devam etmeleri birinci ip ucu olabilir.
Bir diğeri, yalnızlık ve desteksizliklerini gidermek yolunda, çağın sunduğu teknik imkanlardan yararlanmalarıdır. Yüz yıl önceki imkansızlıklar içinde o günün en ileri tekniklerini (örneğin telgrafı) sonuna kadar kullanabilen M.K. Atatürk örnek alındığında, birbirinden uzakta yaşayan ve birikimlerini sadece kendi çıkarları doğrultusunda kullanmama erdemini gösterebilecek profesyonel gönüllüleri[4], internet aracılığıyla bir araya getirip, yetkin akıl algoritmaları[5] oluşturmak pekala mümkündür[6].
28 Aralık 2019
[1] Sorun kimyası için bkz. https://tinaztitiz.com/3360/sorun-kimyasinin-dorduncu-kanunu/
[2] Aydın tanımı için bkz. https://www.beyaznokta.org.tr/projelerimiz_kavram#aydin
[3] Kitlesel akıl (küme aklı, kovan aklı, kalabalık aklı) için bkz. https://goo.gl/VJVFBj
[4] Bir sosyal sorumluluk görevini profesyonel disiplin içinde yapan gönüllü kişiler.
[5] Bkz. http://bit.ly/2Qqxvf9 adresindeki Düşünce Notu
Tınaz bey kaleminize sağlık.
Öyle anlaşılıyor ki, Ülkemiz genelinde tayin edici Kök Sorun, “aydın” kesimin yeterince aydın davranışı göster(e)meyişinde yatıyor.
Niçin gösteremiyor konusuna geçmişte de eğilmiştik.
Bireysel çıkarları ”büyük çıkar – toplumun yararı” sınırlarını çiğneyerek gerçekleştirme vahşiliğinde; toplumun zararına olanın bireyin kendi büyük çıkarının da zararına olacağını unutturan egoistlik ahlakında/ahlaksızlığında yatıyor olsa gerek…
Birikimlerini sadece kendi çıkarı için kullanmama erdemine sahip profesyonel-gönüllüler anahtar olarak görünüyor
Sağolun. Çok zihin açıcı
Tınaz bey,
Her zamanki gibi çok aydınlatıcı bir yazı. Bu günlerde üzerinde düşündüğüm bir konu da özellikle kanal istanbul tartışmaları sırasında ve dilekçemi hazırlarken temel sorundan ne kadar uzaklaşıldığı oldu. Burada temel soru aslında böyle bir kanal gerekli mi? sorusu ve cevabın evet olmasını sağlayacak herhangi bir haklı gerekçe ortada yok. Dolayısı ile ile diğer problemler için olsa olsa ihtiyacımız olmayan bir kanalın; zorunlu ihtiyaçlarımız olan su, toprak, havaya vereceği bilimsel verilere dayalı zararların kanıtları sunmak olmalı.
Bu konuyu düşünürken SÇK gelişimine engel olan unsurlar neler diye düşünmek gerek yeniden ve sizinde örneklediğiniz gibi sanki akıl yürütme (düşünme) tembelliği ve komplo teorileri (Birbiri ile ilişkisiz doğruları ilişkilendirerek kavram kargaşası yaratılması. Bunun yayılması için sıklıkla başvurulan sosyal medya olmakta. İlgi çekici oldukları için basın yayın kuruluşlarının da hoşuna giden haberler bunlar) gibi görünüyor bana.
Saygılarımla..
Baki bey,
Yazdıklarımı “çok beğenilsin” saikiyle yazmadığımı bilen kişilerden birisiniz; bu nedenle bana ilginç gelen bir gözlemimi aktarmak istiyorum: Sıradan sayılabilecek kimi konuları ele alan bazı yazılar -ele aldığı konu ya da belki işlenişindeki mizahi yaklaşım nedeniyle- epey yorum alırken, çok temeldeki bazı konular -bu yazıda olduğu gibi- ancak birkaç kişi tarafından okunuyor. Bu farklılık, “neyin önemsendiği” konusunda bir ölçüde de olsa bir gösterge olarak kabul edilebilir gibime geliyor.
Bu site popüler bir site olmadığı için izleyenler belirli bir gruptan kişiler. Dolayısıyla da ortadaki meselenin açıklanması pek kolay değil. Görebildiğim, Sorun Kimyası (https://tinaztitiz.com/3360/sorun-kimyasinin-dorduncu-kanunu/) adıyla şaka kattığım yaklaşımın ıskalanıp, sorunlar arasında bir hiyerarşinin varlığının gözardı edilmesi ile bir diğer eksiğin birleşmesidir. O diğer eksik de ifade edilmek istenilenlerin uzun sözler arasında kaybolması meselesi. (Çocuklarımızın PİSA sıralamasında okuduklarını anlayamamaları ile bu “mesele” arasında sıkı bir bağ olduğunu sanıyorum).
Yorumunuza ço teşekkür ederim.