EN ÖNEMLİ SORUNUMUZ YILLARDIR NİÇİN “PAS GEÇİLDİ”?

Lütfen şöyle bir düşününüz, hangi küçük ya da büyük sorun olursa olsun, ilginç bir gerçek gözünüze çarpacaktır: Deniz kirliliği, kamu arazilerinin işgali, yüksek enflasyon, terör ya da dil yozlaşması; hangisinden yola çıkarsanız çıkın daima daha temelde yatmakta bulunan az sayıdaki “Kaynak Sorun”a varılmaktadır .

Herhangi bir sorunun ortaya çıkması için daima, birisi “ortam hazırlayıcı” diğeri de “tetikleyici” olmak üzere iki grup nedene ihtiyaç vardır. Bunlardan birisi bulunmadığında, “sorun”un doğması imkansızdır.

Bunun tersi de doğrudur; mevcut bir sorunu yoketmek için hem ortam hazırlayıcı hem de tetikleyici nedenleri birlikte ortadan kaldırmak gerekir. Aksi halde sorun yok olmaz, olsa olsa şekil değiştirir.

İşte, çeşitli sorunların bu ortam yaratıcı nedenlerine tek tek bakılırsa, bunların bir bölümünün o sorunlara özgü olduğu ama geri kalanlarının ise birbirinin aynı olduğu görülecektir. Bu, çarpıcı bir bulgudur. Yani, deniz kirliliğinin, yüksek enflasyonun, terörün ve dildeki yozlaşmanın bir bölüm nedeni birbiririnin aynıdır. Bunlara Kaynak Sorunlar adı verilebilir.

Kaynak Sorunlar’ın, önemli özellikleri vardır: Birincisi, bunlar bir su kaynağının su üretmesi gibi sorun üretirler.

İkincisi ise, çeşitli sorun kaynakları’ndan kaynaklanan sorunlar birbirleriyle birleşip yeni sorun bileşikleri oluşturmak eğilimindedirler. Ayrıca, bu bileşikler de hem kendi aralarında hem de diğer kaynaklardan üreyen sorunlarla sürekli olarak birleşirler.

Üçüncü özellik, toplum sorunlarını çözme iddiasında olanları çok ilgilendirmektedir. Bu da, sürekli sorun üreten bu kaynaklar kurutulmadan, bunlardan doğan sorun bileşiklerinin çözümlenemeyeceği, yalnızca şekil değiştirebileceğidir.

Bir başka deyimle, Kaynak Sorunlar yerine onlardan oluşan sorunları çözmek üzere para, zaman, beyingücü gibi nadir

kaynakları harcamak, bırakınız sorun çözmeyi, onların daha da yayılıp derinleşmesine yol açar.

Batı’lılar Kaynak Sorun’a (source cause), onlardan türeyen sorunlara da (phantom cause) -biz de Görünen Sorun diyebiliriz- adını vermektedirler. Dilimizde bu olguları tanımlayan deyimler yoktur. O halde sorunlara bu tür bir teşhis de konulmamıştır. İşte sorun da burada başlamaktadır.

Her kavramın her dilde bulunması gerekmez. Ama bu öylesine önemli bir kavramdır ki bu konudaki bir eksiklik, “eksiklik” değil neredeyse bir hiçlik gibidir. Aynen, ondalık sayı sistemi olduğunu savunan bir sistemdeki on rakamdan birisinin bulunmayışının bir eksiklik değil bir hiçlik olduğu gibi! Hele ve hele çağdaşlaşma (hatta onu da aşma) iddiasını taşıyan bir toplumun, bu eksikliği farketmemiş olması kolay kolay geçiştirilemez, geçiştirilmemelidir.

Çünkü o takdirde bu “pas geçme”ye yol açan neden(ler) halen devam ediyor demektir. Bu, cebinde pimi çekik bomba taşıyor olmaktan daha az tehlikeli değildir.

Şimdi yüksek sesle şu soruyu sorup yine yüksek sesle cevap vermeye çalışalım: “Bir imparatorluğun batmasına yol açan, şimdi ise toplumumuzu yokedebilecek bu kavram eksiğinin sebep(ler)i nelerdir? Bunu birileri tezgahlamış olamaz. O halde biz neyi ya da neleri pas geçtik de bu önemli kavramı, sorun çözme kültürümüzün dışında bıraktık?”

Olaylar üç türlü açıklanabilir: Birincisi inanç yoludur. Onda açıklamaya, neden sormaya gerek -ve de imkan- yoktur. “Öyle olduğu için öyle olmak”, yeterli bir açıklamadır.

İkinci tür açıklama, sokaktaki adam açıklaması’dır -ki ülkemiz sokaklarında tahminlerden fazla insan yaşar-. Sokaktaki adamı ne rahatsız ediyorsa tüm olayların nedeni odur. Örneğin ücreti düşük bir sokaktaki adam, “bizim gibilere değer verilmezse böyle olur!” türünden bir cevap bulur. Tabii ki sokakta kaç kişi varsa o sayıda da açıklama vardır.

Bu yaklaşım, bu tür insanlar için bir sosyal afyon’dur ve sanıldığının aksine oldukça da yararlı sayılabilir. Çünkü sokaktaki adam’ın bilinç düzeyi, gerçeklerin yükünü taşımaya yetmeyebilir.

Üçüncü tip açıklama ise bilimin açıklamasıdır. Orada kolaycılığa, kalıpçılığa, kişisel duyguların etikisinde kalmaya yer yoktur.

İşte, yukarıdaki soru için ihtiyacımız olan, bilimin açıklamasıdır. Evet, nasıl oldu da biz Kaynak Sorun – Görünen Sorun kavramlarını düşünce sistemimizin dışında tuttuk ve halen de ısrarla tutuyoruz?

Yazarımız-çizerimiz, politikacımız, düşünürümüz hangi yöntemle sorunları açıklıyor? Yoksa bu kavramlar gereksiz mi? Biz bir başka yol bulduk da sorunlarımızı o yöntemle mi analiz ediyoruz?

Ey toplumun önde gelenleri!

Politikacılar, yüksek bürokratlar, yazarlar, iş adamları, akademisyenler!

Sizlere sesleniyorum. Hergün birbirinize şerefler veriyor, birbirinizi ödüllendiriyor, bilgiç tavırlarınızla topluma güven vermeye çalışıyorsunuz. Ama bakınız, ortada cevaplanması gereken bir soru var. Lütfen buna yanıt arayınız. En azından nasıl yanıt aranacağını düşününüz, düşünmek zorundasınız.

Ama, bir ulusal kimlik özelliğimiz haline gelen, “süslü ve içi boş sözlerle” değil, kişisel sorunlarınızı yansıtan “yorum”larınız değil, “açıklamalar”ınızı yapmak zorundasınız.

Aksi halde, bütün o yüksek ünvanlarınızı kullanma hakkına sahip sayılamazsınız. “Sokaktaki insan” hepimizden bunu bekliyor ve haklı olarak bekliyor!

Pazar, 07 Ağustos 1994

Yorum Gönder