BİLİM MERAKTIR!

BİLİM MERAKTIR!

Bilim ve/ya teknoloji konusunda yazılıp söylenenlerin, bu alanlardaki gelişmeler, gelecek tahminleri ya da bir gelişme gösterebilmemiz için yapılması gerekenler gibi noktalara yöneltilmesi alıştığımız üsluptur. Bu yaklaşımın yaygınlığı dahi tek başına, bizim bilim ve teknolojiden niçin istenilen düzeyde yararlanamadığımızın bir işaretidir.

Bir eksikliği, “o eksiklik olmasaydı neler olurdu ?” şeklinde iştah kabartarak gidermeye çalışmak pek ilkel bir çıkmaz yoldur. Refah ya da mutluluk düzeyine erişmeyi özlediğimiz insan topluluklarının sorunlara yaklaşım yolu ise “iştah kabartma” biçiminde değil, “neden arama” şeklindedir. O halde doğru sorular şunlar olabilmeliydi;

  • “Bireysel ve de toplumsal yaşamımıza bilimin yol göstericiliği ne ölçüde egemendir ?”, “bilim yerine egemen olan yaklaşımlar nelerdir ?”

  • “Bilimin yol göstericiliğini saptıran faktör(ler) nelerdir?”

  • “Bu faktör(ler) ortadan kaldırılabilir ya da yönleri değiştirilebilir mi, nasıl ?”

Bilim ile inancı birbirinden ayıran en önemli fark, hükümlere varmak için kanıt aramak ya da inancı kanıt saymaktır. Kanıt aramadan sahip olunan ya da bir başka deyişle bilimin süzgecinden geçirmeden sahiplenilen inanca “kör inanç” (taklidi iman), bilimle sürekli olarak test edilip, olabildiğince dogmalardan arındırılan inanca da “sağlam inanç” (tahkiki iman) denilmelidir.

Böylece, bilim ve inancın “özerklik içinde bütünlüğü” gibi, geleneksel “bilim ve inancın bütünleşemezliği” görüşünden farklı bir noktaya varılmaktadır.

Üçüncü bin yıla girerken dinsel akımlardaki gelişmeyi bu yaklaşım açıklayabilmekte, ayrıca da köktencilik ile “super fundamentalism” adı verilen akımları da net olarak ayırabilmeye yaramaktadır.

Toplumumuz, bilimin yol göstericiliğini redderek yalnız dünyevi yaşamını ilkelliğe terketmemiş, dinsel inançlarının da “taklidi iman” sınırını aşamamasına yol açmıştır.

Yukarıdaki doğru soruların hiç olmazsa birincisi nadir de olsa sorulmuyor değildir. Ama, bilimi dahi “kör inançlar”a dayalı hale getirebilen insanımız, yeterli kanıt aramadan, kendine göre kanıt saydığı “kör inanç baklaları”nı birbirine ekleyerek sözde bir “açıklama zinciri” üretmektedir.

Bilim birçok işe yarayabilir, ama herhalde en vazgeçilmezi, “bilimin yol göstericiliğinden niçin yararlan(a)madığımız” sorusunun cevaplarının verilmesindeki yol göstericiliğidir.

Bilim, temel olarak “neden ?”, teknoloji ise “nasıl ?” sorularını yanıtlar. Teknolojinin sloganı olan (know-how) deyimi de, “nasıl” ın bilinmesini işaret etmektedir.

Bugüne kadar, bu soru yeterince ağırlıkla sorulmadığına göre, “bilim”in yapı taşı olan “neden” sorusunun sorulma geleneğimizin zayıflığı, bilimdeki geri kalmışlığımız ile aynı anlama gelmektedir.

Yıllardır binlerce defa bir araya gelip, bilim ya da teknoloji konuşan insanlarımızın bu soruları sormadığı, her türlü kanıtıyla ortadadır. İnsanlarımız sormamaktadır, çünkü soruların yanıtlarını bildiğine ilişkin “kör inançlar”a sahiptir. Ama bu “kör inançlar”ına bilim adını koyduğu için, herhangi bir bilimsel kuşkuya da düşmemektedir.

Gerek (neden) gerek (nasıl) sorusunu sorma geleneğimizin zayıflığı ise tek kavrama indirgenebilir: Merak eksikliği ! O halde bilim ve teknolojide arzu ettiğimiz gelişmeyi gösterebilmemizi engelleyen başlıca neden, “insanımızın meraksızlığı” dır.

Bundan sonra birkaç soru daha sorulmalıdır. Bunlardan birisi, bu merakın doğuştan mı bulunmadığı, sonra dan mı azaldığı, yoksa her iki durumun birden mi var olduğudur.

Her sorunu, kör inançlarına göre kestirme biçimde tanımlayıp çözmeye meraklı insanımız, merak azlığının nedenini eğitim verme konusundaki yetersizliğimize bağlamaktadır. Bunun nedeninin ise okullarımızın yetersizliği, onun da nedeninin, ayrılan bütçe paylarının azlığı olduğuna “inanmakta”dır.

Ama bu tanıyı bütünüyle geçersiz kılan acı gerçek, eğitilmiş insanlarımızın da (çoğunun) meraksız oluşudur.

Bir toplumun meraklılık düzeyini doğrudan ölçen “merakmetre” gibi bir alet olmasa da dolaylı bir çok ölçüt vardır:

  • Acaba kaç anne-baba, çocuklarına aldıkları bir oyuncağı parçalayıp içindekileri görmek isteyen çocuğunu hoş görür, dahası, kırması için özendirir?

  • Acaba, kaç milletvekili veya belediye başkan adayından vaat olarak, bir “Bilim Merkezi” kurması istenmiştir?

  • Acaba kaç kışi Van gölünün niçin yükseldiğini merak etmektedir?

  • Acaba kaç öğrenci, Yeni Çağ’ın niçin İstanbul’un fethi ile başladığını merak etmiştir?

  • Acaba kaç vatandaşımız, niçin herkesin bize düşman olduğunu merak etmektedir ?

  • Ve acaba kaç kişi niçin meraksız olduğumuzu merak etmektedir?

Bunlar, olası ölçütlerden sadece birkaçıdır. Bilimin popüler hale getirilmesi, özellikle çocuklardaki merakı uyarabilacek güçlü bir yaklaşımdır. Bilim merkezleri- bilim sirki vb adlarla da anılmaktadır- ise yaklaşımın hayata geçirilmesi için iyi yollardır.

Ama daha da iyi bir yol, meraksızlığımızın nedenini merak etmek, ama onu “kör inaçla” yanıtlamayıp, kanıt arayarak -ve de her an tekrar kuşkulanmaya hazır ve razı olarak- cevaplamaya çalışmaktır. Bu yol ucuz, hızlı ve de güvenlidir !

Cumartesi, 13 Temmuz 1996

Yorum Gönder