• Süreç parçalanması, kar, deprem vb..

    Ocak 2004 karı, sorunlarımızı anlamak -ve çözüm üretmek- isteyen amatör, profesyonel ve gönüllülere mükemmel bir örnektir.

    Yanlış anlaşılmasın, bu ders yerel idarelerin performansı açısından değildir. Genel kanının aksine yerel idarelerin performansı açısından hiçbir sorun yoktur. Çoğunlukçu demokrasinin ilkel denilebilecek 49-51 mantığından, çoğulcu demokrasinin çok katmanlı yapısına geçememiş toplumumuzda, çoğunluğun seçtiği yerel yönetimler eğer daha “iyi” performans gösterselerdi, eminim ki kendilerini seçen “çoğunluğun” eleştirilerine maruz kalırlardı.

    Kendi yapması gereken ne kadar işlev varsa onları yap(a)mayıp, işi, kendi direktiflerine göre uygulama yapmakla sınırlı olan “hizmetkârlara” –civil servant– değil de “yönetici” -hattâ daha aşağılayıcı olarak “bizi yönetenlere”- ihale eden toplumumuza müstahak olan “yönetici” tipi bunlardan daha farklı olabilir miydi?

    Bu açıdan bakılırsa vali, il ya da ilçe belediye başkanı gibi kişilerle onlara uygun çevrel kişilerden oluşmuş kadrolara küfür etmek haksızlıktır.

    Bilgi-beceri temelli bir yaşam örgüsü içinde -Çetin Altan’ın deyimiyle- çoğu işsiz kalacak olan bu kişiler, nasıl olduğunu anlamadan bu denli büyük yetki ve imkânlara kavuşunca, bu gücü kendi küçük algılama dünyalarının çerçevesi dışında kullanabilirler mi? Ders bu değildir.

    Söz konusu ders, kamu yönetimi kadar -özel, akademik, gönüllü, ticari, askeri vd- kurum yönetimlerini de ilgilendiren “süreç parçalanması” olgusu ile ilgilidir.

    Bir “bütün” olarak korunması gerekirken, -açıklanacak olan nedenlerle- parçalara ayrılan süreçler yönetilemez, hattâ bırakınız yönetilmeyi “anlaşılamaz” hale gelmektedir. Süreç parçalarının her birisinden sorumlu (ve yetkili) olanlar için, sürecin diğer parçaları tanımsızdır. Negatif sayıların kare kökünün olamayacağı öğretilen bir öğrenci için imajiner sayılarla işlem yapmak nasıl algı-dışı bir iş ise, kendi süreç parçacığının tanımladığı uzay içinde düşünmeye alışmış -hattâ bu konuda bilgi-beceri kazanmış- bir kişi için sürecin diğer parçaları da algı-dışı’dır.

    Belediye başkanı ile TV’de yapılan bir görüşmede, İstanbul belediye sınırları dışındaki bir yerde mahsur kalan karzedeler için “ama onlar bizim sorumluluk alanımız içinde değiller ki” diyen başkan gerçekten de haklıdır. Aslında söylemek istediği, “onlar bizim algı sınırımız dışında” biçimindedir, fakat o sınırın dışı kendisi -ve çevresi- için “yok”tur ve bu yüzden de ancak öyle ifade edebilmektedir.

    Fakat her şeye karşın yine de kendi uzayının dışında bir şeyler olduğunu ve birşeyler yapmak gerektiğini idrak etmekte ve bu yapılması gereken şeyin “çok farklı bir şey” olduğunu da farkettiği için, “en yüksek alarm düzeyi olan C planına geçilmiş bulunmaktadır” şeklinde duyurular yapmaktadır.

    O yaptığına göre benim neyim eksik” diye düşünen ve böylece büyükşehir başkanlığına adaylığını ilân eden bir ilçenin belediye başkanı ise, kendisine sorulan “bir kar kenti bu duruma nasıl getirebiliyor?” sorusuna ise yine kendi uzayının dışından bir sesle “kentin refleksi kniz tetikliyor” gibi acayip bir yanıt vermektedir.

    Peki, bütün olarak korunması gereken süreçler niçin parçalanmış -ve parçalanmaya devam etmekte-dir? Buna göre bütün işleri tek merci mi yapmalıdır? İş bölümü denilen şey neyin nesidir?

    Parçalanmanın başlıca nedenleri şunlardır:

    (1)    İşsizlikle mücadelede araç eksikliği: Tüm medyayı tarayınız; uzman yorumları, tartışma oturumları, gazete yazıları vb. hepsini. Bunların içinde hiç, “işsizliğin nedenleri nelerdir?” -ya da buna benzer- bir söz duyamaz, okuyamazsınız. Çünkü işsizliğin nedeni bellidir(!) ve yatırım yapılmamasıdır. Çözüm de, hortumlara engel olup onları yatırımlara yöneltmektir.

    İşsizliğin nedenlerinin irdelenmesi bu yazının kapsamı dışında olsa da hiç olmazsa ana başlıkların dahi verilmesi, bu bakış fıkaralığının derecesini anlatabilir. Bu nedenler* tek tek giderilmeden işleri ancak Tanrı yaratabilir.

    Bu sayılanlar sadece başlıklardır. Bunların alt-nedenleri ve onların nedenleri (ilh.) giderek daha az sayıda kök-nedene bağlanır.

    Bu nedenlerin her biri için yeteri sayı ve etkinlikte araç tanımlayan bir “İstihdam Politikası” bundan 18 yıl evvel hazırlanmış, bir süre uygulanmış ve sonra -herhalde daha kestirme yollar(!) düşünenler sayesinde- kenara bırakılmış ve bugünlere gelinmiştir.

    Şimdilerde ümit yatırımlara ve o yolla tüm işsizlerimizi inşaat işçisi -ve sonra da türkücü- yapmaya bağlanmış görünüyor.

    İşsizlikle mücadeledeki “araç yetersizliği” ile “süreç parçalanması” arasındaki sıkı bağlantı ise şudur: sayılan araçlara boş verilip yatırımlara ümit bağlanır ve o ümit de bitince işsizlerin yönelebileceği tek yer kalmaktadır: mevcut kamu kadroları.

    İnsanımızın ortalama niteliğindeki sorunlar yüzünden zaten yetersiz hizmet veren kamu kadroları bir de işsizlerin baskısı altında kalınca, bir kişilik iş için birden fazla insan çalışmaya başlamıştır.

    Bu insanlar şu nedenden dolayı süreçleri parçalamışlardır: Her süreç, içinde yer alanlarca yönetilmesi gereken kaynakları içerir. İşsiz iken kamuda iş verilen insanlar, yanıbaşlarında duran ve iş arkadaşının kullandığı -yönettiği- kaynakları gördüklerinde -hepsi değilse de- bir kısmı bundan pay almak isteyecektir. Bunun çaresi o süreci parçalayarak koparılan parçaya ait kaynağı yönetme durumuna geçmektir.

    (2)    Bütünleri ancak parçalayarak algılayabilme: Süreçlerin parçalanmasının ikinci nedeni ise bütünleri algılayamamak, süreçleri parçalayarak “ancak” algılayabilmektir. Neanderthal insan muhtemelen bu şekilde -ve gayet iyi niyetlerle- yok olmuştur.

    Birbirinden farklı gibi görünenlerin aslında bir bütünün parçalanmaması gereken elementleri olduğunu farkedemeyen Neanderthal insanı, örneğin ısınmak, pişirmek ve vahşi hayvanlardan korunmak için ateş yakmanın bir bütün olduğunu kavrayamamış ve muhtemelen bu denli çok işle başa çıkamadığı için ya aç kalmış, ya soğuktan ya da vahşi hayvan saldırısından ölmüştür.

    İstanbul’da “beyaz felâket” diye adlandırılan olayın görüldüğü gibi karla bir ilgisi yoktur. Parçalanarak un-ufak edilmiş ve bu yolla onları kontrol edenlerin algı ve tırtık -her anlamda- sınırları içine girmiş süreçler, kar ile birleşince “beyaz felaket”, trafikle birleşince “trafik canavarı”, depremle birleşince “doğal felâket”, kumar makinesi ile birleşince “kollu canavar” haline dönüşmektedir.

    Bu yüzden lütfen “bizi yönetenler”e kızmayınız ve ilgili olduğunuz süreçleri parçalamayınız, parçalatmayınız.

    10 Mart 2004

    (*) İşsizlik tanımı içine girmeyenlerin işsiz sayılması / Gelir yetmezliğinin işsizliği de üreten daha temel bir sorun olduğunun anlaşılmamış oluşu / Bilimin toplum yaşamına egemen kılınamayışı / İşgücünün nitelik yetersizliği / İşgücü nitelikleriyle ihtiyaçların çakışmaması (mismatching) / Ürettiği katma değerden fazlasını tüketerek yaşama isteği / Çocuklarına nitelik kazandırma imkân ve bilinci yetersiz olanların hızlı, imkân ve bilinci yüksek olanların ise az çoğalması (çarpık nüfus artışı) / İcat (invention) ve yenileşimler (innovation)yoluyla yüksek katma değer üretemeyen, giderek düşük ücretlendirme yoluyla ayakta kalmaya çalışan sanayi / Teknolojik yenilenmeyi yapamadığı için rekabet gücünü kaybetmekte olanların durumu (potansiyel işsiz durumundaki çalışanlar) / Kârlı çalışamadığı için rekabet gücünü kaybetmekte olanların durumu (potansiyel işsiz durumundaki çalışanlar) / Girişimciliğin önündeki engeller / Kamunun haksız rekabeti / Verginin tabana yayılamayıp az sayıda kayıtlının üzerine binmesi nedeniyle rekabet gücü düşüklüğü ve istihdamdan kaçış / İşsizlik ithalâtı (lüks tüketim malları bu demektir) / Toplumsal değer ölçülerini şekillendiren öğelerin -medya, rol modelleri vbg- çalışmayı aşağılayan tutumları / Toplumun sorun çözme kabiliyetinin düşüklüğü / Kalabalık kamu kadroları / Yüksek enflasyon / Özel iş ve işçi bulma bürolarına (marriage bureau) izin vermeyen tekelcilik / Kamudaki israf / Tasarrufun en etkili gelir yaratma yolu olduğu bilincinin yaygınlaşmamış oluşu / Mevcut işleri korumak için sürekli zorlamaların işgücü esnekliğini azaltması nedeniyle istihdamdan kaçış / Erken emeklilik nedeniyle çalışanlar üzerindeki yük vd.

  • Seyyar satıcıları ne yapmalı?

    Yıllardır belediyelerin değişmeyen ve pek de canla-başla yerine getirilen görevlerinden birisi, “seyyar satıcılarla mücadele”dir. Bu mücadele çeşitli yöntemlerle yürütülmekte olup başlıcaları “kovalama”, “tezgah kırma”, “malların tahribi” ve “beyanat verme” şekillerindedir.

    Kamu görevlileriyle seyyar satıcılar arasındaki bu uzun mücadele, zaman zaman seyyarlar aleyhine gelişirmiş gibi görünse de zaman, seyyar satıcılar lehine çalışmış ve sayıları, nüfus artışımızdan daha da hızlı artmıştır.

    Bu akılsızca mücadelenin sonuçlarından bir diğeri ise seyyar satıcıların giderek daha sağlıksız, daha kural tanımaz ve daha rahatsız edici hale gelmeleri olmuştur.

    Hemen hiçbiri hijyen açısından standartlara uymayan, hemen bütünüyle vergi sisteminin dışında kalan bu sektör bir yandan da küçük mafyaların yeşerdiği alanlar olmuştur.

    Aslında seyyar satıcılık, özel girişimciliğin en katıkşıksız bir formudur ve bırakınız mücadele etmeyi, desteklenmesi gereken alanların başında gelmektedir.

    Düşük genel giderleri ve bu sektördeki rekabet nedenleriyle düşük fiyatlarla mal ve hizmet üreten bu kesim, toplumun düşük ve orta gelirli kesimlerinin birçok ihtiyacını karşılamaktadır.

    Ama bu, kendiliğinden oluşabilecek bir tablo değildir. Yerel idareler, bu küçük girişimcilerle bu şekilde mücadele edeceklerine, gerekli destek ve denetim ortamını kurmuş olsalardı, sokakları yaşanmaz hale getiren bu kişiler, Batı’nın sokaklarına canlılık veren, insanların ihtiyaçlarını ucuz ve pratik olarak karşılayan ve de daha büyükçe girişimlerin laboratuvarlarını oluşturan bir kesim haline gelebilirlerdi ve hala da gelebilirler.

    İşsizlikle mücadele araçları arasında önemli yer tutabilecek bir aracın, işsizlikle mücadeleden birinci derecede sorumlu kamu kurumları tarafından budanması, akıl almaz gibi görünse de maalesef gerçektir.

    Bu konuya akılcı yaklaşmak isteyenlerin, “L’esame Del Commerciante” adlı seyyar satıcılık kılavuzunu incelemeleri tavsiye olunur.

    El arabası içinde terlik satan satıcıdan, sandviç satan kişiye kadar tüm seyyar satıcıların hijyen konusunda nasıl yönlendirilip denetlendiğini, ülkemizde küçük birer vergi kaçağı deliği olan seyyar satıcıların nasıl birer küçük mükellef ya da stajyer girişimci yapılabildiğini tüm yöneticilerimizin incelemesinde yarar vardır.

    Son yılların gözde yaklaşımı olan “dezavantajların avantaja dönüştürülmesi” nin pratik örneklerinden birisi seyyar satıcılıktır. Toplumumuza fayda sağlayabilecek bir aracın nasıl tahrip edildiğini gördükçe, onlarla mücadele edenlerle nasıl mücadele edilmesi gerektiği daha da önem kazanmaktadır.

    Eylül 1993

    ***