• Dalgalı kur!

     Yakınanlar ve memnunlar

    Son 5 yıldır uygulanan kur politikasına verilen “dalgalı” benzetmesi bir benzetme olmaktan çıkıp bir kanıt haline geldi; ekonomik konularda eleştiri yapanlara karşı, karşıt görüştekilerce sık sık “karşı argüman” olarak dile getirildi, şimdilerde de getiriliyor.

    Döviz kurlarındaki yükselmelerden memnun olanlar (ihracat yapanlar) ile memnun olmayanlar (ithalat yapanlar) arasındaki çekişmeler akla, bilinen bir fıkrayı getiriyor.

    Bir yönetici sabah işe geç gelenlerle akşam erken terkedenlerden bizar olup bir genelge yayınlamış. No 1 Genelge adını verdiği duyuruya biraz da mizah katarak şöyle demiş: “sabah geç gelenler akşam erken çıkanlarla koridorlarda sürekli çarpışıyorlar. Bu yüzden koridor sağı erken çıkanlara, sol yanı ise geç gelenlere tahsis edilmiştir“.

    Bir süre sonra No 2 genelgesini yayımlar: “No 1 Genelge yürürlükten kaldırılmıştır. Geç gelerlerle erken çıkanların aynı kişiler olduğu belirlenmiş bulunmaktadır!”

    Döviz kurlarından memnun olanlar ve olmayanlar (ihracatçı ve ithalatçılar) aynı kişiler olduğu için bunun ortasını bulmak zor olabilir.

    Deniz dalgasından şikayet olur mu?

    Burada dikkat edilmesi gereken şikayet ya da memnuniyet ortamı değil, her ikisine de karşı kullanılan argümandır: “Kur dalgalanmaktadır, bundan yakınmak deniz dalgalarindan yakinmak gibidir yani boşunadır. Bu rejimde kur yükselir de alçalır da.”

    Türkçe ve biraz da aritmetik bilmemek yararlı mıdır?

    Bazı hallerde olabilir. Eğer çoğunluk da bilmiyor ve siz de onların bu sorunundan yararlanarak bir konuyu savunmak zorunda kalıyorsanız yararlıdır.

    Döviz kurundaki değişimlerin baskın özelliği “sabit”, “yükselen” ya da “alçalan” olabilir ve buna “kurun eğilimi” denilebilir. Kur değişimlerinin bir diğer ayırıcı özelliği ise bu “eğilimler” çevresindeki değişimleri karakterize edebilecek sıfatlar olmalıdır. Bu da “durağan ya da “dalgalı” olarak adlandırılabilir.

    Kur değişimlerin karakterini tam olarak belirleyebilecek üçüncü özellik “eğilimin eğimi” ve nihayet dördüncüsü de “dalgalanmanın ortalamadan sapması“dır.

    Bütün bunların üzerine bir de zaman boyutu eklenmelidir. Sayılan bu özellikler belirli bir zaman aralığında belirli bir şekilde sıralanmışken, daha uzun bir süre içinde karakter değiştirerek farklı nitelikler alabilir. Dolayısıyla adlandırmada bu da belirtilmelidir.

    Buna göre, sabit ya da dagalı  / alçalan ya da yükselen / küçük – orta -büyük dalgalı eğlim niteliklerinin çeşitli  bileşimlerden söz edilebilir.

    Kur rejimini ya da gerçekleşen durumları adlandırırken bu özellikleri baskınlık sıralamasına tabi tutup öyle adlandırmak gerekir.

    Örneğin gözlüklü ve 6 parmaklı bir insan tanımlanırken 6 parmaklı oluşu baskın göz bozukluğu çekinik özelliğidir. Bu kişiyi gözlüklü olarak değil 6 parmaklı olarak tanımlamak gerekir. Tabii ki daha da doğrusu 6 parmaklı ve gözlüklü demektir.

    Kur rejimini ya da fiili durumu adlandırırken de bu kurala uyulmalı, baskın vasıf geriye çekinik vasıf -bilerek ya da bilmeyerek- öne koyulmamalıdır.

    Kur politikası sabit eğilimli, küçük dalgalı olarak tasarımlandı; gerçekleşen ise yükselen eğilimli, orta düzeyde dalgalı ise bu ikinciye verilecek sıfat “dalgalı” değil “yükselen”dir. “Dalga” nitelemesinin temel özelliği “tekrar eski seviyesine inmesi”dir; aynen deniz dalgalanmasında olduğu gibi. Milyonlarca yıldır sayısız dalgalanma olmuş ama hepsi de eski düzeylerine geri dönmüşlerdir. Dalga hareketinin temel fiziği budur.

    Son kur dalgalanmalarının bu tanıma göre doğru adlandırması, “düşük eğimle yükselen eğilimli, küçük dalgalı kur” olabilir. Zaman boyutu ise şimdilik belirsizdir.

    Sokaktaki insanlar için normaldir!

    Baskın ve çekinik karakterler arasında kafa karışıklığı sokaktaki insanlar için normal sayılmak gerekir. Ama bu karışıklık ekonomi konusunda ahkam kesmek (hüküm vermek anlamında) durumunda olan ünvan -her türlüsü- sahiplerince yapılıyorsa farklı anlamlar taşıyabilir ki en hafif olanı Türkçe bilmemektir.

    Cuma, Aralık 16, 2005

  • Turizmde arazi tahsisleri için yeni bir model: “paket proje”

    2634 sayılı Turizmi Teşvik Yasası (TTY) uyarınca turistik tesis kurmak isteyenlere, kamu arazileri uzun süreli tahsis edilebilmektedir. Nitekim bu enstrüman, bugün sahip olduğumuz birçok tesisin ortaya çıkmasına ve bugün hala turizm yatırımı yapmak isteyenleri özendirmeye yardımcı olmuş ve olmaktadır.

    Arasında, sahillerin bozulması, haksız rekabet araçlarının kullanımına yol açması gibi olumsuzluklara sebep olanlar bulunsa da, arazi tahsisi yaklaşımı genelde faydalı bir araç olarak değerlendirilmelidir.

    Bugün geldiğimiz noktada yapılması gereken, sistemin iyi işlemeyen yanlarının gözden geçirilip daha yararlı hale getirilmesidir. Uygulanan modelin ana felsefesi değişmemek kaydıyla sakıncalı yanlarının düzeltilmesi için Şubat-1989’da Turizm Bakanlığında bu yolda bir çalışma da başlatılmıştı.

    Gözden geçirilmesi gereken başlıca beş sorun, arazilerin küçük parçalar halinde bölünmesi ve her parçanın ayrı bir yatırımcıya tahsis edilmesinden kaynaklanmaktadır. Bunlar:

    • Turizm Bakanlığı (TB) başta olmak üzere bürokratik merciler çok sayıda yatırımcı ile karşı karşıya gelmekte, bunların kimi yersiz veya haksız taleplerine karşı koymaya çalışmaktadırlar.
      Mevcut sisteme göre yatırımcıların sayılarının çok ve mali güçlerinin sınırlı olabilmesi, onları kimi zaman yasal vecibelerini yerine getirmek yerine yan yollar bulmaya itmektedir.
    • Bir “bütün” arazi parçası üzerinde çok sayıda yatırımcı, birbiriyle uyumsuz yapılaşma yaratmaktadırlar.
      Her yatırımcı, kendisine tahsis edilen araziden azami geliri sağlayabilmek için yoğunluk sınırlarını zorlamaktadır. Bugün turizm alan ve merkezlerinde bile rastlanan betonlaşmanın bir nedeni budur.
      Ayrıca, bu tür tesislere ortak hizmet verecek tesisler hiç birinin sorumluluk alanına girmemekte (sahillerdeki kafeterya, duş, WC gibi tesisler), bunları devlet yapmak zorunda kalmaktadır.
    • Yapılan yatırımların halka açılması genellikle mümkün olamamaktadır. Çünkü ortalama tesis büyüklükleri, halka açılmayı mümkün kılmamaktadır.
    • Kredilerin geri ödenme döneminde zorluğa düşen yatırımcılarla devlet arasında sorunlar doğmakta, yatırımcılar çeşitli yollarla erteleme yollarını zorlamaktadırlar.
      Ayrıca, yapısı nedeniyle “kırılgan” bir sektör olan turizmde iç ve/ya dış konjonktürdeki dalgalanmalar nedeniyle gelirleri azalabilen turizmciler, eğer mali bünyeleri yeterince güçlü değilse gerçekten de ödeme güçlüğü içine düşmektedirler.
    • Yatırımcılar, küçük tesislerinin pazarlanmasında gerekli beceriyi her zaman gösterememekte, bunun sonucunda da mali güçlükler ya da tesisin elden çıkarılması tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadırlar.

    Özet olarak mali gücü ve Dünya ile ilişkileri sınırlı ve de küçük bir alandan azami geliri sağlamaya güdülenmiş çok sayıda yatırımcıya arazi tahsisi birçok soruna yol açmaktadır.

    Bunun yerine önerilen modelin ana hatları ise şu şekildedir:

    • Bir turizm alanının içinde bulunması gereken bütün tesisleri, belirli yoğunluk sınırları aşılmaksızın bulundurabilecek arazi parçaları seçilir.
      Sık rastlandığı şekliyle, bir kişinin yerini kendi seçip belirttiği ufak bir alanın tahsisine bu modelde yer yoktur. Böyle bir istek halinde, aynen imar planlarındaki yönteme benzer şekilde, önce o yörenin bütünüyle turizm planı yapılır.
    • Bu şekilde belirlenen alanlar bir yatırımcıya değil, bir konsorsiyuma tahsis edilir. Konsorsiyum içinde bulunması gereken asgari kuruluşlar şunlar olacaktır:
      1.  Kapital sahip(ler)i,
      2.  Banka(lar),
      3.  Turizm işletme şirketi,
      4.  Pazarlama şirketi,
      5.  Yatırımın belirli bir yüzdesini (örneğin %30-40 gibi), hisse senedi satın alarak finanse eden halk

    Bu kuruluşlardan uygun birisi konsorsiyum liderliğini yapar ve devlete tek muhatap olur. Konsorsiyumu oluşturan kuruluşların, konularında deneyimli ve güvenilirliğini kanıtlamış olmaları zorunluğu vardır.

    Konsorsiyum ortakları içindeki banka(lar), gerek hisse senetlerinin pazarlanması, gerekse finansman temini işlevlerini yerine getirirler. Ayrıca fonlarını sağlam bir yatırımla değerlendirmiş olurlar.

    • Tahsis edilen arazi için öngörülen amaç ve bu amaca yönelik proje, konsorsiyum tarafından yapılır ve halka açıkça ilan edilerek eleştirilmesi sağlanır.
      Bu eleştiriler ve Turizm Bakanlığının önerileri doğrultusunda revize edilip onaylanır.
      Projeler, bakanlığın turizm master planlarına ve/ya genel olarak öngördüğü ilkelere uygun olmak zorundadır.
    • Konsorsiyum, projesinde öngörülen tesislerin bir kısmını başka yatırımcılar eliyle yapabilir. Aynen bugün Turizm Bakanlığının küçük arazi parçalarını yatırımcılara tahsis etmesi gibi, konsorsiyum da bütün arazi içindeki bölümleri yatırımcılara tahsis edebilir. Yani kendisine tahsis edilmiş arazinin parçaları üzerinde üçüncü şahıslara irtifak hakkı tesis edebilir.
      Ancak, bunun bugünkü durumdan farkı, yatırımcıların istedikleri tesisleri yapmak yerine belirli ve tutarlı bir projeye uymak zorunluluklarıdır.
      Konsorsiyum, arazi tahsisleri karşılığında uygun göreceği teminatı isteyebilir. Yatırımcılarla doğabilecek tüm sorunları kendisi çözer.
    • Halka açılan hisseler, yatırımın belirli parçalarını temsil eden hisse senetlerinin satışı yoluyla yapılabileceği gibi, “yatak satışı” şeklinde de yapılabilir. Böylece, 1 yatak satın alarak onun yatırımını sağlayan bir kişi, senenin belirli bir döneminde yatağı kendisi kullanma hakkını da elde etmiş olabilir. Geri kalan zamanda ise yatağın sağladığı geliri alarak yatırımının nemasını geriye almış olacaktır.
      İç turizmin hareketlendirilmesi, sermayenin tabana yayılması ve finansman darboğazlarının aşılması ve küçük tasarruf sahiplerinin gelirlerinin artırılması gibi yanları, bu yöntemin bir kaç avantajıdır.

    Özet olarak bu model, yalnızca küçük güzel koyların değil, çok daha büyük alanların entegre biçimde değerlendirilmesi imkanını yaratmaktadır.

    Gerek Turizm Bakanlığı gerekse diğer devlet kurum ve kuruluşları açısından da, yüzlerce küçük -kimisi çıkarını artırabilmek için her yolu denemeye kararlı- yatırımcı yerine, daha ciddi ve denetimi kolay kurumlarla ilişki mümkün olabilecektir. Bu, rüşvet ve yolsuzluktan bunalmış sistemimiz açısından bu önemli bir avantaj olduğu gibi “küçük ve güçlü devlet”e yaklaşmak bakımından da iyi bir adım olacaktır.

    Yatırımcılar yalnız direkt turizm yatırımları değil, turizme dolaylı girdi olan el sanatları üretimi ve pazarlaması, çiftlik işletimi gibi konuları da projeleri içine dahil edebileceklerdir.

    Bu yaklaşım, kırılganlığı (fragility) yüksek bir sektör olan turizmin çeşitli krizler karşısındaki davranışını da olumlu olarak etkileyebilecektir.

    12 Kasım 2001