Korku Ortamı ve Zoraki Cesaret

Vatanını korumak için sahip olduklarından vazgeçebilmek, zarar göreceğini bile bile bir düşünceyi desteklediğini açıklayabilmek, büyük risk almak pahasına doğru bildiğini yapabilmek gibi davranışlar, üstelik bunları tutum haline getirebilmiş olmak; bunlar birer cesaret örneğidir. Ortak özelliklerinden başlıcası, bu tür davranışları sergileyebilmenin kimsenin iznine tabi olmadığı; hattâ izin verilmediği hallerde yapmanın cesaret tanımına daha da uygun olduğudur. 

Kısacası cesaretin özü risk alabilmektir. Risk alabilmenin (cesaretin) makbul olanı da uğranabilecek zararın ve karşılığında kazanılanın farkında olunan (hesaplı risk) türüdür. Aksine, -salt cesur denilmek için- körlemesine katlanılan risk ise mutlaka bir yerlere zarar veriyordur. Napoleon Bonaparte’a atfedilen “aptal dostun olacağına akıllı düşmanın olsun” sözü bu ayrımı güzel anlatıyor.

Buna göre, cesaret, risk almak, korkmama, korkusuzluk gibi terimler -hesaplı ya da körlemesine- olan türler için birbirinin yerine kullanılabilir. Bunların tersi için uygun terim ise korkaklıktır..

Kimsenin iznine tabi olmayan bu korkusuzluk türleri dışında çok geniş bir alanı kapsayan, diğerinden ayırt edebilmek için de dayatılan risk denilebilecek bir zoraki korkusuzluk türü var. Aynen Rus Ruleti oynamak istemeyen bir kişinin ölümle tehdit edildiğinde, “hiç olmazsa bir kurtuluş şansı var” düşüncesiyle istemeye istemeye kendi kafasına dayalı silahın tetiğini çekmek gibi.

Mesela yüksek enflasyon altında yaşamak böylesi bir diğer  zoraki cesaret örneğidir ve ne zorla Rus Ruleti oynayan ve ne de yüksek enflasyon altında yaşamak zorunda olan ve bu dayatma nedeniyle korkan kişilere hiç bir şekilde korkak; katlanan kişilere de cesur denilemez.

İyi de nasıl kaçınalım?

Zoraki cesaret göstermek zorunda olunan alanlar o kadar çoktur[1] ve  hemen hepsi aynı kurumla ilgilidir ki, bir dünya cehennemi sayılabilecek bu korku atmosferinden kurtulabilmenin tek çaresi, ilgili kurum olan “siyasal iktidar”lardan siyasi bir talepte bulunmak ve bu talebin arkasına da -zorlayıcı güç olarak- oylarımızı koyabilmektir.

Bu siyasal talebin medeni dünyadaki karşılığı “korkmama özgürlüğü” ya da daha iyi bir Türkçe ile “korkusuzluk hakkı” olup[2], Temel Bütün Hakkı[3] olarak gündeme getirilmelidir.

Bu tür siyasi talep haline gelmiş[4] isteklere geçiştirici vaatlerle cevap verilmesini önleyebilmek için de korkusuzluk taleplerinin şu birkaç örnekteki netlikte dile getirilerek olası kaçış yollarının kapatılması (azaltılması) önerilir:

  • Çocuğumuzun kendi dini ve/ya ideolojik tercihlerine kendisinin özgür iradesiyle karar hakkının elinden alınmasından,
  • Ülkemizin demografik yapısının bozulup ülkemizde sığıntı olmaktan,
  • Dünyanın acımasız rekabet ortamında, ürettiğimiz değerlerin sömürü yoluyla çalınmasından,
  • Herhangi yolla hak ihlaline uğradığımızda mahkemelerin tarafsız davranmayacağından,
  • Emperyal emeller besleyen odakların ülkemizi maceralara sürükleyip vatan topraklarında tutunamayacağımızdan,
  • Sahip olduğumuz mülkümüzün elimizden alınmasından,
  • Deprem riskine karşı akıl ve gerçek dışı önlemler nedeniyle hazırlıksız yakalanacağımızdan,
  • Vergilerimizle oluşan kamu kaynaklarının, belirli yandaşlıklar nedeniyle peşkeş çekilmesinden,
  • Anayasal güvencenin keyfi olarak askıya alınmasından,

Ve daha onlarcasından korkuyoruz.

Yerel ve merkezi idarenin en temel varlık nedeninin, yurttaşlarını bu çeşitlilikteki “amaçlı üretilmiş korkular“dan uzak tutmak (yani korkusuzluk hakkı) olduğuna inanıyor; bu yolda yurttaşları makbul ve makbul olmayanlar olarak bölünmesinin ise parantez dışı ana korku olduğunun altını çiziyoruz.

İdarelerin, yurttaşlarına korkusuzluk ortamı sağlamasından daha öncelikli hiç bir işi ve vaadi; siyasi partilerin de korkmama hakkı’nın savunmasından daha başka işleri olamaz. 

Kamu çıkarlarını savunma misyonu edinmiş tüm kişi ve kuruluşların, “nelerin yanlış olduğunun iletişimi yoluyla en değerli kaynak olan kamu zamanını harcama” yolundaki geleneksel tutumlarını gözden geçirerek, bu çabalarını “korkusuzluk ortamı tesisi” yolunda harcamaları önerilir.

Bu yolda bir başlangıç adımı var: Kavram Dağarcığımıza Korkusuzluk Hakkı (korkmama özgürlüğü) kavramını yerleştirmek. Bir yandan da her bir korkunun nasıl giderileceği konusunda -meli/-malı’sız çözüm üretilmesi; bunun dışındaki vaatlere kulakların kapanması.

Tınaz Titiz , 7 Mart 2024 (Rev.1, 9 Mart 2024)

[1] Bkz. “Kimler Nelerden Korkuyor?” https://tinaztitiz.com/kimlernelerden-korkuyor/ 

[2] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/korkmama-ozgurlugu–korkusuzluk-hakki 

[3] Kullanımı adet olmuş Temel İnsan Hakları terimi yerine, canlı ve cansız varlıkların (hayvanlar, bitkiler, sular, taş ve topraklar, hava) hepsini kapsayan “Temel Bütün Hakları” terimi kullanılıyor. Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/kul-hakki–butun-haklari- 

[4] Siyasi Partiler ve asli görevi “kamu haklarının savunulması” olan sivil toplum kuruluşları bu tür talepleri, birer etik taahhüt olarak yerel ve merkezi idarelerden ister ve yerine getirilip getirilmediğini denetlerler.

Yorum Gönder