Başörtüsü sorunu yoktur!

Bazen başörtüsü kimi zaman da türban olarak adlandırılan sorun üzerinde bir şeyler söylemeden önce birkaç noktayı belirleyip resmi netleştirmek gerekirse:

Kadınlar içinde başını örtenlerin (veya açanların) hepsinin amacı aynı olamaz. Örneğin:

  • Saçını göstermenin günah (ya da açmanın doğru) olduğuna içtenlikle inananlar
  • Saçını göstermenin günah olup olmadığı konusunda bir kanaati bulunmayıp, eş ve/ya aile ve/ya grup telkini-tavsiyesi-baskısı nedeniyle örtenler (bu ve alttaki maddeler için aynen yukarıdaki gibi örtme/açma ikilisi kullanılabilir)
  • Saçını göstermenin gühahla ilgisi konusuyla ilgilenmeyip, bir çıkar gözeterek örtenler
  • Aileden gelme alışkanlık nedeniyle örtenler
  • Bir sosyal ve/ya siyasal gruba dahil olma nedeniyle örtenler
  • Bir sosyal gruba dahil olmadığını gösterme (protest) amacıyla örtenler
  • Bu işlerden habersiz olup herhangi bir nedene bağlı olmadan örten ya da açanlar

Yukarıdaki amaçlarla saçını örten (veya açan) her grubun kendi içinde de en azından şu alt-grupların varlığı herkesin gözü önündedir:

  • Örtünmenin (açılmanın) ölçüsü açısından:
    • Sadece saç örtmenin yeterli olmadığını, hiçbir yerin gösterilmemesi gerektiğini düşünenler
    • Saç örtmenin yeterli olduğunu, kapanmayı abartmamak gerektiğini düşünenler
    • Saç örtmenin yeterli olduğunu, onun dışındakileri ise sergilemek gerektiğini düşünenler
  • Örtünmenin bireysel dürtüsü açısından:
    • Kimlik arayışı kaynaklı
    • İdeolojik kaynaklı

    • Siyasal kaynaklı

  • Örtünmenin yaygınlaştırılmasındaki misyon açısından:
    • Sadece kendi örtünmesinden sorumlu olduğunu düşünenler
    • Başkalarının örtünmesinden (veya açılmasından) kendini sorumlu sayanlar:
      • Bunu anlatarak yapanlar
      • Ara çözüm üretenler (peruk gibi)
      • Bunu militanca yapanlar

İlk iki maddedeki farklı grupların oluşturabileceği yaklaşık 250 kombinezonun -ki gerçekte daha fazladır- nasıl olup da başını örtenler ve başını açanlar olarak 2’ye indirildiği ve böylece sorunun bırakınız çözülmeyi, anlaşılmasının bile imkânsız hale getirildiği, bir sorun olarak gündemde yoktur.

Başını örtenler bundan vazgeçip örneğin hepsi yakalarına Arapça harflerle “bizi sevmeyen ölsün!” yazan iri rozetler (buton) taksalar ve başını örtmeyenler de buna karşılık Latin harfleriyle “esas siz ölün!” yazılı olanlardan takmaya başlasalar ne olacağını soran, dolayısıyla sorunun ne olduğunu soran kimse ne hikmetse çıkmamıştır.

Bu birkaç saptamanın çevrelediği alan içinde şu yalın ilke üzerinde bir uzlaşı sağlanabilmelidir: Bireysel yaşam tercihleri kişilerin kendilerince, ortak yaşam alanlarındaki tercihler ise o yaşam alanının paydaşlarının uzlaşılarıyla belirlenmelidir.

Buna göre:

  • Bireysel tercihler -başkalarınınkiler ile kesişmediği sürece- tamamen kişinin kendince belirlenir.
  • Ortak yaşam alanlarındaki tercihler ise, bireysel tercihlerin “ağırlıklandırılmış çoğunluğu”nun uzlaşısı ne yönde ise de o yönde şekillenir.

Burada “ağırlıklandırma” terimi ile kastedilen, koşullandırmaktan kaçınma, örnek olma, ikna etme, zorlama, propaganda, dayatma gibi  giderek sertleşen yöntemleri kullanan kişilerin tek kişiden daha etkin olabildikleridir.

Buradan, demokratik yaşam biçiminin olmazsa olmaz koşulları belirmektedir: bireylerin, akıl-ahlâk-estetik boyutlarındaki (doğru-yanlış), (iyi-kötü) ve (güzel-çirkin) tercihlerini “yetkinlikle” yapabilir olması birinci koşuldur. Solon’un (M.Ö. 559’da ölmüştür), “demokrasi eşitler arası rejimdir” sözü bunu anlatmaktadır.

İkinci koşul, bu tercihin “özgürce” yapılabilir olmasıdır. Bu da, hangi dozda ve hangi yöntemle olursa olsun koşullandırmaktan kaçınma ile mümkündür.

Bir inanç, bir öğreti, bir teori, bir ideoloji konusunda bilgilendirmek ile koşullandırmak tamamen farklıdır. Bilgilendirmek, talebe bağlıdır. Talep sahibinin arzu ettiği ölçüde ve biçimde bilgilendirme yapılabilir.

Kişinin talebi -ve dolayısıyla da rızası- bulunmaksızın yapılan bilgilendirme koşullandırmadır ve en önemli insan hakkı ihlali sayılmalıdır. Koşullanmama hakkı [1],yaşam hakkı kadar kutsal sayılmalıdır.

Bu kadarcık bir netlik sağlandığında bile görünen, sorun’un başörtüsü olmadığıdır. Sorun, demokrasinin olmazsa olmaz iki koşulunu gözardı ederek demokrasiye özgü bir konforu yaşama arzusudur.

Arzu edilen konfor, bireysel tercihlerin özgür, ortak tercihlerin paydaş uzlaşısına dayalı oluşu gibi çok incelikli bir yaşam biçimidir.

Gözardı edilen iki koşul ise yukarıda çerçevelenen koşullardır. Yani akıl-ahlâk-estetik boyutlarında tercih yapabilme yetkinliği ile bu tercihlerin özgürce yapılabilir olması için koşullandırmanın insan hakkı ihlali sayılmasıdır.

Koşullandırmanın ne büyük bir insan onuru çiğnenmesi, ne büyük bir Allah tanımazlık olduğunu anlamaya çalışalım. Tanrının bu müstesna yaratıklarının doğruya-iyiye-güzele doğuştan eğilimlerini yok sayıp, onları köreltip yeniden kendi küçücük akıllarına göre yeniden şekillendirmeye çalışanların bunu çağdaşlık mı yoksa din adına mı yaptıkları hiç farketmez, ikisi aynı kapıya çıkar: İnsanı reddedip yenisini yapmaya çalışmak!

Devletin buradaki rolü, başörtüsünü yasaklamak, serbest bırakmak, biçimini tasarımlamak değil, bilgilendirme ile koşullandırmanın ince sınırını gözetmekten ve bu sınırı geçenlere yaptırım uygulamasından ibarettir.

Okumuş yazmış kesimin rolü ise yukarıdaki 250 kesimden birisine veya bir tarafına yaltaklanmak değil, sorunu anlamaya ve karışık kafaları netleştirmeye çalışmaktır.

Bireyler ve uluslar layık oldukları biçimde yönetilirlersözü -bizim için- acıdır ama çok da gerçekçidir. “Biz, tercihlerimizi yetkinlikle yapabilecek durumda değiliz ama demokrasi de istiyoruz” gibi bir saptamamız varsa yapılması gereken yine de bugünkü kargaşa değildir.

Bugünkü yöntemle 250 kesimden kimin ne gibi bir fayda sağlayacağını kimse bilemez. Ama çoğunluğun zarar etmekte olduğu kesindir.

5 Haziran 2003

[1] https://tinaztitiz.com/4962/kosullanmama-hakki/

Yorum Gönder