• Derinden İyileşme

    Ne amaçlanıyor?

    “Canlı-cansız bütünü”nün ayrılmaz parçaları olarak, çeşitli imkan ve kabiliyetleri açısından harekete geçirebileceklerimizle yardımlaşarak, “bütün”ün bilinçsiz ve/ya yıkıcı bencil amaçlara sahip bileşenlerinden zarar görmemek için stratejiler üretmek istiyoruz.

    Bu amaca erişmek için:

    1. “Durum”u bileşenleri ve ağırlıklarıyla anlayıp sonra da iyileştirici tohumlar bulabilmek (gerekirse icat etmek),
    2. Bu tohumları sosyal toprağa atabilecek olanları ikna etmek.

    1. Derinden iyileşme sağlayabilecek tohum fikirleri

    • Her ölçekteki sorunların ortak elementi, iç içe çemberler şekinde örgülenmiş “insan” malzemesi, daha da net “insanların sahip oldukları değer ölçüleri” olduğuna göre, bu değerler içinde yeşermesi sağlanabilecek ve mevcut insan dokumuzun hakim kesimlerinin de savunmak zorunda hissedecekleri anlayışlara uygun tohumlar atılabilirse, iyileştirici etkilerde güçlenme sağlanabilir.
    • Olası bir tohum “zarar verme” şeklinde ifade edilen ahlâk kuralı ve onun yaptırımı olan “Tazmin Yasası” olabilir. Ahlâk kuralının yaygınlaşmasından beklenen etki, halka karşı girişilebilecek her zarar verici eylemin karşılığının mutlaka görüleceği anlayışının, hoyrat tutumları frenleyebileceği beklentisidir. Bu beklentinin gerçekleşme süresinin orta ve uzun vade olduğu açıktır. Siyasi Partiler ve STK’nın fikri satın almaları halinde süre kısalabilir.
    • Zarar verme kuralı, anlamı tam bilinmeden de olsa toplumun bir bölümünde yerleşik bir değer olan “kul hakkı” kavramına oturtulabilir ve onun güçlenmesine yol açabilir. “Kul” kavramı ise “canlı cansız bütünlüğü”nü içerdiği için “Adil Yaşam” yaklaşımının yayılmasına katkı sağlar. 
    • Zarar verme tohumu ile birlikte kullanılabilecek ikinci bir tohum “Korkmama Özgürlüğü / Korkusuzluk Hakkı” olabilir. Özellikle her düzeyde kamu görevi yapan (CB’ndan, PTT memuruna kadar) her kişinin birincil görevinin, “yurttaşları yetkisi ölçüsünde korkudan masun tutmak” olduğu bir siyasi talep haline getirilebilir.
    • Görevini korkutarak yapmak ve zarar vermek ilişkili tutumlardır. Bir yandan zarar vermemesi, diğer yandan da korkutmayı bir araç olarak kullanmaması telkin edilen insanların daha belirgin bir etkilenme göstermeleri beklenir.
    • Bu iki tohum dışında başka ve daha derine atılabilen (etkileri de daha dolaylı olarak ortaya çıkabilen) tohumlar ancak yetkin akıl yoluyla bulunabilir.

    2. Tohumların sosyal toprağa atılması

    Bu bağlamda cevaplanması gereken soru, bir kişinin çevresindeki kişilere bir tohum fikrini nasıl satabileceğinin nasıl bir algoritma uyarınca yapılması gerektiğidir. (https://chat.openai.com/share/ebde9a4d-3a46-47a1-a8ba-839cb6d7c383 adresinde bazı YZ önerileri var.)

    http://bit.ly/2Ys5oQp adresindeki Tohum Uygulama Araçları’nın (TUA) incelenmesi yararlı olur

    3. Yetkin Akıl ve n’nci dereceden sonuçlara göre tasarım yapabilme yeteneği

    3.1. Böylesi bir yetenek ile kasıt nedir ve niçin gerek var?

    n’nci dereceden sonuçlar” ile kasıt, bir tohumun ilk göze çarpan (yani birinci) meyvesi ya da dolaylı olarak yol açacağı sonucu (yani ikinci) ve ardışık (yani 3, 4, …. n’nci) sonuçlarıdır.

    3.2. Böyle bir sonuca göre tasarım niçin gereksin?

    Sosyal tohumlar istisnasız olarak “istendik, ama gerçekleşmesi önünde yavaşlatıcı engeller bulunan” amaçları gerçekleştirmek için tasarlanırlar. Ama bu engeller istendik amaca zıt amaçlar olduğu için, tohumun gerçekleşmesine karşı yavaşlatıcı etkiler oluştururlar. Dolayısıyla, tohumun daha derinlere gömülmesi, böylece yavaşlatıcı etkilerden korunmaları gerekir. Tohum ne kadar derine gömülürse yavaşlatıcılardan o kadar çok korunur; ama bu defa da beklenen olumlu etkileri göstermesi o kadar uzun süre alır.

    3.3. Bir örnek: Herhangi bir dinin temel ahlâki ilkelerinin yaygınlaşmasına engel olmak isteyebilecek niyetler, kaçıncı dereceden derine gömülü olumsuz tohumları[1]kullanabilirler?

    a. Dini öğütleri, esas ilkeler fark edilemez hale gelecek kadar çeşitlendirmek,

    b. Hadisleri çeşitlendirmek,

    c. Ana dillere çevirmenin günah olduğunu yaymak,

    d. Arapça’yı ancak yüzünden okuyabilir ama anlamını bilmez şekilde öğretmek,

    e. Dinde sorgulamanın günah ve imkansız olduğunu yaymak,

    f. Ritüellere bağımlı ama temel ilkeleri merak etmeyen bir kitle yaratıp, temelleri merak edenlerin karşısına koymak.

    3.4. Bir örnek: Çevresinde dayanışma olması imkânı olan noktaları (örnek. Bir ahlâk ilkesi) yok ederek toplumu “sürüleştirmek” için derine gömülü hangi  olumsuz tohumlar kullanılabilir?

    a. Okullarda Gözetimli Sınav yoluyla “gözetleyen varsa dürüst gibi davran” tutumu aşıla,

    b. Yine Gözetimli Sınav yoluyla “sen güvenilmez bir kişisin” saklı içeriği yoluyla özgüven aşındır,

    c. Anlamını bilmediği kelimeleri diline sokarak fen derslerini anlamadan ezberlemesi sağla,

    d. Öğretmeni aşırı müfredat yükü altında bırakarak, gerek zaman yetmezliği gerekse sorgulanamazlık nedenleriyle anlamını tam kavramadığı bilgilerin ezberlenmesini sağla ve bu öğrenciler içinden en az anlayıp en çok ezberleyenleri test yoluyla seçerek toplum elitini oluştur.

    3.5. Bir örnek: Bir halkın memnuniyetsizliğinin (yumuşatıcı, etkisizleştirici) “sosyal amortisörler” yoluyla kontrol altında tutulması için derine gömülü hangi  olumsuz tohumlar kullanılabilir?

    a. Etkisiz şikayet kanalları oluşturmak ve var olanları açık tutmak; bir yandan da olumsuz eylemlere yol açmasını kuvvetle caydırmak,

    b. Daha yetkin akıl yoluyla olup bitenin en derindeki köklerinin anlaşılmasını önleyip derine gömülü tohum kullanımı olasılığını caydırmak için, yetkin aklın zaten ne kadar üretilebiliyorsa o kadar üretildiği inancını desteklemek,

    c. Öte dünyayı özendirip bu dünyanın bir sınav yeri olduğu inancını yaymak,

    d. Yerel Grup Lideri konumundaki birikimli insanları sürekli olarak, ama ancak sınırlı ölçüde üzerinde durup derhal yeni gündemlere atlamasını zorlayacak sorunların yüzeysel ve popüler adlarıyla bir çeşit narkoz halinde meşgul ve tatmin olmuş halde tutmak.

    4. Sonuç

    Bu kısa yaklaşımda, sorun bulamacındaki olası iyileşmelerin nerelerden başlayabileceği gözden geçirilmiştir. Net olarak görünen, bilinçli ve/ya bilinçsiz tüm olumsuzlukların bir dizi tohum yoluyla oluştuğu; iyileştirici girişimlerin de yine sosyal tohumlama yoluyla gerçekleşme şansının bulunduğudur.

    17 Mart 2024

    [1] Bu örneğin verilmesinin nedeni, benzer yolla olumlu sonuçların da alınabileceğine işaret etmektir.

  • Korku Ortamı ve Zoraki Cesaret

    Vatanını korumak için sahip olduklarından vazgeçebilmek, zarar göreceğini bile bile bir düşünceyi desteklediğini açıklayabilmek, büyük risk almak pahasına doğru bildiğini yapabilmek gibi davranışlar, üstelik bunları tutum haline getirebilmiş olmak; bunlar birer cesaret örneğidir. Ortak özelliklerinden başlıcası, bu tür davranışları sergileyebilmenin kimsenin iznine tabi olmadığı; hattâ izin verilmediği hallerde yapmanın cesaret tanımına daha da uygun olduğudur. 

    Kısacası cesaretin özü risk alabilmektir. Risk alabilmenin (cesaretin) makbul olanı da uğranabilecek zararın ve karşılığında kazanılanın farkında olunan (hesaplı risk) türüdür. Aksine, -salt cesur denilmek için- körlemesine katlanılan risk ise mutlaka bir yerlere zarar veriyordur. Napoleon Bonaparte’a atfedilen “aptal dostun olacağına akıllı düşmanın olsun” sözü bu ayrımı güzel anlatıyor.

    Buna göre, cesaret, risk almak, korkmama, korkusuzluk gibi terimler -hesaplı ya da körlemesine- olan türler için birbirinin yerine kullanılabilir. Bunların tersi için uygun terim ise korkaklıktır..

    Kimsenin iznine tabi olmayan bu korkusuzluk türleri dışında çok geniş bir alanı kapsayan, diğerinden ayırt edebilmek için de dayatılan risk denilebilecek bir zoraki korkusuzluk türü var. Aynen Rus Ruleti oynamak istemeyen bir kişinin ölümle tehdit edildiğinde, “hiç olmazsa bir kurtuluş şansı var” düşüncesiyle istemeye istemeye kendi kafasına dayalı silahın tetiğini çekmek gibi.

    Mesela yüksek enflasyon altında yaşamak böylesi bir diğer  zoraki cesaret örneğidir ve ne zorla Rus Ruleti oynayan ve ne de yüksek enflasyon altında yaşamak zorunda olan ve bu dayatma nedeniyle korkan kişilere hiç bir şekilde korkak; katlanan kişilere de cesur denilemez.

    İyi de nasıl kaçınalım?

    Zoraki cesaret göstermek zorunda olunan alanlar o kadar çoktur[1] ve  hemen hepsi aynı kurumla ilgilidir ki, bir dünya cehennemi sayılabilecek bu korku atmosferinden kurtulabilmenin tek çaresi, ilgili kurum olan “siyasal iktidar”lardan siyasi bir talepte bulunmak ve bu talebin arkasına da -zorlayıcı güç olarak- oylarımızı koyabilmektir.

    Bu siyasal talebin medeni dünyadaki karşılığı “korkmama özgürlüğü” ya da daha iyi bir Türkçe ile “korkusuzluk hakkı” olup[2], Temel Bütün Hakkı[3] olarak gündeme getirilmelidir.

    Bu tür siyasi talep haline gelmiş[4] isteklere geçiştirici vaatlerle cevap verilmesini önleyebilmek için de korkusuzluk taleplerinin şu birkaç örnekteki netlikte dile getirilerek olası kaçış yollarının kapatılması (azaltılması) önerilir:

    • Çocuğumuzun kendi dini ve/ya ideolojik tercihlerine kendisinin özgür iradesiyle karar hakkının elinden alınmasından,
    • Ülkemizin demografik yapısının bozulup ülkemizde sığıntı olmaktan,
    • Dünyanın acımasız rekabet ortamında, ürettiğimiz değerlerin sömürü yoluyla çalınmasından,
    • Herhangi yolla hak ihlaline uğradığımızda mahkemelerin tarafsız davranmayacağından,
    • Emperyal emeller besleyen odakların ülkemizi maceralara sürükleyip vatan topraklarında tutunamayacağımızdan,
    • Sahip olduğumuz mülkümüzün elimizden alınmasından,
    • Deprem riskine karşı akıl ve gerçek dışı önlemler nedeniyle hazırlıksız yakalanacağımızdan,
    • Vergilerimizle oluşan kamu kaynaklarının, belirli yandaşlıklar nedeniyle peşkeş çekilmesinden,
    • Anayasal güvencenin keyfi olarak askıya alınmasından,

    Ve daha onlarcasından korkuyoruz.

    Yerel ve merkezi idarenin en temel varlık nedeninin, yurttaşlarını bu çeşitlilikteki “amaçlı üretilmiş korkular“dan uzak tutmak (yani korkusuzluk hakkı) olduğuna inanıyor; bu yolda yurttaşları makbul ve makbul olmayanlar olarak bölünmesinin ise parantez dışı ana korku olduğunun altını çiziyoruz.

    İdarelerin, yurttaşlarına korkusuzluk ortamı sağlamasından daha öncelikli hiç bir işi ve vaadi; siyasi partilerin de korkmama hakkı’nın savunmasından daha başka işleri olamaz. 

    Kamu çıkarlarını savunma misyonu edinmiş tüm kişi ve kuruluşların, “nelerin yanlış olduğunun iletişimi yoluyla en değerli kaynak olan kamu zamanını harcama” yolundaki geleneksel tutumlarını gözden geçirerek, bu çabalarını “korkusuzluk ortamı tesisi” yolunda harcamaları önerilir.

    Bu yolda bir başlangıç adımı var: Kavram Dağarcığımıza Korkusuzluk Hakkı (korkmama özgürlüğü) kavramını yerleştirmek. Bir yandan da her bir korkunun nasıl giderileceği konusunda -meli/-malı’sız çözüm üretilmesi; bunun dışındaki vaatlere kulakların kapanması.

    Tınaz Titiz , 7 Mart 2024 (Rev.1, 9 Mart 2024)

    [1] Bkz. “Kimler Nelerden Korkuyor?” https://tinaztitiz.com/kimlernelerden-korkuyor/ 

    [2] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/korkmama-ozgurlugu–korkusuzluk-hakki 

    [3] Kullanımı adet olmuş Temel İnsan Hakları terimi yerine, canlı ve cansız varlıkların (hayvanlar, bitkiler, sular, taş ve topraklar, hava) hepsini kapsayan “Temel Bütün Hakları” terimi kullanılıyor. Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/kul-hakki–butun-haklari- 

    [4] Siyasi Partiler ve asli görevi “kamu haklarının savunulması” olan sivil toplum kuruluşları bu tür talepleri, birer etik taahhüt olarak yerel ve merkezi idarelerden ister ve yerine getirilip getirilmediğini denetlerler.

  • “Koşullandırma” sebep, “ÇEDES” sonuçtur!

    S: ÇEDES Nedir? 

    C: ÇEDES bir “koşullandırma” projesidir?

    S:  Koşullandırma, ama niçin?

    C:  Toplumun din istismarı yoluyla çağdışına itilip, bu topraklardan fiziki olarak süpürülmesi için.

    S: Koşullandırma bunu yapabilir mi?

    C:  Koşullandırma, tüm canlılara (bu arada insana) verilmiş şu üç büyük hediyeyi elinden alır: Merak, Kuşku ve Öğrenebilme. Bu hediyeleri elinden alınan çocuk ve gençler kendilerine verilen tek doğrulardan başkaca bilgiye ihtiyaç duymazlar ve sadece kendilerine söylenenlere inanan, merakları donmuş tek tip kişiliklere bürünürler. Bu coğrafyada sosyal toprağa tutunabilmemiz bu tür edilgen kişiliklerle mümkün değildir. Bu kritik coğrafyayı kontrol etmek için bu tür insan dokusuna ihtiyaç vardır. Hem de bol miktarda. Yetmezse ithal ederek.

    S:  ÇEDES ile niçin mücadele edilmemeli?

    C:  ÇEDES yanlış hedeftir. Kökünde koşullandırma amacı vardır. Kök kurutulmadığı takdirde yarınlarda ÇEDES gider yerine koşullandırmaya dayalı başka bir proje gelir. Çevre ve Değerlere değil, koşullandırma ve sorgulanamazlık içeren tüm girişimlere karşı çıkılmalıdır. Okul, Doğru-İyi-Güzellerin ezbere belletileceği; üstelik bunların din hizmetlileri ya da tarikat üyelerince her biri psikolojik tahribat yaratan örnekler yoluyla zihinlere kazınacağı yer değildir. Okul, her çocuk ve gencin kendi Doğru-İyi-Güzellerini inşa edeceği ve ideolojik bagajı olmayan öğretmenlerin gözetiminde öğrenecekleri yerdir.

    Son S: Gerçekten Doğru-İyi-Güzel olan şeylerin öğretilmesinde ne zarar vardır?

    Son C: Gerçekten Doğru-İyi-Güzel olan şeyler, kişilerin kendilerince emek harcanarak öğrenildiğinde sahiplenilip yaşamlarının parçası olur. Emek harcanmadan belletilenler ise eğretidir, yaşama geçmez. Koşullandırma bu nedenle çocuklarımızın hayatlarından doğru-iyi-güzel şeylerin çalınması demektir.

    Lütfen şu yazılara bir göz atınız:

    Tınaz Titiz

    4 Mart 2024

  • “Korkmama Özgürlüğü” ya da “Korkusuzluk Hakkı”

    https://twitter.com/i/status/1752037204753293776 adresinde “korku” konusunda kısa bir video var. Korkmama’nın yararlarını ya da tersinden okunursa korku’nun zararlarını kader kavramına bağlı olarak işliyor; kısacası “korkunun ecele faydası yok” diyor.

    Bir de “korkmama özgürlüğü” (bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/korkmama-ozgurlugu) kavramı var ki o, “korksanız da korkmasanız da zaten öleceksiniz; bari bir de korku çekmeyin”den bütünüyle farklı; hükumetlerin belki de tek varlık nedenini anlatıyor. 

    Halen BM’e bağlı 193 bağımsız ülkenin hükumetleri sınıflandırıldığında başlıca 6 küme var: Demokrasiler, Otoriter Rejimler, Melez Rejimler, Monarşiler, Komünist Rejimler, Teokrasiler.

    Bunlar da kendi içlerinde alt kümelere ayrılabiliyor. Örneğin demokrasiler kendi arasında 6’ya, onlar da kendi aralarında 12 alt kümeye bölünebiliyor. Demokrasi dışındakileri de hesaba katarsak yüzlerce kümenin doğacağı belli.

    Birbirinden farklı bu kadar rejim -yerine getirip getirmedikleri ayrı mesele- halklarına tek ortak vaatle iş başına geliyorlar: “Biz hangi nedenle olursa olsun sizin bir şeylerden korkup endişe içinde yaşamamanız için çalışacağız; yani size bir “korkusuzluk iklimi” vaat ediyoruz”. Daha da açık olarak vaadimiz, “şu listedeki 207 korku türlerinden sizleri uzak tutacağız(https://ggle.io/4SzZ)

    Korku ve korkmama meselesinin genel yönleri böyle. Türkiye özeline gelince, hemen her bakımdan çeşitlilik içeren toplumumuzun hakim rengi “korku”dur. 85 milyonluk nüfusun hiçbir şeyden korkusu olmayan birkaç bin dolayındakiler hariç tutulursa geri kalanların her birinin şu listedeki  80 korkudan en az birkaçına sahip oldukları kolayca tahmin edilebilir (https://bityl.co/OJ68). Buna göre toplumumuzun genel haline “Korku Toplumu” denilmesi abartı sayılmamalıdır.

    Bu durumda Korkmama Özgürlüğü farklı bir anlam kazanıyor. Korkudan, özellikle de “korkunun bir yönetim aracı olarak kullanılmasından” kaynaklanan türünden masun olmak en önemli hak olarak ortaya çıkıyor.

    İlginç olan nokta, siyaset kurumundan beklentileri “ekonomik sıkıntılardan kurtarılmak”tan ibaret insanımız, korkularından kurtulmayı bir siyasi talep haline getirmemiştir. Bunun olası bir nedeni, kavram dağarcığında bulunmayışı ise, diğer nedeni ise korku kavramını korkaklık; korkusuzluk kavramını ise cesaret kavramıyla özdeş saymasıdır ki bu da yine kavramlarla, onların tanımsızlığı ile ilgilidir.

    Halbuki  stratejik düşünceye dayalı bir tutum, başlangıçta daha pasif veya temkinli görünse bile, aslında uzun vadeli başarıya ulaşma hedefine dayanan bir cesaret türü olabilir. Bu yaklaşım, özellikle belirsiz ve değişken durumlarla karşı karşıya kalındığında, sabır, disiplin ve stratejik planlama gerektirir. Stratejik cesaret, genelde büyük resmi görebilme ve uzun vadeli hedeflere ulaşmak için gerekli adımları atma yeteneği ile karakterizedir. Konfor alanı dışına çıkma korkusu olarak karakterize edilebilecek korkaklık ise diğer tür korkulardan farklıdır (https://bityl.co/OJ8L) ve aşağılayıcı bir kavramdır.

    Halen ülkemizde 141 siyasi parti ve toplam 127,000 STK mevcut olsa da -bildiğimiz kadarıyla- Korkmama Özgürlüğü’nü savunan sadece bir (rakamla 1) vakıf bulunuyor. O halde -eğer korkularla bu denli iç içe yaşamaktan mutlu değil isek- bu kavramı tüm siyasi partilerin, tüm STK’ların kavram dağarcıklarına ve talep manifestolarına yerleştirmeye çalışmak zorundayız.

    22 Şubat 2024 

    #KorkmamaOzgurlugu 

  • Bir ortak ahlak kuralı (Zarar Verme) önerisi üzerine..(2)

    Geçen yıl Mayıs ayında yazdığım “Bir ortak ahlak kuralı (Zarar Verme) önerisi üzerine” adlı yazımda[1] şöyle bir paragrafla, zarar ve yarar kavramlarının bağlantısını kurmaya çalışmışım; ama doğrusu o gün bugün aklımı kurcaladığına bakılırsa kendim de kastımı sanki iyi ifade edememişim:

    <<Zarar vermek ve yarar sağlamak fiilleri genellikle birbirinden kopuk olarak kullanılabiliyor. Yani kişinin bir diğer varlığa hem zarar vermeyip, üstüne de iyilik yapabileceği ileri sürülebilir. Halbuki, Zarar Verme ilkesiyle vurgulanan özellik, zarar vermeme ve yarar sağlama fiillerinin kopuk değil “birbirini içerleyen” (mutually inclusive) olmalarıdır. Daha açık deyişle, zarar vermeyen bir fiilin aynı anda zaten yarar sağladığı; yarar sağlamanın, zarar vermeme dışında bir yolunun bulunmadığı demektir.>>

    Bu yazımda bir girişimde daha bulunup, aslında “yarar sağlamak” gibi bir bağımsız eylemin olamayacağını; eğer bir zararı önleme işlevi olmayan bir yarar varsa onun da aslında zarar verici olduğunu açıklamaya çalışacağım. Önce zarar ve yarar kavramlarından ne anladığımı tanımlayım: Zarar, “önemsediklerimizin[2] yaşamlarını sürekli olarak yenileyebilmeleri[3] sürecinin kesintiye uğramasına yol açabilecek” etkilerdir. Yarar ise “yenilenebilirliği güçlendirici etkiler”dir. 

    Burada hemen sorulabilecek bir soru, “canlı ve cansızlar bütününün yenilenebilirliği”ni değil daha alt düzeyleri (ben, ailem, milletim, etnik veya inanç yoldaşlarım gibi) kümeleri seçenler açısından zarar ve yararın anlamlarının tutarlı olup olmadığıdır. Örneğin önemsenen küme mesela “ben ve ailem”den ibaretse, bu kümenin yararları, daha üst küme(ler)in yenilenebilirliklerinin zarar görmesi pahasına olabilir. Bu durumda bir aile pekala kendi varlık amacına (yani ailenin yenilenebilirliği) hizmet yolunda mesela millet kümesinin yenilenebilirliğini hiçe sayabilir ve bunu da kendi dünya görüşüyle turarlı olduğunu savunabilir.

    Nitekim böyle bir durumda “hasenat”[4] peşinde kendi dışındakileri tahrip ederek (yani zarar üreterek) yarar sağladığını iddia edecektir. Buradan hemen çıkarılacak birinci sonuç yarar’ın, zarara yol açmaMAk olduğu, yenilenebilirliğe bir katkısı olmadığı halde girişilecek eylemlerin salt entropi artışı (zarar) yarattığıdır. Çıkarılabilecek ikinci sonuç ise, bütünü -tüm karar ve eylemleryle- öncelemeyen dünya görüşlerinin yarar değil zarar ürettiği; ama bunların yarar zannedildiğidir.

    Bu çerçevede sorulabilecek bir diğer soru ise şudur: İnsanlığın özellikle XVIII yy ve sonrası sanayi devriminden itibaren giderek hızlanan doğadan kopuş sürecinin bugün getirdiği noktada, canlı-cansız bütününü önceleyen bir yaşamdan giderek uzaklaşıyoruz. Bu süreç içinde bütünün kendini yenileyebilirliği gibi bir yaşam amacı ne ölçüde mümkündür? Ve böylesi bir ortamda zarar ve yarar kavramlarının gerçek bir karşılığı olabilir mi?

    Bu sorunun -zorunlu- cevapları şu birkaç bileşeni içerecek gibi görünüyor: 

    1. Ne insanlık ailesinin ne de onun bölümlerinin, bulunduğu “bütünü tahrip ederek yaşama” noktasından, “bütünün yenilenebilirliğini gözeten” noktasına sıçraması mümkün bir yaklaşım değildir.
    2. Mümkün olan yaklaşım “daha farklı bir yaşam mümkündür[5]  ile özetlenen ve bu yaklaşım yandaşlarının savunuculuk (advocacy)[6] yoluyla giderek yaygılaştırılacak Döngüsel Ekonomi[7] modeli olabilir.
    3. Döngüsel Ekonomi ve onun sosyal yaşamdaki yansımalarının birbirini destekler biçimde etkiler üretebilmesi için çeşitli kurumların (siyaset, STK, bürokrasi vd) yeniden yapılanabilmelerine imkan sağlayabilecek küresel tasarımlara ihtiyaç var. Bu tür tasarımlar yapmak ve/ya var olanlara eklemlenerek katkıda bulunmak zarar önleyici (yararlı) girişimler sayılmalıdır.
    4. Bu yolda yapılan / yapılabilecek çalışmalar, canlı-cansız bütününün kendini yenileyebilirliğini güçlendirici olduğu sürece “yararlı” (yani zararı azaltıcı, önleyici); iyi niyetlerin yeterli çabalarla birleşmeyip bu düzeyin altında kaldığı sürece zarar verici; çaba harcar gibi görüntüler ve sürekli şikayetler eşliğinde yarar sağlama iddiaları eşliğinde olduğu takdirde ise kasıtlı zarar verici sayılmalıdır.
    5. Tabii ki bu olumlu veya olumsuz çabalar atbaşı birlikte sürecek gibi görünüyor. Bu mücadele sürerken bir yandan da Tazmin Yasası (adı verilebilecek)[8] bir fiili yaptırım işleyecektir.

    İnsan dışı (orangutan[9] gbi) ve canlı dışı (Wadden denizi[10] gibi) örnekler tek değildir. Örneğin:

    Wadden Denizi ve orangutanlar dışında, bazı ülkeler ve yargı bölgeleri tarafından diğer canlılara ve hatta bazı doğal varlıklara özel haklar tanınmıştır. Bu haklar genellikle belirli hayvan türlerine veya doğal ortamlara “kişilik” statüsü verilmesi şeklinde olur. İşte bazı örnekler:

    • Nehirler: Yeni Zelanda, 2017 yılında Whanganui Nehri’ne yasal kişilik statüsü vererek dünya üzerinde bu statüye sahip ilk nehir yaptı. Bu kararla birlikte nehrin kendi hukuki temsilcileri atandı.
    • Diğer Hayvan Türleri: İspanya, 2021 yılında hayvanların yasal statüsünü “eşya”dan “canlı varlıklar” olarak değiştirerek evcil ve vahşi hayvanlara daha fazla koruma sağladı.
    • Ormanlar: Hindistan’ın Uttarakhand Yüksek Mahkemesi, 2017 yılında Himalayalar’daki bazı ormanları, nehirleri, akarsuları ve buzulları “canlı varlıklar” olarak tanıyarak onlara belirli haklar verdi.
    • Dağlar: Yeni Zelanda, aynı zamanda Mount Taranaki’ye de yasal kişilik statüsü verdi. Bu, yerel Maori kabilesi ile hükümet arasında yapılan bir anlaşmanın bir parçasıydı.

    Bu örnekler, doğal dünya ve hayvanlar üzerindeki insan etkisinin tanınması ve korunması adına atılan adımları göstermektedir. Bu tür yasal tanımlamalar, çevre koruma çabalarını güçlendirme ve doğal dünyayla insanlar arasındaki ilişkiyi yeniden şekillendirme potansiyeline sahiptir.

    Tınaz Titiz

    18 Şubat 2024

    [1] Bkz. https://bit.ly/3WDka51 

    [2] “Önemsediklerimiz” deyimi ile kendimiz, ailemiz, toplumun bir bölümü veya tamamı, tüm insanlık ya da canlı ve cansızlar bütünü seçenekleri kastediliyor.

    [3] Yenilenebilirlik kavramı için bkz. https://adilyasam.net/sikca-sorulan-sorular/ No24 Parag.4.

    [4] Bkz. Prof. Mustafa İslamoğlu, Hasenat ve Salihat kavramları, https://youtu.be/gMxqeeFPqcs?si=wLuMzbhHXIJ3Q9xR 

    [5] Dr. Mehmet Uhri, Laos, Wietnam gezileri sırasında, bütünüyle su üzerinde yaşayan topluluklar yoluyla “başka yaşamların da” olabileceğini anlatıyor. Bkz. https://www.facebook.com/muhrim 

    [6] Savunuculuk için bkz. https://tr.wikipedia.org/wiki/Savunuculuk 

    [7] Döngüsel Ekonomi için bkz. https://www.ekolojika.com/dongusel-ekonomi-nedir/ 

    [8] Tazmin Yasası olarak adlandırılan ilke: “Bildiğimiz ve henüz varlığından haberdar olmadığımız tüm canlı, cansız ve kültürel varlıklar (yani her şey) bir bağlantılı bütün olarak, o bütüne uyum göster(e)meyenleri içinden atıp, yenilerini üreterek, dengeleri koruyan yeni bütünlükler oluşturuyorlar. Bu bütünlüğün herhangi bir öğesinin görmezden gelinebilecek her hakkı, o varlıkla denge halindeki diğerlerince yeni bir denge kurulana kadar, bütünü oluşturan diğer varlıklardan orantısız da olabilecek biçimlerde tazmin edilir.”

    [9] Arjantin, bir orangutana insan benzeri (non-human person) haklar veren ilk ülke oldu. Bu karar, Buenos Aires Hayvanat Bahçesi’nde yaşayan dişi bir orangutan için alındı​.

    [10] 2019 yılında Almanya, Danimarka ve Hollanda hükümetleri, Wadden Denizi’ne hükmi şahsiyet kazandırma hedeflerini açıklayan bir ortak bildiri yayınladı. Bu, denizin kendi haklarına sahip bir varlık olarak tanınmasını ve korunmasını sağlamayı amaçlamaktadır.

  • Kuşkusuzluk

    Tarihteki “çok insanın ölümüne yol açmış” olarak nitelenebilecekleri bir gözden geçiriniz: Stalin, Hitler, Mao Zedong, Cengiz Han, Hirohito, Napolyon Bonapart vd. Bu insanların ortak yanları nedir?

    Ya şu dini liderler: Ayetullah Humeyni, Abu Bakr el-Bağdadi, Ken Ham, Pat Robertson, Yitzchak Hutner, Fethullah Gülen vd. Bu kişilerin ortak yanları?

    Bir de insanların refah ve mutluluğuna büyük katkılar yapmış olanlara bakınız: Socrates , A.Einstein, Galileo Galilei, Mevlana Celaleddin Rumi, Marie Curie, Carl Sagan, Leonardo da Vinci, George Orwell vd. Ya bu kişilerin ortak yanları nedir?

    Üç grupta toplanabilecek kişilerin, gerek aynı gerekse zıt yöndeki ortaklıkları “inandıklarının doğruluğuna olan güven”dir. İlk iki gruptakiler her şeye (…dir, nokta.) biçiminde yaklaşırken; sonuncu gruptakileri tavrı ise (….mi acaba?) değil mi?

    Düşüncelerinin doğruluğundan kuşku duymayanlar için her şey siyah ya da beyaz, doğru ya da yanlış iken, kuşkucular için yaşamın her yüzü rengarenktir.

    Düşünce ya da inançlarının doğruluğundan şüphe duymayanlar bu dünyayı yalnız insanlar için değil, tüm canlı ve cansızlar bütünü için yaşanmaz hale getirdiler. Her nerede bağıra çağıra kendi doğrularını tebliğ eden birileri varsa oranın bir süre sonra kendini yok edeceğinden kuşkulanabilirsiniz.

    25 Aralık 2023

  • Virüs No 7: “Gerekli Çalışmaları Yürütmek”

    Bugüne kadar keşfettiğim altı virüs’ten1 sonra “herhalde artık başkası yoktur” derken, bir vesileyle bugünkü iki keşfimi yaptım. Bunlardan biri No 7 virüs: “Gerekli Çalışmaları Yürütmek“; diğeri ise “bu tür virüslerin sayılarının sınırlı olmadığı” gerçeği.

    Bu ikinci keşfin niçin önceden değil de şimdi gerçekleştiği ise akıl daraltıcılarım2 ile ilgili; demek ki daraltıcılardan birisinin farkına varmamı sağlayan bir olay olmuş (onun da ne olduğunu biliyorum, AFAD örgütünün misyon tanımına3 rast geldim). Aslında yıllardır (gerekli çalışmaları yürütmek) kalıbına rastlarım; hatta belli ki ne yapılacağı konusunda kafam karışık olduğunda işin içinden çabucak sıyrılabilmek için kendim de kullanmışım. Ne zaman ki “koordinasyon” örgütleriyle ilgili düşüncelerimi yazmaya kalkmışım4, o zaman bu “gerekli çalışmalar” kalıbının -bir açıklamanın öncülü olmadan durumu idare etmek amacıyla kullanıldığındaki- anlamsızlığını farketmişim.

    Gerekli Çalışmalar, çok derin anlamları olan bir ifadedir. Öz anlamı “sizi alakadar etmez“, “aklınız ermez“, “bilmemeniz daha iyidir“, “bir de size anlatmakla mı uğraşalım” gibilerden çoklu anlama sahip milli bir deyimdir. Denilebilir ki, mevzuatımız içinden bu ifadeler bulunup ayıklansa geriye kalanlardan kimse bir şey anlamaz. Bu nedenle bir anlamda insanlarımızı, “gerekenlerin ne olduğunu bilen mutlaka birileri vardır” inancıyla dağılıp parçalamaktan koruyan bir deyimdir; millilik özelliği de zaten buradan kaynaklanmaktadır.

    Şaka bir yana, AFAD gibi en kritik bir yaşam alanı ile ilgili bir sorumluluğu üstlenmiş bir kuruluşun temel varlık nedenini (misyonu) açıklayan ifade içinde “gerekenleri yapmak” diye bir ifade olamaz; tabii ki sadece AFAD için değil, görevi eşgüdüm olan -ki eşgüdümün de nasıl yapılması gerektiği de ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu5-tüm resmi ve sivil örgütlenmeler için de olamaz.

    Yabancı kökenli sözcüklerin “sorgulanma bağışıklığı” sağlayıcılığından yararlanılarak, kastın açıklanması savsaklanamaz. Benzer durum benzer anlamda kullanılarak hareket özgürlüğü(!) sağlayan “platform” kavramı için de geçerlidir. “Bir araya doluştuk, sorgulanamazlıkta buluştuk” gibisinden bir oluşum, anlamlı bir kasıt içermez. Tam olarak neyi-niçin-nasıl yapmak istediğini açıklayamayıp “gereken çalışmaları” yürütmek ya da “bir şeyler yapmak”6 üzere bir araya gelmek koordinasyon ya da platform değildir.

    14 Kasım 2023

    [1] Bkz. Zihinsel Virüsler, https://tinaztitiz.com/7475 ve 6ncı olarak da 4Y virüsü (https://tinaztitiz.com/15460)

    [2] Bkz. Akıl Daraltıcılar. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/akil-daraltici—akil-genisletici

    [3] Bkz. AFAD misyon tanımı. https://www.afad.gov.tr/vizyon-ve-misyon

    [4] Bkz. Afet Örgütlenmesi bağlamında kritik konular, https://bit.ly/3tWTvWp

    [5] Bkz. Koordinasyon (eşgüdüm). https://www.kavrammutfagi.com/kavram/koordinasyon

    [6] Bkz. Bir şeyler yapmak. https://tinaztitiz.com/7136

  • Medeniyet ve anti-medeniyet belirleyicisi: 4Y

    4Y (Yıkıp Yeniden Yapma Yöntemi), yalnızca yapıların depreme daha dayanıklı hale getirilmesi bağlamında değil, birçok alanda medeni ve medeni olmayan toplumları ayırt edebilecek bir yaklaşım olarak beliriyor.

    Örneğin, belirli bölümleri yıpranan giyeceklerin atılıp yenisinin alınması, her yeni bakanın eğitim sistemini yeni baştan kurmak için eskisini yıkması, rejimin aksayan yönleri bahane edilerek yıkılıp yenisinin yapılmaya çalışılması ya da anayasaların her defasında yeniden yapılmaya çalışılması, çeşitli alan ve ölçeklerde birkaç örnekten ibarettir. Arzu edenler biraz düşünerek bunların münferit örnekler değil, toplumumuza ana medeniyet rengini veren asli bir unsurun (yani 4Y) yansımaları olduğunu bulacaklardır.

    Medeniyet, binlerce yıllık birikimlerin, aksayan yönlerinin sürekli olarak yenilenmesi, çok ender hallerde ise devrimsel değişimlerle daha temelden değiştirilmesiyle -ki o hallerde dahi temel yapı taşları korunarak- oluşmuş; bu gerçeğin farkına var(a)mayan toplumlar ise anti-medeniyet çukurundan çıkamamışlardır.

    4Y virüsü’nün -ki mevcut virüslere1 eklenen altıncısıdır- olumsuz etkisi medeniyet birikimine aksi yönde çaba harcama yoluyla medeni toplumdan dışlanmakla sınırlı değildir. Bir diğer olumsuzluk kendi toplumumuz içinde, her yıkıp yeniden yapma teşebbüsü sırasındaki kültürel ayrışmalar sırasında inşa ettiğimiz kultur-kampf’lardır2.

    4Y virüsünün toplumumuza son darbelerinden ikisi, beklenen İstanbul depremine karşı, tüm yerel yönetimleri işe katacak bir yaygın bir güçlendirme kampanyası yerine, yeni oluşturulan Kentsel Dönüşüm Başkanlığı ile belediyeleri dışlayarak toptan bir dönüşüm (yıkıp yenileme) girişimi; diğeri ise, T.C. Anayasası’nın maddeleri arasındaki bir uyumsuzluğu giderici önlem alarak anayasal birikimi zenginelştirmek yerine, eskisinin omurgasını çöpe atıp yenisini yapma hazırlığıdır.

    Bu iki girişim de 4Y’nin net birer türevidir. Bu virüsün tahripkarlığının farkına varılması bu topraklara tutunabilmenin ön koşullarından birisi olarak görünüyor. Bir diğer koşul ise, inanılmaz bir hızla değişen dünyada -4Y’ye yol acan- hiçbir düşüncenin ilelebed doğruluğunu koruyamayacağının idraki içinde akıl daraltıcılarımızı3 askıya alıp üzerlerimizdeki esneklik azaltıcı zırhların katılığından tedricen soyunmaktır.

    12 Kasım 2023

    [1] Bkz. Zihinsel Virüsler, https://tinaztitiz.com/7475

    [2] Bkz. Kultur-kampf, https://www.kavrammutfagi.com/kavram/kulturkampf

    [3] Akıl Daraltıcılar Zihin Haritası için bkz. http://bit.ly/3A4bv0C

  • Sorun stokumuz ve akıl ihtiyacımız

    “Bir toplumun gelişmesini önleyen sorunlardan, henüz tanımlanmamış ya da tanımlanıp da çözülmemiş olanlar bir stok[1] oluşturur. Bu sorun stoku, o toplumun ürettiği çeşitli değerlerden ne kadarını rekabet ettiği toplumlara kaybedeceğinin bir ölçüsüdür. Değer Transferi[2] olgusu bu sürecin adıdır.

    Söz konusu stok aynı zamanda, o toplumun harekete geçirebildiği kolektif akıl düzeyini de belirler. Eğer, sorun stokunu eritmek amacıyla bir girişimde bulunulmak istenirse, atılacak ilk adım mutlaka, harekete geçirilebilmiş kolektif aklı büyütüp bir yetkin akıl[3] haline getirmek olmalıdır. Fakat bu girişim toplumun çok küçük bir azınlığınca yapılabilir. Çünkü, geri kalan kesim, yetkin aklın ön koşulu olan akıl daraltıcılarından[4] kurtulmak istemeyecektir. Bu daraltıcılar birer gönüllü hapishaneye dönüşmüştür.

    Kolektif Zeka oluşturup bu yolla karmaşık sorunları daha iyi anlamaya, dolayısıyla da çözümler geliştirmeye yarayabilecek web siteleri aranıyor?

    Aşağıda bu konuda kimi ipuçları bulunuyor.

    ChatGPT / Used BrowserOp

    Kolektif zeka, bireylerin işbirliği, kolektif çabaları ve rekabeti sonucunda ortaya çıkan veya grup zekası olarak da adlandırılan bir zeka türüdür. Bu, sosyobiyoloji, siyaset bilimi ve kitlesel akran incelemesi ve kalabalık kaynak kullanımı bağlamında ortaya çıkar. Ayrıca bakterilere ve hayvanlara da atfedilmiştir.

    İşte kolektif zeka ile ilgili bazı web siteleri:

    1. MIT Center for Collective Intelligence: Bu merkez, biosiyanslar ve ilgili disiplinlerdeki liderleri bir araya getirerek yaşam bilimleri sektörünün önümüzdeki yıllarda karşılaşacağı anahtar zorluklara dair içgörüler kazanmayı amaçlamaktadır. Ayrıca, kolektif zeka ölçümü, Supermind Design yaklaşımı ve Covid-19 pandemisi tarafından oluşturulan sorunlara odaklanan bir metodoloji gibi konuları da ele almaktadır. Daha fazla bilgi için tıklayınız.
    2. Collective intelligence – Wikipedia: Kolektif zeka, birçok bireyin işbirliği, kolektif çabaları ve rekabeti sonucunda ortaya çıkan veya grup zekası olarak da adlandırılan bir zeka türüdür. Bu, sosyobiyoloji, siyaset bilimi ve kitlesel akran incelemesi ve kalabalık kaynak kullanımı bağlamında ortaya çıkar. Daha fazla bilgi için tıklayınız.

    Bu iki kaynak, kolektif zekanın ne olduğu ve nasıl kullanılabileceği hakkında geniş bilgiler sunmaktadır. Eğer daha fazla web sitesi veya kaynak isterseniz, size daha fazla bilgi sağlamak için ek araştırma yapabilirim.

    Ek araştırma isteniyor..

    ChatGPT / Used BrowserOp

    Elbette, kolektif zeka konusunda daha fazla web sitesi ve kaynak buldum:

    1. The Collective Intelligence of the Web | The New Yorker: Bu makale, NASA’nın 2000 yılında Mars’ın yüzeyini haritalamak için amatörlere yardım istediği bir olayı ele alıyor. NASA, Mars’taki kraterleri sınıflandırmak için kısa bir eğitim aldıktan sonra çalışmaya başlamaları için bir web sitesi kurdu. Bu çalışma, Web’in en ilginç ve potansiyel olarak en önemli özelliklerinden birinin, problemleri çözmek için büyük grupların kolektif zekasını kullanma yeteneği olduğunu gösterdi. Daha fazla bilgi için tıklayınız.
    2. About | MIT Center for Collective Intelligence: MIT’nin Kolektif Zeka Merkezi’nin (CCI) çalışmalarından bazı örnekler şunlardır: CCI’nin Kolektif Zeka Tasarım Laboratuvarı, mevcut yaklaşımlardan daha zeki çalışabilecek yaratıcı yeni insan ve bilgisayar konfigürasyonlarını hayal etmek için büyük organizasyonlarla çalışmaktadır. CCI, dünya genelinden insanların kolektif zekasını kullanarak karmaşık zorluklara cevap veren çevrimiçi problem çözme platformları olan CoLabs’ı oluşturmuştur. Daha fazla bilgi için tıklayınız.

    Bu kaynaklar, kolektif zekanın ne olduğu, nasıl çalıştığı ve nasıl kullanılabileceği hakkında daha derinlemesine bilgiler sunmaktadır. Eğer daha fazla bilgi veya başka kaynaklar isterseniz, size yardımcı olmaktan mutluluk duyarım.

    31 Ekim 2023


    [1] Bkz. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/sorun-stoku

    [2] Bkz. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/deger-transferi

    [3] Bkz. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/birlesik-akil–yetkin-akil-

    [4] Bkz. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/akil-daraltici—akil-genisletici