Otobiyografi kesiti-4: Bildiğimi zannettiğim dağlara kar yağışı nasıl başladı?

Yıl 1970. Bir yıl kadar önce, çalıştığım kurum (Ereğli Kömürleri İşletmesi) beni Ankara’da iki haftalık bir kursa yollamış. FORTRAN-IV programlama dilinin öğretildiği bu kursu tamamlamışım ama, işimle ilgili olarak doğrusu neye yarayacağı konusunda pek de bir fikrim yok.

Bir süre sonra işletmemizde “muhasebe makinesi” olarak bilinen bir bilgisayar olduğunu öğrenip, bir yolla (https://tinaztitiz.com/3129 adresindeki yazımda uzunca anlatmışım) kullanma imkânı bulunca, 16K’lık makinenin azami 8K’lık bölümüne sığabilecek programlar yazabileceğimi düşünüyorum.

Bu programların bir işe yaraması o an için önemli değil, yeter ki basit de olsa tanımlanan bir işlemi yapabilsin. Mesela 1’den 1000’e kadar sayıları toplayabilsin. Amaç belli; bunları yaptırabilirsem giderek daha karmaşık işleri de yaptırırım. Bilgisayarı ilk kullanmama izin verildiği günü hatırlıyorum; yaklaşık 200m2’lik, tabanı –kabloların geçirilmesi için- yükseltilmiş ve klimatize edilmiş bir salonda, her birinin aylık kirası $5,500 olan iki makine var (birisi yedek); IBM 360/20.

Bilgisayarın yedeği olur mu diye düşünenler olabilir, ama 40,000+ maden işçisinin –ki Dünyada da maden işçileri genelde en isyankâr işçiler sayılır- ücret bordrolarını yapan bilgisayarın bir yedeğinin olması kolayca anlaşılabilir bir şey. (Nitekim zaman zaman, bir yasal gereklilik nedeniyle ücretlerde küçük de olsa bir kesinti olduğunda ortaya çıkan toplu gösteriler bunun kanıtıydı. Bir mühendisin öldüresiye dövüldüğü Kozlu olaylarını yaşıtlarım hatırlayabilir).

Bu nedenle herhangi bir bilgisayar arızasına karşı IBM firması bir de teknisyen tahsis etmiş, işletme de bilgisayarların bulunduğu binaya yakın bir lojman tahsis etmiş. Bir arıza olduğunda teknisyen –gecenin hangi saati olursa olsun- hemen koşup geliyor. Bilgisayar odasının kendine özgü bir teknolojik kokusu var. Öyle her önüne gelen giremiyor.Bilgisayar o denli önemli bir şey ki, gösterilen bu saygıyı hak ediyor. Bunun ayrıcalığını da bir yandan hissediyorum.

Nihayet, bilgisayarı kullanmama izin verilen sabah 04.30’da, önceden özel program yazma formuna özenle yazdığım programı çalıştırmak üzere o saygın mahale giriyorum. Hafiften ellerim titreyerek, kağıttaki kodları delikli kartlar şeklinde hazırlıyorum. Sıra, programı çalıştırmaya geldi ve RUN (koştur) düğmesine bastım. O da ne ERROR (hata)!

Hata mesajını görünce en küçük bir kuşku duymadım, bilgisayar arıza yapmıştı. Gerçekten de program çok basitti. Tek döngüden ibaret, 5-6 satırlık bir programda yanlış yapılabilecek bir şey yoktu.

Derhal telefona sarılıp teknisyeni uyandırdım ve –biraz da sitemle- (sanki bilgisayarı teknisyen yapmış gibi) bilgisayarın arıza yaptığını ve derhal gelmesini istedim. Beş-on dakika içinde teknisyen uyku sersemi geldi ve biraz çekingen tavırla “yazdığım programda bir hata olup olmadığını” sorma gafletinde bulundu.

Zaten patlamaya hazırken bu küstahlığını karşılıksız bırakır mıyım? Böyle bir olasılığın asla olamayacağını kendisine anlattım. Adam da zaten pişman olmuş ve bilgisayar konsolu üzerinde testler yapmaya başlamıştı.

10 dakika kadar sonra yazıcıdan test raporu çıktı. Laboratuvardan çıkan kan testi gibi uzun rapordan ben pek bir şey anlamadım ama sonuç netti: Program hatası! Bu ilk ders, aklıma gelen ve doğruluğundan hiç kuşkulanmadığım “sorun ve çözüm tanımlamalarımın” pek öyle güvenilir şeyler olmadıklarını, çoğunlukla kendimi başkalarına benimsetme gizli arzumun bilgisayar kodları arasına gizlenmiş formu olduğunu gösteriyordu.

Giderek –bu defa bilgisayarlara kusur bulmadan- daha karmaşık kodlar yazdıkça, insan akıl ve birikimlerinin ne denli yanıltıcı olabildiğini görmeye başladım.

Huylu huyundan vazgeçer mi?

Yıl 1988. Turizm Bakanlığı görevindeyim. Kamu arazilerini, üzerlerine turistik tesisler yapılması amacıyla 49 yıllığına girişimcilere tahsis ediyoruz. Bu arada aklıma müthiş bir fikir geldi: Ailemizde bedensel engelli bir yakınımız olduğu için engellilerin sorunlarıyla yakından ilgiliyim. Bu insanların büyük çoğunluğu, çevrenin hep sportmen yapılı insanlarla dolu olduğu, yaşlı, engelli, çocuk, hasta gibi kişilerin de pek önemli olmadığı varsayımına göre düzenlenmesi nedeniyle, evlerinden dışarı çıkamaz durumdadır.

O halde madem ki elimizde bir imkan var, tahsis ettiğimiz kamu arazilerinden birisini bir koşulla tahsis edelim: Sadece bedensel engellilerin kullanabileceği bir tatil tesisi. Ama, geçmiş deneyimlerim dolayısıyla bu fikrimde de bir “kod hatası” olabileceği nedeniyle bakanlık ilgililerine bu fikrimi açtım. Hepsi inanılmaz bir birliktelikle, böylesi bir fikrin ancak benim aklıma gelebileceğini belirtip kutladılar (zaten ben de doğru fikir olduğunu biliyordum).

Hemen şartname hazırlıklarına başlandı. Bu arada, insan iyi bir fikrini başkalarıyla paylaşmazsa çatlarmış, ben de Hacettepe Üniversitesindeki bir tanıdığıma (Prof. Güler Gürsu) fikrimi nasıl bulduğunu açtım (aslında onun da hayran kalacağından emindim).

Güler hocanın dehşetle açılmış gözleri, IBM teknisyeninin ERROR mesajına ait bilgisayar çıktısını yorumlarkenki bakışları gibiydi: “Tınaz bey bunu sakın yapmayın, onları bir araya toplayıp toplumdan izole etmek değil, tam aksine diğer tesisleri de engellilerin kullanabileceği hale getirmek lazım”.

Bu defa kendi fikrimin doğruluğuna koşulsuz güvenmemiştim ama, çeşitlilik oluşturmayan, amirinin fikirlerini sadece “neresi desteklenebilirdir?” süzgeciyle dinleme konusunda uzman olmuş kişilerle yetinme tuzağına düşmüştüm. Kim olursa olsun, -hangi saiklerle olursa olsun- aykırı fikir üretenlere olan düşkünlüğümün, özellikle güç sorunlar karşısında “birleşik akıl” arayışlarımın altındaki bir neden de budur.

25 Nisan 2017

14 Yorumlar

  1. Değerli ağabeyim. Bu referandumdan sonra ilaç gibi geldi bu yazınız.
    Allah razı olsun. İyi ki varsınız. Ama katıla katıla da güldüm yani.
    Saygılarımla

    1. Değerli dostum, kardeşim iyi ki sizler varsınız.
      Lütfen kendinize iyi bakın. Çünkü tek güvenebileceğimiz, birleşik akıllarımızdır.
      Sevgiyle.

  2. Sevgili büyüğüm,
    Birçok satırda yeni çağrışımlar yaşayarak tekrar öğrenme ve anlama zevkini yaşıyorum.
    Ama hazin olan bir şeyi de paylaşmadan geçemeyeceğim : Keşke bu deneyimi 20-30 yıl önce , profesyonel hayatta uygulayabilecek bir aşamada elde edebilseydik !
    Çok hata yapmışım çok ! :-))
    Saygı ve sevgilerimle,

    1. Değerli dostum ve kardeşim Ayhan bey,
      İçtenlikli duygularınızı anladımı sanırım.
      Ama hiçbir şey için geç değil.
      Yeterki birikimlerimizi, akıllarımızı birleştirmenin yollarını aramaya devam edelim.
      Sevgiyle.

  3. İyi ki o zaman “Tek Adam” değilmişsiniz. Yoksa bugün bir kısım engelliler toplumdan izole tatil yapıyor olacaktı. Ortak akıl bunun için güzel. Ancak çelişkiye bakın % 50’nin ortak aklı (?) “Tek Adam”

    1. Engellilere en büyük hizmeti tek adam dediğiniz Recep Tayyip Erdoğan yaptı. Ondan önce engellileri aklına getiren mi vardı.

      1. Değerli kardeşim, bu platform bugüne kadar birbirini anlamaya çalışan insanların buluşma yeri oldu. Kullandığınız deyimi geri alıp özür dilemeniz temennimdir.

      2. Sayın Sözmen, Bu sitede yorum yapanlara temz bir dille cevap veriliyor. Bu nedenle hitabınızın “temiz olmayan” bölümünü kaldırdık.
        Ayrıca, beğendiğiniz liderden öncesini yok saymak belki size kendinizi iyi hissettirbilir. Ama bilenler bilir ki engellilere yönlik çalışmalar tüm hükümetler zamanında yapılmıştır. Belki tanıtımı iyi yapılmamış olabilir. En azından ben şahidiyim. İnsan severlik, hatta tüm canlı haklarına saygı yen keşfedilmemiştir.

  4. Şüphe yok ki bunun şu anki erke mutlaka anlatılması lazım

    Başka eleştiri noktaları da var aynı şu an yapıulan hatalar gibi ama bu konuya girmeyeceğim

    1. Tabi burada konu engelliler meselesi degil, ortak akıl kullanımıdır ancak ortak akıl kullanımının da ne demek oldugu ıyı anlasılmalıdır. Iyı olan fıkrın ortak akılla ama icinden dogru olanları secmek oldugunu anlatmak bşle zor sanırım

      Siyasi erk derke su anki erkin belli tip bakıs acısı ıle bakması ve geri kalanı kaaale almamasından bahsediyorum.

  5. Doğru olan benim; yanlış olan sizsiniz telkini/dayatması ile şekillendirilmiş Tek Doğrucu zihinler arasında Ortak Akıl arayışı söz konusu bile olamaz. Tek gözlüler toplumunda iki gözlü olmanın ne denli ızdırap verici olduğunu bir düşünün. Kral çıplak! Çığlığını attıran beşer’in fıtratındaki sağ duyu olsa gerek.

  6. Tınaz Bey, deneyimlerinizden yola çıkarak geliştirdiğiniz önerinizi benimsememek olası değil. Bu doğrultuda aldığım eğitimin de etkisiyle tüm iş hayatım boyunca bu ilkeyi benimseyip uygulamaya çalıştım ve olumlu sonuçlarını da hep gördüm. Ülkemizde liderlikten anlaşılan ” tek adamlık”. Çevrenizle tartışmaya ve onlardan fikirlerini devşirmeye çalıştığınızda , ” bilgisizlik” le suçlanabiliyorsunuz. Ben bu durumlarla da karşılaştım.
    Liderler ” bir elin sesi yerine iki elin sesine yönelmedikleri” hatalar ve olumsuz sonuçlar yaşamak kaçınılmaz olacaktır. Özellikle çıkar ilişkileri ,kişileri düşünmekten bile uzaklaştırıp ” İsabet Buyurdunuz efendim” noktasına taşıyabiliyor. Oysa, insanı tüm diğer canlılardan farklı kılan ” düşünebilmesi” değil midir? Düşünebilmesi için gerekli eğitim ve kültürel değişim zorunlu görünüyor.

  7. Merhabalar,

    Samuel Johnson: ” (1) Bilmediğimiz şeyler bizi felakete sürüklemez. Bizi felakete sürükleyen şeyler gayet iyi bildiğimizi sandığımız fakat öyle olmayan şeylerdir.

    (2) Her insan düşündüğünü söylemeye, her dinleyenin de ona karşı çıkmaya hakkı vardır.”

    Madde (1) ön koşul olarak kabul edilebilirse, Madde (2) de sanki çok verimli çalışacak gibi geldi.

    Saygılarımla,

Yorum Gönder