İnovasyon teşvikle değil sorgulamakla mümkündür..

(Eğer…. ise / Eğer ….değilse) Yöntemini Kullanarak Geliştirilebilir İnovasyon (yenileşim) Örnekleri (Rev 0 – 25.03.16) Lütfen aşağıdaki tabloyu incemeden önce Eğer … ise konulu ppt sunuma tıklayıp izleyiniz.

TABLO >> egerdegilse_inovasyondur

Toplumumuz inovasyonla yatıp yenileşimle kalkıyor. Devlet teşvik veriyor, inovasyon yapılırsa ne gibi “iyi şeyler” olacağı anlatılıyor.

Yukarıdaki basit örneklerden görüleceği gibi, inovasyon talimat, teşvik ya da rica ile olmuyor. Görüldüğü gibi tek yol, “eğer ….değil ise” alanındaki inovasyon fırsatlarını görebilecek “gözlükleri takmak”.

Bu gözlüğün adı “sorgulama”dır. Çocuklarımız Dünya’ya doğal bir sorgulama becerisiyle gelirler. Gelirler ama biz onları -kendi ideolojilerimiz yönünde- ezberletir ve yaratıcılıklarını öldürürüz.

Gelişmemizi daha çok cahil yetiştirmeye ya da okuduğunu anlamadan Kuran’ı yüzünden okuyacak çocuklar yetiştirmeye bağlamış eğitim sınıfı mensupları ve yaranmaya çalıştıkları siyasi görevliler, tuttuğumuz bu yolla ancak başkalarına muhtaç insanlar yetiştirdiğimizin farkına varıp, inovasyonun teşvikle değil özgür düşünceli her şeyi -ama her şeyi- sorgulayabilen çocuklarımızın beyinlerini iğdiş etmekten vazgeçmekle mümkün olabileceğini idrak etmelidirler.

25 Mart 2016

12 Yorumlar

  1. Saygıdeğer Tınaz Bey,

    “Inovasyon teşvikle değil, sorgulamakla mümkün” başlıklı yazınızı okudum. Gerçekten çok anlamlı ve biz Türkiyelilerin üzerinde durmadı gereken bir konu. Sultan III. Selimden beri geri kalmışlık prangasından kurtulmak isteyen biz Türk’ler bunu hiç başaramadık. Nitekim bugün Türk Devleti şirketleri inovasyona özendirme için AR-GE çalışmalarına destek olmaktadır. Bu teşvik batıdaki gibi bir ivme kazandırmamaktadır. Çünkü işin özünde devletten nemalanmak var. Bunun içinde inovasyon yapar gibi görünüyor şirketler. Bu durumu siz makalenizde metodoloji bir çekilse çok güzel anlatmışsınız.

    Bence biz Türklerin eksikliği bir insan olarak yaratıcı benlik ile ortaya çıkamamış olmalarıdır. Yaşar Nuri Öztürk, bu konuyu Özgürlük ve İsyan Kitabında çok iyi işlemiştir. Yaratıcılığın temelinin özgürlükle olabileceğini, özgürlüğün ise, insanın kendisinin seçim yapabilmesi ve sorgulayabilmesi olarak tanımlamaktadır. Keza iblisin Tanrı’nın Adem’e “secde et!” emrine karşılık özgürlüğünü kullanarak sorgulama yönüne gittiğini biliyoruz. Kuran’da anlatılan bu anlatımda çok büyük incelikler vardır. Yukarıda adı geçen eserin tamamı okunduğunda özgürlük kavramının ne olduğu daha iyi anlaşılabilecektir.

    Sonuç olarak biz Türk’ler, batının yaratıcılığını kendimizde bulmak istiyorsak içimizdeki yaratıcı benliği özgürlük ateşi ile uyandırmamak zorundayız. İşte sizin sorgulamayı gerekli görmeniz de aynı anlama gelmektedir. Osmanlının geri kalmışlığın farkına vararak nasıl yaratıcı olabileceğimizin kapılarını ararken Mustafa Kemal’in sahneye çıkarak adeta mubtil yani geçmişin geçersiz işe yaramazlarını iptal ederek yaratıcı bir benlikle yenilikleri ortaya koyması gerçek bir yaratıcılık olmuştur. O’nun ölümünden sonra yaratıcı benlikler ortaya çıkamamıştır. Böylece Cumhuriyetin omurgasını oluşturan yenilikler (inkilaplar) rafa kalkmıştır. Özgürlükleri, sorgulamayı insanın yaratılışındaki bir nitelik olarak algılayabilecek yeni Mustafa Kemal’ler bekliyor, bu ülke! Yapacağı, uygulayacağı şeylerin neden, niçin ve nasıllarını önceden anlatan bir kişiliğe sahip olan Mustafa Kemal, tüm inkilapların Allah’ın ve O’nun kitabının talepleri olduğunu söylediğinden ne yazık ki, gafillerin hiç mi hiç bilgisi yoktur. Mustafa Kemal’in icraatleri, “Terkedilmiş Yüce Kuran” imajını silip atmamış mıdır? Yoksa taassup ve irtica bataklığında debelenenler gibi Kuran’ı terkeden, asi, inkarcı veya decaal mıydı? İşte bunu görebilmek ancak sorgulayan benliklerin harcıdır. Yoksa sizin tanımladığınız gibi “iğdiş edilmiş beyinlerle” değil.

    Konu ile doğrudan bağlantılı gibi görünmese de ben daha farklı bir açıdan yorum getirdim. Diğer taraftan Bora Alçı’nın inovasyonla ilgili bir makalesinden bir alıntı yapmak istiyorum.

    Türkiye bir inovasyon ülkesi olamaz

    Neden mi? Çünkü Türk kültürü, yaratmak veya tasarlamak gibi konuları kendine pek de yakın bulmaz. Üretmek ve inşa etmek gibi somut şeyler varken, bunlara biraz da romantik boş işler gözüyle bakar.

    Bora Alçı (Argus Araştırma ve Brandlab Genel Müdürü Consulting Genel Müdürü) yazdı

    “Her toplumun kendi değerleri ve paradigmaları vardır. Bazen bunlar tamamen kendine has ve benzersizdirler. Örneğin Fransız toplumunu karakterize eden şey ‘düşünmek’, Amerikalıları ‘yapmak’, İngilizleri ‘olmak’, Kanadalıları ise ‘korumak’’tır. Bu kodlarla baktığınızda, neden Amerikalıların bir tehdit karşısında savaş istediklerini (yapmak), Fransızların durup düşünmeyi seçtiklerini, Kanadalıların barışı korumanın gerekliliğini savunduklarını anlamak kolaylaşıyor.”¹
    Türkleri karakterize eden şey ise “sahip olmak”tır: Ne kadar çok şeyin varsa o kadar başarılısındır.
    Başarılı olmanın somut ölçütü olarak ifade edilen bu maddi sahiplik anlayışı, tarihinin çok eski dönemlerinden beri hep elde etmeye kilitlenmiş savaşçı bir milletin DNA’sından geliyor. Aynı geçmişte olduğu gibi bugün de Türk insanı kendini, yaşam kalitesi ile değil, sahip olduğu şeylerle tarif ediyor. Bu yüzden, kişi başına diş macunu tüketimi Afrika ülkelerinin gerisindeyken, otomatik çamaşır makinesi sahiplik oranı gelişmiş ülkelerle aynı düzeyde bulunuyor.

    MAKİNELER İNOVASYON YAPAMAZ!
    Türk sermayesinin en çok yatırım yaptığı alan makinedir. Çünkü makine demek, bilançoya ilave edilmiş aktif demektir. Üretim kapasitesi demektir. Geriye dönüp baktığınızda işinizi büyütmüş olmanız demektir. Makine demek, sahip olmak demektir. Büyük fabrikalara sahip olmanız ise güç ve zenginlik.
    Oysa, yeni dünya düzeni kendini olabildiğince makinelerden ve üretimden arındırıp (outsourcing), asıl değer yaratan şeylere, yani markalara ve inovasyona odaklanıyor. Çünkü yeni dünya düzeni, makinelerin düşünemediğini ve yaratamadığını çoktan keşfetti. Bu yüzden yeni dünya düzeni makinelerin kaç parça iş çıkardığıyla değil (ki bu artık Çinlilere havale edilmiş durumda), makinelerin ne kadar değer ürettiği ile ilgileniyor. Türk şirketleri ise hâlâ bitmek bilmez bir iştahla makinelere yatırım yapmaya devam ediyor. Bir gün gelip de değer yaratan şeyin üretmek değil de pazarlamak olduğunun anlaşıldığı güne kadar da (korkarım, o gün hiç gelmeyecek!) böyle gidecek gibi görünüyor…

    1. Sayın Yıldırım, katkılarınıza teşekkürler.
      Her toplumun tarihinde iniş-çıkışlar olabileceğini kabul ediyoruz. Bu tabii ki bizim için de doğru. Buna göre bugün, rekabet ettiğimiz ya da yetişmeye çalıştığımız toplumlara göre daha az yaratıcı olmamız anlaşılır görünebilir.
      Bence esas endişelenmemiz gereken durum, İkili Kalıtım Kuramı (Dual Inheritance Theory) (tıklayınız http://www.beyaznokta.org.tr/oku.php?id=132) uyarınca, yaratıcılıktan uzaklaşan kültürümüzün giderek biyolojik yapılarımızda da değişikliğe yol açması ve bunun bir olumsuz sarmal oluşturmasıdır.
      Günümüzde “geri zekalı” deyimi bir aşağılama, bir hakaret olarak kullanılıyor ise de gerçekte de var olan ve somut nedenleri çoğunlukla belli olan bir hastalık. Akraba evliliklerinin yüksek oluşuna ek olarak, kültürel yozlaşmanın yol açtığı bu gen-kültür birlikte evrimi (gene culture co-evolution) sarmalı riski, geleceğimiz açısından büyük bir risk olarak görünüyor.

  2. Sayın Titiz,
    Özellikle tabloları incelerken, yeni sorular sorulması gereği anlaşıldı. Elinize sağlık, iyiki yazdınız ve bizleri bir kez daha düşünmeye, öğrenmeye yönelttiniz.
    Soru şu :
    Özellikle ARGE çalışması yapan ve/veya öyle yaptığını sanan birçok yönetici, eleman, araştırmacı ya da öğretim görevlisi deneyimlerinizden, önerilerinizden yararlanmayı düşündü mü, sistemin eleştirilen arızalarına ne diyorlar, eğer böyle bir süreç varsa umutlu olabilirmiyiz?
    Saygılarımla,

    1. Sayın Tuğsuz mesajınıza çok teşekkür ederim.
      Sizin de belirttiğiniz gibi tablo şeklinde verdiğim birkaç örnek, okurlarımızı özendirmek amacına yöneliktir. Eğer …… ise sunumunun 5 Nolu slide’ında gösterilen pastanın geniş dilimi, bir yenileşim hazinesi durumundaki (eğer … değil ise) parçasıdır.
      Herhangi bir sonuç’un mutlaka ön koşulları olduğu düşünüldüğünde, o ön koşul(lar)ın belirlediği eğer değil ise alanının çok sayıda inovasyon içereceği kolayca görülebilir.

      Bugüne kadar yaşamlarımızın çeşitli kesitlerindeki (sanayi, bürokrasi, siyaset, bilim, teknoloji gibi) inovasyonlar, yaratıcılıkları iyice öldürülememiş insanlarca yapılageldi. Bu düzeyi aşıp, inovasyonu bir ulusal genişliğe getirmek istiyor isek -bence- bu mümkündür. Bir önceki okur mesajına cevabımda açıklamaya çalıştığım gen-kültür birlikte evriminin gidiş yönünü tersine çevirebilmeli; bunun için de gerek eğitim sistemimiz gerek toplum yaşamımızı sarmış bulunan sorgulanamazlık (ezber) geleneğinden kendimizi kurtarmamız gerekiyor.
      Bu mümkün mü? Tabii ki mümkün; yeter ki bir yandan “anlamadığı bir dilden ezber yaptırarak biat etmiş kişi yetiştirmek” üzere zihinlerini iğdiş etmeyi sürdürdüğümüz çocuklarımıza öte yandan teşvik vererek yaratıcılık sağlamak gibi bir rüya peşinde olmayalım.
      Ezbersiz (sorgulamaya dayalı) Eğitim, gerek bu sitede gerekse Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı (www.beyaznokta.org.tr) sitesinde uzun yıllardır dikkat çekilmek istenen bir konu olmasına rağmen, şimdi onun dolaylı sonuçlarıyla başa çıkmaya çalışılıyor.
      Mesele bununla da sınırlı değil. Toplumun önüne dikilmiş dinci terörün beslenme kaynaklarının başında, ezber (sorgulanamazlık) yatıyor.
      Bu nedenle “umutlu olabilir miyiz” sorunuza şöyle cevap verebilirim: Evet ve hayır. Yukarı da her ikisinin de hangi durumda gerçekleşeceğini açıklamaya çalıştım.

      1. Sayın Titiz,
        Kendine alim, kendine hocaların olduğu üniversitelerle; dört duvar arasında eğitim yapan okullarla; benim dediğim doğrudur anlayışıyla; standartları olmayan eğitim sistemiyle; iyi eğitimli,eğitimsiz çoğunluğun zorla kitap okuduğu
        insan yapısıyla neyin inovasyonundan bahsediyoruz. Sadece pohpohlanmayı seven üç beş kitap makale okumakla başımıza hoca kesilen kişilerle mi yol alacağı?. Araştırma metodolojisi konusunda bile anlaşamayan belli standartları yakalayamayan sözde bir bilim adamı ordusuyla mı yol alacağız?
        Eleştiriye en ufak tahammülü olmayan, dinlemeyi hiç sevmeyen sadece konuşmayı seven saygı ve sevgiden bir haber yöneticilerle mi ilerleyeceğiz?

        1. Sayın Yaralı, sorularınızın -sizin de bildiğiniz- yanıtları belli: Hayır!
          Güvendiğim, bütün o kalabalık içinde “nedret” oluşturan küçük bir azınlıktır. Hemen hemen tüm toplumlardaki ilerlemelerin itici gücü onlar değil mi?
          Selam ve sevgiler

  3. dr. joye pugh has videos galore on youtube, google now, and get them while you can, you never know what the ELITE is up to. You need to hear this. Make fun, sure, let me tell you about how I am such an educated person,,,NOT,,, not when it comes to "THIS KIND OF TRUTH".

  4. move on to a cluster of wicker animal heads, which is then followed by a colorful animal head and a paper mache animal head, then rounded out with stuffed animal heads and a mirrored animal

  5. I admit, I have not been on this webpage in a long time… however it was another joy to see It is such an important topic and ignored by so many, even professionals. I thank you to help making people more aware of possible issues.Great stuff as usual.

  6. “Thank you for the sensible critique. Me & my neighbor were just preparing to do some research on this. We got a grab a book from our area library but I think I learned more from this post. I am very glad to see such excellent information being shared freely out there.”

Yorum Gönder