Öğrenme Nasıl Engellenir?

İnsanoğlunun –ve diğer canlıların- çeşitli yetenekleri arasında en hayranlık verici olanı hangisidir?” denilse başkalarını bilemem ama ben “öğrenme yeteneğidir” derim. Sanırım evrim de bunu “daha iyi öğrenebilenlerin hayatta kalıp türünün varlığını sürdürebilmesi” yoluyla yapmıyor mu?

Ama o da ne? İnsanoğlu –belki de sadece insanoğlu- bu benzersiz yeteneğini bloke ediyor ve kendini sadece çevresindeki insanlardan değil, bir parçası olduğu evrenden de koparıp, kendine hayran biçimde yalnız yaşama yolunu “seçiyor”.

“Seçiyor”, evet bu bir tercih; fıtratının filan bir gereği değil, hatta varoluşuna aykırı.

Bunu niye ve nasıl yapıyor?

Niçin yaptığı konusunda emin olmamakla birlikte, sosyalleşmiş bir hayvan olarak, içinde bulunduğu topluluklarda hem daha yüksek beğeni kazanmak hem de daha az tehdide maruz kalarak, daha çok yiyecek, eş vs. bulmak ve böylece de öğrenerek yaşam şansını artırmak yerine, miş gibi yaparak varlığını sürdürmek için olabilir.

Nasıl yaptığı ise daha belirli. İnsan topluluklarının bugünkü normlarına göre, yiyecek, eş vs.ye erişmek için daha iyi avlanmak yerine daha bilgili olmak, çevrenin beğenisini bu yolla kazanarak keskin aş ve eş rekabetinde öne geçmek geçerli.

Ancak öğrenme yoluyla bilgili olmak, öğrenmiş gibi yapmaktan çok daha zahmetli. Milyon yıllık evrimi sırasında büyümüş beyni, bu konuda kendisine yardımcı ve miş gibinin gerektirdiği “inandırıcı taklidi” gayet iyi yapıyor; daima temasta olduklarına karşı değilse de en azından yeni karşılaştığı rakiplerine karşı.

Bu arada bir sorun doğuyor: Bilincinin en alt katmanlarında, miş gibinin uzun vadede işe yaramazlığının bilinci var ve bu kandırmacadan rahatsız. Süreç buna da geçici bir çare bulmuş ve bu sürekli rahatsızlığı “miş gibi’yi içselleştirip, inanca dönüştürme” yoluyla susturmuş.

Buraya kadar –geçici de olsa- bir sorun yok sayılır. Rakipleri uzak tutacak bir yol bulunmuştur. Kuşkusuz rakipler de benzer teknikler geliştirdiklerine göre, mesele gelip kimin daha çok kendini inandırdığına ve böylece miş gibi taklidini kimin daha iyi yaptığına geliyor.

Kolayca tahmin edilebileceği gibi burada zeka keskinliği işe karışıyor ve daha zeki olanlar, kendilerini öyle inandırıyorlar ki, çevresindeki çoğu kimse de bu aldatmanın farkına varamıyor. Kuşkusuz bu arada, gerçekten birçok öğrendikleri de var ve bu miş gibi olmayan öğrendikleri, kişinin kendini inandırmasında daha da bir kolaylık sağlıyor. Öğrenme’nin bir alternatifi böylece ortaya çıkmış oluyor.

Hesapta olmayan yalnızlık!

Eğer bir şey eğreti ise er geç bir yerlerde sorun yaratır. Nitekim bu “öğrenme yerine miş gibi öğrenme” de, bambaşka ve daha baş edilemez bir sorun olarak ortaya çıkıyor: Bir parçası olduğu ve muhtemelen bilincin alt-katmanları yoluyla sürekli alış-veriş halinde olduğu evren ile arasına koyduğu bu tercihli blokaj, kişiyi hem çevresinden hem de evrenden koparıp bir yalnızlığın içine itiyor.

Bu olgunun farkına varıp, blokajı zaman zaman da kaldırmayı başarabilenler, kendini çevreleyen “her şeyden” ve de “her an” öğrenmeye başlıyor; sonra tekrar kendini inandırdığı yalnızlığına dönüyor.

Neredeyse bir kural gibi!

Her bildiğimiz, biliyoruz zannettiğimiz, bildiğimizi iddia ettiğimiz, biliyormuş gibi yaptıklarımız ya da bildiğimize inandıklarımız, o alandaki öğrenmeyi bloke eder. Ve bu süreç bir süre sonra ayrılmaz bir kişilik özelliğimiz haline gelir.

Aksine, bunlardan kurtulmayı başarabildiğimiz her alandaki bilgilerle inanılmaz biçimde karşılaşmaya yani öğrenmeye başlarız.

Bir süreçten diğerine geçmek ise tamamen bir tercih meselesidir. Her değişim gibi bu değişim için de bir motto işe yarayabilir. Mesela “bilmiyorum, ama öğrenmek istiyorum” gibi.

Niels Bohr bunu şöyle ifade etmiş: “İfade ettiğim her cümle bir belirtim olarak değil, bir soru olarak anlaşılmalıdır. ”

28 Kasım 2014

 

6 Yorumlar

  1. Ogrenmenin engellenmesi her ne kadar insanin kendisi tarafindan yapiliyorsada, bu noktaya gelmesi, toplumlari bicimlendiren buyuk organizasyonun eseridir! Buyuk organizasyon, aptal, sorgulamayan, hazirci bireyler istiyor ve yarattiklari toplumsal sartlar ve sartlandirmalarla insanlari kisir dongu icinde birakiyor….
    Insanligin buyuk bir kismi gerilerken kucuk bir azinlik hayallerimizin otesine gecmis ilerliyorlar…
    fark o kadar buykki ne kadar akilli, ne kadar teknik birisi olsakkta bir cok yeniligi beynimiz almiyor sadece kabul ediyoruz…

  2. Öğrenme isteğine neden olan unsurlara Maslov’un korunma içgüdüsünü de katsaydınız, öğretici ve ve eğitici yazınız daha iyi olurdu.

    1. Haklısınız İlgay bey, yazıdaki “..hem de daha az tehdide maruz kalarak…” ifadesi her ne kadar o niyetle yazılmış ise de, daha net olarak nedenini Maslow’un korunma içgüdüsüne dayandırmak, yazıyı daha anlaşılabilir kılardı.

  3. Çok güzel bir yazı olmuş…Bununla birlikte ben de konunun farklı bir boyutuna değineceğim.

    “Her bildiğimiz, biliyoruz zannettiğimiz, bildiğimizi iddia ettiğimiz, biliyormuş gibi yaptıklarımız ya da bildiğimize inandıklarımız, o alandaki öğrenmeyi bloke eder. Ve bu süreç bir süre sonra ayrılmaz bir kişilik özelliğimiz haline gelir.”

    Bu çok doğru bir saptama…
    Ancak bunun altında da başka bir gerçek var.
    Tüm organizmalar minimum enerji ile maksimum faydayı elde edecekleri alternatifleri tercih ederler. Dolayısıyla İstikrarı ve stabiliteyi yeğlerler. Sürekli ve hızlı değişimler bünyeyi yorar. Körü körüne inanmak, kafayı fazla yormamak için bir gerekçe olarak algılanıyor muhtemelen.
    İnsanın geçmişte inandıklarının hatalı veya yanlış olduğu gerçeği ile karşılaşması onda bir suçluluk duygusu yaratır. Bu da – sürekli kendisini sorgulaması- na ve rahatsızlığa sebep olur. Bahsettiğiniz olguda bu hususu da bir faktör olarak dikkate almak lazım diye düşünüyorum.

    Türk milletinin son 100 yıl içinde yaşadığı çok hızlı ve peş peşe gelen değişiklikler bocalamasının nedeni olabilir mi? (Bu değişiklikler hep evrim yerime devrim nitelikli şeylerdi…) Doğmalara yönelme kolaylığını seçmesine temel olabilir mi?
    Yani öğrenmeyi bloke etmek bilinçli veya içgüdüsel bir tercih olabilir mi?

    Bu bocalamanın nedenini salt eğitimsizliğe bağlayamayız. Zira eğitim tek etken olsaydı yüksek eğitim seviyesini yakalamış toplumlarda benzer sorunlar görülmemeliydi. Oysa öyle değil..

    1. “Tüm organizmalar minimum enerji ile maksimum faydayı elde edecekleri alternatifleri tercih ederler. Dolayısıyla İstikrarı ve stabiliteyi yeğlerler.” yargınız kuşkusuz doğrudur.
      Öğrenme’nin, “miş gibi öğrenme” (ben buna bilgiçlik de diyebilirim) yoluyla bloke edilmesi halinde elde edilen fayda, olsa olsa daha az enerji harcamak olabilir.

      Gerçekte ise sistem, ancak gerçek faydalar yoluyla kendi varlığını sürdürebildiğine göre, böylesi aldatmaya dayalı çabalar bırakınız enerji tasarrufunu, tam aksine boşa enerji harcama anlamına geliyor.

      Nitekim, yaşamımızda bunu sıklıkla görüyoruz: miş gibi öğrenme (bilgiçlik) yoluyla kendini ve çevresini aldatanlar, kısa süre içinde bir fayda elde ediyor gibiler, ama ben bugüne kadar bu faydayı sürdürebilene rastlamadım desem yalan olmaz, hatta zarar görenler neredeyse istisnasız.

      Bir nokta da eğitim konusu. “Bu bocalamanın nedenini salt eğitimsizliğe bağlayamayız” ifadenizden, çözüm olarak eğitimi önerdiğim gibi bir anlam çıkabilir. Yazıda, bu tür aldatmaya eğitimsiz insanların düştüğü, dolayısıyla kişiler eğitildikleri takdirde bu sorun ortadan kalkar gibi bir önerme bulunmamaktadır.

      Önerilen, gerek kişilerin kendilerinin gerekse başkalarının, bu mekanizmanın işleyişi hakkında farkındalığa sahip olmaları ve gereği -her neler ise- yapmalarıdır.

Leave A Reply Cevabı iptal et