Bir “Bireysel Manifesto” denemesi!

Etnik, dini, siyasi alanlar başta, hemen her konuda kutuplaşmış bulunan halkımız bir konuda hemfikir:

“………………. şeklinde düşünüp hareket etmezseniz Türkiye zarar görecek, halkı birbirine düşecek ve düşmanları onu yutacaktır”.

Noktalı yere yazılanlar (iddialar diyelim), kutuplaşmış kesimlerin her biri için farklıdır ve çoğu da birbiriyle çelişir durumdadır; zaten öyle olmasa kutuplaşmalar bu ölçüde olamazdı.

“İddialar”dan hangisinin ne kadar doğru, ne kadar geçersiz, ne kadar cahilce ya da ne kadar akıllıca olduğunu bir an için bir yana bırakalım. Bunların dışında bir “iddia” daha var ki, eğer o doğru ise, diğer tümü bir anda “ihmal edilebilir” düzeye düşmektedir.

O “iddia”yı ortaya koymadan önce, tüm birey, kurum ve toplumun tabi olduğu, oyunun temel kabulleri:

  • Birey, kurum ve toplumlar yaşamlarının her anında sürekli olarak sorunlarla karşılaşırlar. Bunlar bazen istenmeyen durumlar, bazen önünde engel bulunan arzulardır.
  • Birey, kurum ve toplum olarak her çözülebilen sorun, mutluluğu artırırken bir yandan da Çözüm kabiliyetini artırır ve daha sonra karşılaşılacak sorunları çözme şansını artırır.
  • Her çözülemeyen sorun ise mutsuzluk üretirken, bir yandan da sorun stokunu artırır ve daha sonraki sorunları daha dezavantajlı koşullarda çözme zorunluğu yaratır.
  • Çözülemeyip stokta biriken sorunlar, ticari, siyasi, tarihi, dini, etnik vbg rekabet içinde bulunulan toplumlarca istismar edilerek, kendilerine birer avantaja çevrilmeye çalışılır. Bunun kibar adı uluslararası ilişkiler’dir. Bu, beğensek de beğenmesek de aynen yerçekimi kadar gerçek bir kuraldır.
  • Bu nedenle, açıklanan ve adına Çözüm Kabiliyeti denilebilecek bu özellik, bir toplumun varlığını sürdürebilmesinin temel belirleyicisidir.

Bu temel kabullerin ışığı altında iddia şudur:

  • Bu topraklarda yaşamakta bulunan insanımızın “ortalamaÇözüm Kabiliyeti düşüktür ve bu nedenle de sorun stoku –zaman zaman küçük dalgalanmalar gösterse de- sürekli büyümektedir (http://wp.me/p2t6mi-OQ).  Çözüm Kabiliyeti mutlak (göresiz) bir kavram değildir. Rakiplerimizin Çözüm Kabiliyetleri göreli olarak daha arttıkça, bizim Çözüm Kabiliyetimiz göreli olarak gerileyerek bugünlere gelinmiştir.
  • Bu trajik durumun nedeni, başlangıçta değinilen ve “………..” ile işaretlenen iddialar olamaz.  Çünkü, Çözüm Kabiliyeti adı verilen ve bir birey, kurum ya da toplumun çeşitli yeteneklerinin bileşkesi durumundaki özelliğin, bu yeteneklere “ilave bir yetenek” olarak kendi kendinin girdisi olduğu  ve bu yolla diğer tüm yeteneklerin (yani “iddialar”ın) etkilerini aşabildiği gösterilebilir (bkz.  http://bit.ly/1nEsuOa).

Bu durumda sorulabilecek sorulardan başlıcaları şunlardır:

    1. Aydın tavırlı kesim, sorunlarımızı çözmedeki sıra dışı yetersizliğin, “üzerinde özel olarak durulması gereken bir sorun olduğu” gerçeğini fark etmek yerine, dış mihraklar gibi yanıltıcı bir nedene niçin bu denli birliktelikle sarılmıştır? (bkz. http://wp.me/p2t6mi-Yy)
    2. Söz konusu kesim bu gerçeği fark etse dahi, bu hastalığın tedavisi için işe yarar bir yaklaşım üzerinde uzlaşılabilir mi?

Birinci soru üzerinde hep birlikte düşünmek iyi olur.

İkinci soru’nun yanıtı içinse şunlar söylenebilir:

    • Evet, işe yarar çözümler vardır. Bunlar akşamdan sabaha herkesi mutlu edebilecek sonuçlar üretemeyebilirler, fakat tedrici biçimde toplu olarak iyileşmeler sağlayacakları neredeyse kesindir.
    • Geride kalan yıllar boyunca sorun stokumuzun arttığı; bu nedenle işe yarar çözümlerin her geçen gün daha güçleştiği bir gerçektir. Ama bir diğer gerçek de, bu satırların yazarının hatırlayabildiği en az 50 yıldır, orta ve uzun erimli yaklaşımlara rağbet edilmeyip daima “acil çözümler” peşinde koşulduğudur.
    • Bugün yine “şimdi ve burada” tipi çözümler aranmakta olup, başlangıçta değinilen “iddialar”ın hemen hepsi bu tip yaklaşımlardır.
    • Buna göre ortada bir sorun olduğunu düşünenlerin –ki bu, üzerinde uzlaşılmış değil, herkesin kendi meşrebine göre tanımladığı sorunlardır- şunları kabul etmeleri gerekmektedir:

(1)   “Hemen ve burada” tipi çözümler yoktur, hiçbir zaman da olmamıştır. Acil olduğu düşünülen her sorun, zamanında önemsenmemiş (rağbet edilmemiş) sorunlardır.

(2)   İyi tanımlanmamış, kök sorunları belirlenip sonuç üzerindeki etkilerine göre sıralanmamış  ve aralarındaki etkileşimler net olarak ortaya konul(a)mamış sorunlar çözülemezler. Bu yolda, yeterli netlikte anlayışlar geliştirilmeden girişilecek, kısa erimli denemeler, her defasında yeni sorunlar üremesine yol açmış, bundan sonra da açmaya devam edecektir.

(3)   Çözüm Kabiliyetimizin bu denli düşük olmasına yol açan bir dizi sorunun çözümlerinin bir paket olarak ortaya konulup, tümünün birlikte uygulanmasının –her ne kadar doğru ise de- mümkün olamayacağı bellidir.

Bunun yerine, en tahripkar sorun olduğu düşünülen:

En güvenilir ve etkili sorun çözme aracı olan insan malzememizin potansiyelini büyük ölçüde azaltan, dogmalardan uzak, akıl ve sezginin hem birbirini denetleyebilir hem de yaratıcılığı uyaracak biçimde kullanılıp, bir aydın sorumluluğu içinde uygulan(a)mayışı

üzerinde yoğunlaşılacak tek konu olarak ele alınması önerilir. Buna göre, bu sorunun ifadesinde yer alan:

–     Dogmalar ve benzeri nedenlerle özgür düşünemeyişin,

–     Akıl ve sezginin birbirini destekleyip denetlemesi yerine, birbirinin etkilerini zayıflatmasının (bkz. http://wp.me/p2t6mi-Zu),

–     Doğru düşünülerek geliştirilen çözümlerin ise uygulama aşamasına önderlik edilemeyiş ya da en azından katılmayışın

nedenleri üzerinde, tüm gönüllü örgütlenmelerin gevşek bir birliktelik içinde çalışarak kendi özgün çözümlerini geliştirip uygulamaları, kısa vadeli yaklaşımların karşı konulmaz çekiciliğine rağmen yine de en doğru yaklaşım olacaktır.

Bu bireysel öneriler ne yazık ki hemen her yurttaştan katkı bekleyen, sadece az sayıda sorumlu aydının çabalarına ihale edilmemesi gereken önerilerdir. Seçim bizim, sonuçları ise yine bizim olacaktır.

Tınaz Titiz

23 Mart 2014

6 Yorumlar

  1. İnsanımızın çözüm kabiliyeti düşüktür doğru saptama bence de. Bunun kökünde asırlardır, biat etmeye alıştırılmış, düşünme, sebep sonuç ilişkisi arama yerine çözümün yaradandan veya o dönemki devletin başından bekleme kolaylığına koşullandırma yatmaktadır.
    Devleti yöneten kesim ise iktidarlarını bu kitleler üzerinden sürdürmeyi kendi kısa dönemli hırsları için çok uygun görmüşlerdir.
    Bugün bu durumun zirveye çıktığını büyük üzüntüyle görüyorum. Al fazla oyu, ez geç aykırı davrananı!

    1. Devlet mekanizmasını yöneten siyaset ve bürokrasi, hatta akademik kadrolar da maalesef -çok büyük ölçüde- rasyonel olmayan düşünce okulunun derin izlerini taşıyorlar. Bu koşullar altında kısa vadeli çözümlere odaklandıkça, mevcut kısır döngüyü daha da güçlendirmiş oluyoruz.
      Şimdi problem, nasıl yapıp da aydın tavırlı insanlarımızın en azından bir bölümünün, orta ve uzun vadede sonuç verebilecek, “yeni düşünme geleneği oluşturma” girişimlerine ikna edilebileceğidir.

      1. Ülkemizde 1850 lerden beri, sosyal, siyasal gruplar kendi dogmalarına uygun sloganları tekrarlar dururlar. Kimse için ” düşünmeye gerek yoktur. Gerçek ortadadır. Hala mı göremiyorsunuz da düşünmekle vakit geçiriyorsunuz.” derler ve adeta suçlarlar hatta hakaret ederler ” Düşünmek, hele benimkinden farklı düşünmek, vatana ihanettir.” Aydınsak ve aydın düşünüyorsa ” bu durum aydın olmaya ihanettir.”

        1. Ne demişiz, ” Bitaraf olan bertaraf olur.” Eğer bir grubun doğmalarının esiri olmazsanız, sizi ezerler, yok ederler, perişan ederler. Tvlerde bakınız, düşünenler ve objektif olanları kimse beğenmiyor. herkes kendi gibi düşünenleri temsil edenlerin karşı tarafa “geçirmesini” heyecanla, iştahla bekliyor. Eski Roma’da kölelerin ölümüne dövüşleri gibi. Kendi beynimizin ve toplumun DNA larımıza işlemiş bu yapıyı yok edebilir miyiz, bilmiyorum. Dedemin serbest fırkasını, babamın demokrat partisini ve bizi gördükçe çok zor , çok zor.

        2. Haklısınız, böyle bir kültür öğesi (virütik) var. Gerçi yüksek sesle çok az sayıda kimse söylüyor ama uygulaması çok yaygın.

Yorum Gönder