Pasteur’ün son sözleri..

Louis Pasteur ve Claude Bernard arasında, hastalıkların nedeni hakkındaki anlaşmazlığın, Pasteur’ün ölüm döşeğindeki son sözlerine yansıdığını iddia eden yazarlar, şöyle bir sözle yaşamının bittiğini söylerler: “Bernard haklı; mikroplar hiç bir şey, ortam ise her şeydir”[1].

Yaşamı boyunca hastalıklara  ne(ler)in yol açtığını araştıran bu bilge kişi, son nefesinde –ömrü boyunca savunduğu- “hastalıkların nedeni mikroplardır” görüşünü niçin değiştirmiş olabilir?

Pasteur’ün bunları son nefesinde söyleyip söylemediği tam bilinmiyor; en azından biyografisinde[2] tam bu sözlerin olmadığı, ama yaşamı boyunca benzer bir görüşü ısrarla savunduğu ve sonradan değiştirdiği belirtiliyor. Bunun nedeni ne olabilir?

Büyük ihtimalle bu değişim ölümünden önce bir kuşkuyla başlamıştır. “Acaba mikropların dışında bir etmen olabilir mi?” kuşkusu, son zamanlarında iyice netleşmiş ve giderek dünyevi baskılardan kurtulup ölüme yaklaştıkça gerçek, tüm yalınlığı ile görünmüş olmalıdır.

İnsanın yargılarından tam kurtulması –ki ölüm anından daha uygun bir zaman olmaz- şeklinde tanımlanabilecek bir “saf akıl derinliği” ile Pasteur, mikropların olsa olsa birer aracı olabileceğini anlamıştır.

Mikropların –ki daima var olduklarına göre- durup durup da belirli bir durumda hastalık yaratmalarının nedeni, “ortam” denilen “bir dizi uygun koşul”dur. İster kendi kendine oluşmuş, ister dış müdahalelerle oluşturulmuş olsunlar, hazır bekleyen –ama uygun ortam bulamamış- mikroplara operasyon emrini işte bu “uygun koşullar” vermektedir.

Bu olgu sadece hekimlere hastalıkların oluşumu ile bir bakış açısı getirmez, aynı zamanda toplum yaşamında da önemli bir rol oynar.

Bu gerçeği bilenler, amaçlarını –her ne ise- gerçekleştirebilmek için  her şeyi tek tek yapmak zorunda olmadıklarının, uygun koşulları hazırlayabildikleri takdirde arzu ettikleri sonuçları üretebilecek çok sayıda etkenin harekete geçeceğinin farkındadırlar.

Bir toplum içinde bulunabilen ve görüşlerinin doğruluğunu sorgulamayan –her görüşteki- fanatik kesimler, bu gibi  “hazırlanmış ortamlar”dırlar; ve bir işaret fişeği gibi yorumlayabilecekleri durumlarda harekete geçip, işaret fişeğini atanların tahayyül dahi edemeyecekleri tutum ve davranışlar sergileyebilirler. Yakın tarihimizdeki Kubilay olayı, 6-7 Eylül olayları, Madımak katliamı ve benzerleri sadece birkaç örnektir.

Sorgulamayan insanların çoğunlukta oldukları toplumlar hiçbir zaman güvende olamazlar. Bu insanların bir tehdit oluşturmaları için tümünün birden aynı doğrulara sahip olması da gerekmez. İçlerindeki her sorgulamasız görüş grubu potansiyel birer patlayıcı gibidir.

Böylesi bir sorgulamasızlık kültürüne sahip bir toplum, hangi anayasayı yaparsa yapsın, hangi önlemleri alırsa alsın, sorgulamasız kesimler nedeniyle tehdit altındadır.

Sorgulanamazlığın en bağdaşmadığı rejim ise demokrasidir.

Stephan Hawking, kendisiyle röportaj yapan muhabirin “sizce mutluluk nedir?” sorusuna hiç düşünmeden şu cevabı veriyordu: “Mutluluk anlamaktır”.

Bu olguyu anlamak için daha çok çaba harcanmasını beklemek fazla iyimserlik midir?

1 Aralık 2012



[2] R.Vallery Radot, The Life of Pasteur

4 Yorumlar

  1. Tınaz Bey,

    Yukarıdaki yazıda belirttiklerinize katılmamak elde değil. İçeriğinin doğruluğu yanında, bir bilim insanın ölürken bile doğruyu arama çabası ise beni etkiliyen başka bir yönü. Pastör’ün bu arayışı, bana Fransız İhtilali sırasında giyotinle kafası kesilirken bile bilimsel bir arayış içinde olan Lavvazier’i hatırlattı. Aşağıda internetten alıntıladığım bu gerçek öykü var.

    1743’te Paris’te doğan Antoine Laurent Lavoisier Kimya biliminin dehasıdır. Asıl eğitimi Hukuk’tu. Bilimsel gözlem ve yorum üzerine yaptığı konuşmaları nedeniyle de tüm dünyada ün kazanmıştı.
    ***
    LAVOİSİER’in Kütlenin Korunumu Kanunu: “Kapalı bir sistemde var olan işlemler ne olursa olsun, kütle sabit kalır.”
    Diğer bir ifadeyle; “Kütlenin durumu yeniden düzenlenebilir, fakat kütle yaratılamaz veya yok edilemez.”
    Yani, Lavoisier; hiçbir şeyin “yoktan var edilemeyeceğini” kanıtlayarak modern Kimyanın temelini atmıştır.
    Henüz 22 yaşında iken; Paris’in sokaklarını aydınlatma proje yarışmasında birinci olur ve Fransız Bilim Akademisince altın madalya ile ödüllendirilir.
    1794’te “solunum” üzerinde deneylerini yaparken, Devrim Mahkemesinin iki suçlamasına hedef olmuştur.
    1- Devrim karşıtları ile ilişkisi,
    2- Toplanan vergilerin küçük bir bölümünü laboratuar deneyleri için harcaması!
    * Asıl tutuklanma nedeni, Kimya bilimini reddeden tutucular için:

    – “Bu kelleler hiçbir şeye yaramaz!..” demesi idi.

    ***
    Lavoisier’i kurtarmak için dostları Mahkemeye; “Yurttaş Lavoisier’in çalışmaları Fransa’ya onur sağlayan büyük bir bilgin olduğunda hepimiz birleşiyor, bağışlanmasını diliyoruz” dilekçesiyle başvuruyorlar.

    Ancak Yargıç’ın verdiği yanıt kesin ve çok çarpıcıdır:
    – “Fransa Cumhuriyeti’nin bilginlere ihtiyacı yoktur!..”

    Lavoisier 51 yaşında iken, mahkeme giyotinle ölüme mahkum eder. Boynunun vurulmasını beklerken kitap okumaktadır. Cellat, onu giyotine götürmek için yanına geldiğinde Lavoisier, nerede kaldığını unutmamak için kitabın arasına bir “kitap ayracı” koymuştur.

    Lavoisier, Giyotin’e giderken Matematikçi arkadaşı LANGRANGE’i yanına çağırır:
    “Kafam sepete düştüğünde gözlerime bak. Eğer iki kere göz kırparsam, insanın kafası kesildikten sonra bir süre daha beyin düşünmeye devam etmekte demektir…” der.

    Lavoisier’in kafası giyotinle kesilir, sepete düşer ve gülerek iki kere göz kırpar!..

    Matematikçi Langrange diyor ki;
    – “Lavoisier’in son saniyede ki ispat arayışı, bilimselliğin yüzyıllar sürecek meşalesidir.
    – Ama o yobaz kafalar asırlarca karanlıkta sürünecekler, insanlığı da süründürecekler.”

    Saygılarımla.

    1. Güray bey, ilginçtir ki sadece bu toplumda değil hemen tüm toplumlarda, medeniyeti oluşturan bu gibi insanlar yerine, kılıçla egemenlik kuranlar ön plandadır. Tarih kitapları onları yazar, edebiyat onların üzerine kuruludur, medya ürünlerinin neredeyse tamamı onlarla ilgilenir.
      Geçmişimizde bilimle uğraşmış nice insan vardır ki sonları cellatta bitmiştir. Ama onlar değil, onları cellata verenlerin adları bilinir, ünleri yürür. O halde sonuçlardan yakınmak yersizdir. Onları oluşturan nedenler böyle olduğu sürece nedensellik en katı biçimde kurallarını icra ediyor. Yorum için teşekkürler TT

    2. Sevgili Güray bey, böylesine zengin bir yoruma eklenecek her kelime fuzulidir. Bilimi tek rehber olarak toplumun önüne koymuş bir lidere sahip olup da bu denli bilim dışı bir yaşama sahip tek toplum olmak utanç verici.

  2. Merhabalar,

    Pasteur “doğruların mutlak olmadığını” , ancak belli koşullar çerçevesinde “doğru” olabileceklerini ölümüne çok yakın anlamış olabilir.

    Dolaysıyla ömrü boyunca savunduğu mikroplardan daha önemlisinin onların üremesine / yokolmasına neden olabilecek “ortam” olduğu görüşüne yaklaşmış görünüyor.

    Dolaysıyla herhangi bir görüşün koşulsuz savunucuları olmak yerine sorgulayıcıları olmanın önemi vurgulanmış oluyor. Bu düşünceyi en açık vurgulayanlardan Bertrand Russell:

    “Bilimde gerçek yalnızca bir an’dır.”

    ” Düşüncelerim için ölmeyi göze almam çünkü yanılıyor olabilirim.”

    “Eğitimin amacının zihinsel özgürlük olduğu bir dünya isterdim. Gençlerin aklını, onları bütün hayatları boyunca nesnel kanıtların oklarından koruyacak olan bir zırhın içine sokmamalı. Dünyanın açık kalplere ve aydın insanlara ihtiyacı var ve bunu statik sistemlerle elde edemeyiz.”

    Saygılarımla,

    A.Şükran Demiralp

Yorum Gönder