Teröristin ardından ağlanır mı ağlanmaz mı?

Diyarbakır Emniyet Müdürü’nün, “dağda ölen teröristin ardından ağlamayan insan değildir; İnsan katleden, canavarlaşmış bir teröristi enterne edemeyen de devlet değildir” sözleri arkasından her iki uçta tartışmalar başladı. Bir bölüm, emniyet müdürünü alkışlarken, bir o kadarı da kınadı.

Kullanılan ifadeler tek tek ele alındığında hem lehinde hem aleyhinde eşit miktarda savunu geliştirilebilir.

Ölen teröriste ağlanır mı ağlanmaz mı?

Ağlanır; çünkü terörist adı verilen kişi sonuçta yurttaşlardan birsidir; biyolojik olarak diğer insanlardan hiç bir farkı yoktur. Anası-babası, ailesi vardır; tüm insani duygular onlarca da duyulur. Bir insanın ölümü trajik bir olay, hele böyle bir son ile ölmesi daha da trajiktir. İnsani duyguları körelmemiş herkes böyle bir durumda üzüntü duyar. Bu üzüntünün düzeyi ve dışavurumu herkeste değişik ölçülerdedir.

Ağlanmaz; çünkü, birlikte yaşadığı yurttaşlarına silah çeken, onlara tuzak kuran, gündüz onlar gibi davranıp gece onlanları katleden, bununla da yetinmeyip dağa çıkarak kendi gibi düşünmeyenlere –hatta düşünenlere- resmen savaş açan bir insan’a duyulacak öfke, onun insan yanına duyulan sevgi ve saygıyı bastıracağı için ağlanmaz. Ağlamama olgusunun düzeyi de herkeste değişik olup, kimi kendini tutup ağlamaz iken kimi de intikamı alındı diye sevinir.

Teröristi enterne edemeyene devlet denilir mi denilmez mi?

Denilmez; çünkü herhangi bir devletin herkesçe kabullenilen tanımı, o devleti tanıyan kişilerin can ve mallarını güvence altına almakla başlar. Bunu başaramayan tanım dışına çıkacağı için o yapılanmaya devlet denilemez.

Denilir; çünkü, o devletin toplumu içinde–haklı veya haksız taleplerin karşılanmayışı, iç veya dış kışkırtmalar gibi- herhangi nedenlerle toplumu terörize etmeye, bunu bir silahlı propaganda aracı olarak kullanmaya kalkışanlar olabilir. Eğer bu kalkışmalar, yurt içi işbirlikleri –örn. İran’da solcuların ve mollaların işbirliği ile Şah’ı devirip sonra da aralarında hesaplaşmaları- ve/ya yurtdışı niyet sahiplerinin emelleriyle birleşirse bu durumda devletin mücadelesi, insanların sınırlı sabır sürelerini zorlamaya başlasa da devlet bu mücadeleyi sürdürürken devletlik vasfını kaybetmiş olmaz. Olsa olsa mücadeledeki başarı ya da başarısızlıktan –ki o da gri tonlardadır- söz edilebilir.

İyi de şimdi n’olacak?

Bu karşıt savlar daha da uzatılarak –hepsi de mantıklı argümanlarla- tek başına reddedilemeyecek hale getirilebilir.

Buradaki sorun, olguları gerçekte olduğu gibi bütün olarak ele almak yerine, parçalayarak ayrı parçalar halinde savunmaktan kaynaklanmaktadır. Teröriste ağlanmalı diyenler bunu diğer parçasından (ağlanmamalı) ayırıp da savunursa, bu defa başka bir şey söylüyor haline gelir. Aksine ağlanmamalı diyen de diğer parçasından (ağlanmalı) ayırarak dile getirdiğinde farklı bir söylem dile getiriyor demektir.

Olgular iki yönlü olduğuna göre, bu yönlerin tarafları özgürce hangi parçaları seçip savunacaklarına kendileri karar verebilirler. Kamu yöneticileri ise, bu iki parçayı ayırmadan ele almak zorundadırlar.

Somut örnek olarak: Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven, bu iki parçayı ayırmadan uygulamak zorunda iken, yurttaş Recep Güven istediği herhangi bir parçayı –ya da yine ikisini birlikte- savunabilir.

İkisi ayrı ayrı tamam da birlikte “uygulamak” nasıl olacak?

Teröristi dağa çıkmaktan, çıkanı eylemde bulunmaktan caydırmaya çalışmak, caydırının bittiği yerde değişen ölçülerde orantılı güç kullanarak zarar veremez duruma getirmek; bütün bu kademeli uygulamaya rağmen öldürülmek zorunda kalınan teröristin ardından ise:

–        Sevinç gösterisinde bulunmamak,

–        Cesedinin gömülmesine izin vermek, cesedin ayrı bir propaganda aracı yapılmasına izin vermemek,

–        Olayın haberleştirilmesinde duyarlı davranmak,

–        Şehit cenazelerinde kana kan söylemlerinden uzak durmak; bir intikam törenine dönüşmemesine –olabildiğince- özen göstermek.

Burada kritik nokta, kamu görevlisinin, bütünleşik (ayrılmaz) kalması gereken iki parçadan birisini ayırıp farklı bir mesaj olarak algılanmasına izin vermemesidir. Aksi halde, bir gün söylediği “ağlayalım”, ertesi gün uyguladığı “öldürelim” mesajıyla çelişir ve güvenilirliği yok olur.

Ayırma – bütünleşik tutma işaretleri..

Söz konusu Emniyet Müdürü’nün “dağa çıkıp ölen teröristin ardından ağlamak” ya da “devletin enterne etme görevi” konularındaki söylemlerinin peşpeşe yer alması bir anlamda “bütünleşik tutma” niyeti gibi değerlendirilebilir.

Burada eleştirilecek bir yan varsa o da, her iki yargının da sonlarına provokatif eklerin getirilmesidir. “…ağlamayan adam değildir”, “….devlet değildir” ekleri, amaçlarını aşan ifadeler olmuştur. Bunu söyleyip de ertesi gün ölen teröristin ardından ağlamadığı takdirde eleştirilere muhatap olacaktır.

Çevresinde sevilip sayılmak her kamu görevlisi için önemlidir. Hele hele Diyarbakır gibi bir yerde daha önemlidir. Ancak, bu sevgi ve saygınlığı artırmak amacıyla yapılabilecek söylemlerin daha az iddialı ve ertesi gün mahcubiyete yol açmayacak şekilde dillendirilmesi gerekir.

Burada işareti gereken bir nokta, bu tartışmadan daha önemli görünüyor.

Siyah – Beyaz / Evet – Hayır Mantığı..

Emniyet Müdürü’nün sarfettiği bir söz anında iki uca indirgendi: Teröristin ardından ağlanır mı ağlanmaz mı? İşin garip yanı, medyada bu konu üzerinde yorum yapanların büyük çoğunluğu –hepsi dememek için- ikili mantık sisteminin dışına çıkmadılar. …den yana ve …ye karşı olmak üzere ayrıştılar. Konunun üzerinde durulması gereken yanı bence budur ve toplumun ihtiyacı olan uzlaşıyı yok edebilecek mantık sistemi bu ikili mantık sistemidir. (bkz. https://tinaztitiz.com/kitaplar/EHDemokrasi.zip)

10 Ekim 2012

3 Yorumlar

  1. Bizlere, bu güzel sağduyulu değerlendirmeyi dağıtmak ve okutmanın dışında söyleyecek söz kalmamıştır.
    Saygılarımla. Metin Önsöz

Leave A Reply Cevabı iptal et