Akıl-sezgi sarmalı parçalanırsa ne olur?
Tüm keşif ve icatlarda, sezgi ile, akıl‘ın birbirine sıkıca dolanmış -aynen iki renk ipliğin bükülüp tek iplik haline getirilmesi gibi- olduğunu görüyoruz. Tüm buluşlar, “öyle seziyorum ki” gibisinden tamamen akıl dışı bir uyarım ile başlıyor. Hemen ardından iki olasılık var: (1) Bu sezgi ürünü akıl ile denetlenmediği için bir hurafe olarak kalıyor, (2) Akıl (bilim) süzgecinden geçirilerek ya doğrulanıyor ve bir buluş olarak ortaya çıkıyor ya da olmayacağı -sezginin yanlış alarm olduğu- anlaşılıp çöpe atılıyor.
Bundan sonra sezgi-akıl bütünü bir spiral olarak devam ediyor. Ortaya çıkmış bir değer varsa tekrar sezgi ile geliştirilme yolları “sezilmeye” çalışılıyor ve eğer “niye olmasın ki” gibi yine akıl dışı yolla düşünce üretilip ardından hemen tekrar akıl denetimine açılıyor. Bu süreç sürekli olarak tekrarlanıyor ve gelişme denilen olgu ortaya çıkıyor.
Gerek bilim gerek ahlak gerekse estetik alanında her ne gelişmişlik değeri varsa bu iki ayrılmaz öğenin birlikteliği ile ortaya çıkmıştır. Bu değerlerin bileşiminde sezginin mi aklın mı ağırlıklı olduğunu tartışmak tam bir abesle iştigaldir. Çünkü bu süreçte önemli olan hangisinin ağırlıklı olduğu değil, birbirlerinin çıktılarını sürekli olarak denetleyip denetlemedikleridir.
Eğer bir “şey” yapılıp da bu sarmalı oluşturan iki iplik (sezgi ve akıl) birbirinden ayrılırsa ne olur? Akıldan arınmış, her an hurafe üretmeye hazır sezgi ve sezgiden yoksun, evrenin sonsuz yaratıcılığına kapalı, bilimin daracık alanına sıkışmış, kitaplarda yazmayan, denenip kanıtlanmamış her şeyi yok sayan bir diğer tip bağnazlık.
Toplumumuz bunu becermiştir!
Toplumumuzdaki -laik ve dindarların değil- laikçi ve şeriatçı kesimlerin bu tanıma çok uyduğunu düşünüyorum. Her iki kesim de çok çabalıyor ve sonuçta inanılmaz biçimde hiçlikler üretiyorlar. Gelişkin toplumlara refah ve mutluluk yaratan akıl ve sezgi bizim için bölünmüşlük, donmuşluk ve hurafe üretiyor.
İnanç dünyasında vahy olarak adlandırılan -bilim tarafından da pek ciddiye alınmayan- olgunun, aslında total openness denilebilecek, “bildiklerinin tamamından, onların doğruluklarına inançtan tamamen sıyrılmak” olabileceğini düşünüyorum. Sezgi ancak böyle bir akla dolabilir, akılla birlikteliği ancak bu tam teslimiyet ortamında gerçekleşebilir.
Bildiklerinin doğruluğuna, üstelik de tekliğine inanmış insanlar bunları bir de “diğerleri”ne benimsetmeye, öğretmeye çalıştıkça, donmuş ya da hurafeci insanlardan daha pek çok üreteceğimiz görünüyor.
Türkiye, içine düştüğü bu buz-hurafe çölünden kurtulabilirse varlığını sürdürebilir. Yoksa hiçbir dış düşmana ihtiyaç olmadan -atomun parçalanması gibi- kendini parçalayacaktır. Akıl ve sezgi insana -ve muhtemelen tüm varlıklara- hediye edilmiş birer özelliktir ve belki de ikisi aynı şeydir, kimbilir!
Ocak 6, 2007