“Gelişkin Türkçe-2”

Bir mektup..

Bir öğretmen okurumun mektubu ve ona yanıtımın iyi bir konu olacağını düşündüm; aktarıyorum:

<<Sayın Titiz,

Anadilini anlama ve anadiliyle ifade etme becerisi gelişmemiş ya da az gelişmiş bir öğrenci öğrenmede zorlanır. Bazı zorlamalar -sınav vb-, öğrenciyi bellemeye, ezbere iter; ezberler ve de unutur, yaşamına uygulayamaz. Acaba ne yapabiliriz?

Ezbersiz Eğitimin alt başlıklarından birisi de Gelişkin Türkçe‘dir. Gelişkin Türkçe kavramı bir ders ya da bir dersin konusu değildir. Bütün derslerde birlikte işlenmesi gereken bir kavramdır. Kısaca; Türkçe her zaman ve her yerde doğru ve güzel kullanılmalıdır. Bütün derslerde öğrendiklerimiz Türkçe’nin gelişmesine katkıda bulunacaktır. Gelişmiş Türkçe de bütün derslerde öğrenmeyi kolaylaştırabilecek, öğrenme işinde verimi, öğrenen kişide kaliteyi artıracaktır.

Sorun bu. Sorunun çözümü için (anlatımlı ve uygulamalı) ne yapabiliriz? 6 Eylül’de Özel İzmir Lisesi’nde öğretmenler ve diğer katılımcılarla toplanalım istiyoruz. Siz de katılır mısınız; bu toplantı ileride toplanması istenilen “Dil Kurultayı”nın ilk çağrı toplantısı olabilir mi? Saygılarımla,

Temel Bektur, Türk Dili ve Edebiyat Öğretmeni>>

ve bir cevap..

Sayın BEKTUR; Öncelikle, “Türkçe’nin -daha genel olarak anadilinin- önemi nereden gelmektedir?” sorusunun bir söylem olmaktan öte derinlikte anlaşılmasını sağlamalıyız. Benim tanıdıklarım arasında, en küçük dilbilgisi yanlışını anında düzelten, bir sözcüğün Türkçe karşılığı var iken yabancısını kullanana ateş püsküren, ifadeleri düzgün, sanki bir şiir okuyormuşcasına konuşan, ama anadilini bilmeyen inanamayacağınız sayıda kişi var.

Galiba sorun, bu konunun “dil sorunu” olarak adlandırılmasından; daha da doğrusu, “dilin doğru ve güzel kullanımı” olarak adlandırılmasından doğuyor. Bence sorun katiyen bu değildir. Dilin “doğru” kullanımı ile -herhalde- dilbilgisi kurallarına uygun kullanımı; dilin “güzel” kullanımı ile de sözcüklerin, dil öğelerinin yerli yerinde, tekrar olmaksızın kullanımı kastediliyor.

Peki, kavram dağarcığının zenginliği; bu kavramların içlerinin dolu oluşu; bir kavramın, tanımı belirsiz başka kavramlarla açıklanmayışı gibi asli unsurlar nereye girecek? Bunlar, dilin “doğru” ve/ya “güzel” kullanımıyla ilgili değildir.

Dil ile bir düşünce ifade edilirken asıl olan dil değil “düşünce”dir. Bu düşünceler, belirli bir amaca yönelik değilse, peşpeşe sıralanan cümlelere karşı gelen düşünceler arasında anlamlı bir mantık bağlantısı yoksa, “güzel” ve “dilbilgisi” kurallarına uygun konuşup yazmak, hiçbir işe yaramayan bir gözbağcılık değil midir?

Son yıllarda artan radyo, TV ve basın kanalları nedeniyle dili kötü kullananlara karşı bir eleştiri dalgası oluştu. İyi ki oluştu; çünkü böylece, bu eleştirilerin dilin özüne değil görüntüsüne ilişkin olduğu ortaya çıktı.

Aslında, ağzını ezip büzen bir TV sunucu ile onun yanlışlarını bulan bir çokbilmiş arasında -dilin gerçek işlevleri açısından- hiçbir fark yoktur. Hatta, sorunu çıplak olarak sergileyen TV sunucusu daha mazurdur ve de bir ölçüde yararlı işlev görmektedir.

Bugün üzerinde ısrarla durmamız gereken, ürünlerini el (yazı) ve/ya dil (söz) ile dışavurduğumuz düşünce biçimindeki yetersizliklerdir. Dolayısıyla sorunu, “düşünme ve onun dışavurum biçimindeki yetersizlikler” olarak tanımlamak daha doğru olacaktır.

Yüzyıllar boyunca sustuktan sonra konuşma özgürlüğünün tadını çıkaran toplumumuz bunun keyfinin çıkarmaktadır. Evet, toplumumuz konuşmakta, çok konuşmakta; hoş ve boş konuşmaktadır. İnsanlarımızın kafalarının ne kadar karışık olduğunu, günün herhangi bir saatindeki, herhangi bir kanaldaki, herhangi bir konudaki, herhangi bir konuşanı dinleyerek görebiliz.

Gelişkin Türkçe“, bu şekilde anlaşılmalı, “düşünme ve dışavurma sorunu” olarak birlikte irdelenmelidir. Aksi halde ilerleyen bilgi teknolojileri, çok yakında, “hoş ve boş konuşmaları -ve yazıları- süzebilen akıllı yazılımlar” üretecektir. »

24 Eylül 2001

Yorum Gönder