Teknoloji üretmek. Öyle mi?

Gün geçmiyor ki çeşitli yayın organlarında teknoloji üretmenin anlam ve önemine değinilmesin. Zaten vatanımızı kurtaracak iki kavramdan birisi bu, diğeri de “marka olmak”tır. Bu ikinci konu giderek o hale geldi ki geçenlerde bir yabancı sanayicinin de bu kurtarma kampanyasına katılarak tam bize göre önerdiği bir çözüm yerli bir köşe yazarımız tarafından marka sektörünün bilgisine sunuldu.

Sanayici aynen şöyle buyuruyordu: “marka yaratmak zorlu ve uzun bir süreçtir (bizi yakından tanıyor, bu tür süreçlere gelemeyeceğimizi iyi anlamış). Siz boşu boşuna (bu da harika; yani uğraşsanız da beceremezsiniz demeye getiriyor) uğraşmayın. Avrupada satılık (yani artık işe yaramayan) çok marka var. Verin parayı bunlardan bir tane alın“.

Yıllar önce bir sanayicimiz de benzer şekilde teknoloji üretimi işine çare bulmuştu: parayı bastırır, “ithal ederim“! (https://www.tinaztitiz.com/yazi.php?id=195, https://www.tinaztitiz.com/yazi.php?id=196).

Şimdilerde artık böyle denilmiyor, teknoloji üretmenin önemi sık sık vurgulanıyor. Hattâ çeşitli girişimcilik yarışmalarında teknoloji ürettiğini belirterek ödül talep edenlerin çokluğuna bakılırsa biz bu konuda epey de ilerledik.

Teknoloji tarihimiz

Adını ancak orta yaş üstü kişilerin belki hatırlayabileceği bir avuç insandan birisi Nuri Demirağ’dır. Çocukluğumuzda ilk yerli uçağı yaptığını dinler, sonraları niçin arkasının gelemediğini anlamazdım. Daha sonraları, ailesinde ve/ya okulda kendisine “belletip”ezberletilenlerin-sık sık ikisini beraber kullanıyorum ki birisi farkını sorar diye- dışına çıkanların başlarına neler geldiğini öğrendikçe kök nedenleri kavrar gibi oldum.

Gün gelir de günce tutma -ve sonrasında da bunları yayımlama- adetini edinirsek, gelişkin teknolojilerin hiç bir zaman gaza gelen birkaç kişinin el çabukluğu ile geliştirilemediğini, iğneyle kuyu kazan isimsiz insanların çabalarının bir bileşkesi olduğu ortaya çıkabilir.

19 Ekim 1900’da Wright kardeşler Kitty Hawk’ta ilk deneylerini yaparken bir yandan da Dayton Ohio’da çıkardıkları tabloid gazeteye bir çizim ve bir alt yazı koymuşlardı: “Sam amca bizim omuzlarımızda yükselecektir” (İki kardeşin arasına resmedilmiş ve onların omuzlarına tutunarak ayaklarını yerden kesmiş bir Sam amca resmediliyordu).

Bu iki bisiklet tamircisi (gerçek tamirci) tahta raylar üzerinde çekip hızlandırdıkları tahta ve bez karışımı uçaklarıyla tam 1000 deney yaptıktan sonra 54 saniye havada kalmayı başarıyor ve böylece binlerce sayıda havacılık teknolojilerinin temelini atıyorlardı.

Dayton’da yaşayan bu iki kardeşin Ulusal Meteoroloji Dairesine başvurarak, en uygun rüzgarlı yerin neresi olacağını sordukları dilekçelerini ciddiye alıp araştırma yapan memurlar tam 6 ay sonra en uygun yer olarak Kitty Hawk denilen çöl parçasını öneriyorlardı. Bu ciddiyet bile -anlamak isteyenlere- işin altındaki sırları gösterebilir.

Nuri Demirağ -ve benzer onlarcası- ise muhtemelen kıskanç, ilgisiz, akılsız ve dolayısıyla ahlâksız görevliler tarafından durdurulmaya çalışılmıştı. Bir gün tarihimiz bunları yazacaktır.

İşte bir benzeri

Şimdilerde teknoloji denilince otomotik olarak şu sözcüklerin çeşitli bileşimleri akla geliyor: nano, bilişim, chip, biyo-teknoloji, fiber optik vs. yani Türkçesi “daha aşağısı kurtarmıyor“.

Halbuki daha yüzlerce-binlerce teknoloji var ki bunlar ortalıkta konuşulmuyor, bunlara sahip olmamaktan ötürü -can ve mal kayıplarına- uğruyoruz.

Bunlardan birisi de, patlayıcı gaz ortamlarında kullanılan elektrikli donanımın testlerinin yapılıp sertifikalandırılması teknolojisidir.

Tüm maden ocakları patlayıcı grizu gazı nedeniyle yıllardır yüzlerce can almıştır.

Tüm rafinerilerde kullanılan elektrikli donanım yine patlayıcı gaz ortamında çalışmaktadır.

Tüm benzin istasyonlarındaki pompalar benzer riskler altındadır ve kaç defa patlamalar olmuş, canlar kaybolmuştur.

Türkiye’de bu denli yaygın risk içeren bir konu ile ilgili teknoloji sayısı azdır.

Bu tür elektrikli aletleri usulüne göre test edip sertifikalandıran kuruluş sayısı bütün dünyada sayılıdır ve bu teknolojiye sahip olmayan ülkeler bunun fiyatını -yüksek know-how bedelleriyle- ödemektedirler.

Türkiye yüz yıl kadar bu bedeli ödedikten sonra 1974 yılında bu teknolojiyi kendi mühendisleri ve o zamanın vizyon sahibi bürokratlarının işbirliği ile geliştirmiş, eşine az rastlanır esneklikle kurumlaştırmış ve yüksek katma değerli işler yapmıştır.

  • İlk sertifikasını, 1976’da “Akülü Madenci Baş Lambası” cihazına vermiş ve böylece Alevsızdırmaz (ALSz) sertifikalı cihaz imalatı Türkiye’de başlatılmıştır.
  • Bugüne kadar ALSz Test İstasyonuna 390 adet sertifika müracaatı, tesis kontrol istemi, bilgi alma başvurusu olmuş, toplam 230 adet sertifika verilmiştir.
  • 112 adet sertifika ise çeşitli teknik nedenlerle iptal edilip yürürlükten kaldırılmıştır.
  • 212 başvuru, testlerde başarısız olduğundan iptal edilmiştir.
  • Bütün bu faaliyetler, 2003 yil sonu itibari ile toplam1698 adet raporla belirlenmiştir.
  • ALSz merkezinin içinde yer aldığı Türkiye Taşkömürü Kurumu’na ait ise  test ve kontrol sayisi 6346’dır.

Bütün bu bilgi ve deneyim birikim süreci gerçekte bir teknoloji üretimi sürecidir ve tam bir iğne ile kuyu kazma sürecidir. Bunu, parayla marka satın almayı ya da para bastırıp teknoloji transfer etmeyi düşünebilenlerin anlamasını beklemek yersizdir, ama teknoloji üretimi tam böyle bir süreçtir.

Yani cingöz birilerinin durup dururken kafalarında ampul yanması meselesi değildir; Prof. Zihni Sinir benzetmesiyle teşvik edileceği ve milyonlarca gencimizin bir anda birer Einstein kesileceği sanılan süreç ise hiç değildir.

Şimdi belki merak edilebilir: E peki şimdi bu teknolojiye ne oldu?

Beklentiniz, Wright Kardeşler gibi başlayan bu sürecin bugün daha da geliştirilmesi için çalışıldığı, bilim-teknoloji ile ilgili kurumların üzerine titrediği, hatta bu  teknolojiye sahip olmayan çok sayıda ülkeye transfer edilip para kazanıldığı filan olabilir.

“Bunlar adi mühendislik işleridir, biz bilim yaparız”!

Şimdilerde bu istasyon;

  • Türkiye Taş Kömürü Kurumunun başından atmak için uğraştığı,
  • Maden İşleri Genel Müdürlüğünün “bizimle ne ilişkisi var?” diye üstlenmediği,
  • TSE’nin “bizim zaten var” sandığından dolayı bu birikime ihtiyacı olmadığını düşündüğü,
  • Diğer anlı-şanlı bilim kuruluşlarımızın ise -başından beri- “biz yüksek bilim yaparız, bunlar adi mühendislik işleridir” diye aldırmadığı,
  • Bilim-teknolojide geri kaldığımızı yazıp-çizen sektörümüzün(!) ise ilgi alanının içine -moda olmadığı için- almadığı

bir konumda kapatılmayı beklemektedir. Test donanımlarının bulunduğu binası ise bir gıda toptancısına satılmıştır.

Şimdi bana teknoloji üretimi deyince..

Eskiden teknoloji üretimi konusunda ahkâm kesenleri dinler, yazılanları okur, neler yapılması gerektiğini düşünürdüm. Şimdi ise cevabı buldum: @?Ú!!EDP

Nisan 1, 2006

Yorum Gönder