ÇUVAL = DAYAK YİYEN POLİS

“17 Temmuz 2003 günü, polisin dur ihtarına uymayan bir oto hırsızı-gaspçı, polisle girdiği çatışmada öldü.”

Olayın sonrası televizyonlarda ayrıntılarıları ile saniye saniye görüntülendi; ölen zanlının yakınları ve akrabaları, çelik yelekli polisleri milyonların gözü önünde evire çevire -tekme, tokat- dövdü, polis arabalarını da tahrip etti. Polisler yerlerde sürünerek kaçıp canlarını kurtarabildiler.

Daha sonra, habercilerin “mülâkat” yaptığı maktülün babası aynen şunları söylüyor: “…devlet bunların (polislerin) cezasını verirse ne alâ, ama vermezse biz veririz…”

Bu ve benzeri olaylar sık sık medyada yer alıyor. Yukarıdaki olayın bir istisna olmadığı da zaten bu tekrarlardan anlaşılıyor. Birkaç ay evvel, bir polisin gözü önünde, bir adam karısını sokak ortasında yere yatırmış hırsını almak üzere bıçaklıyor, polis de birkaç adım öteden -yani güvenlik mesafesinden- olayı seyrediyordu.

Çeşitli adliyelerde dava sonrası arbedelerde dayak yiyen polisler ise sıradandır.

Sivas’ta 37 kişinin yakıldığı olayda da, barikat kuran polislere sille-tokat girişen kalabalık hiçbir direnç gösteremeyen polisi yaklaşık 15 saniye içinde ekarte etmişti. Bu olaya ait video kayıtlarını izleyen birisi olarak bunu birinci elden gördüm.

Geçmişte ve bugün, yeri, zamanı ve senaryosu değişik olmakla birlikte tekrarlanan bu olayların ortak yanı tektir: toplumu, adi, ideolojik, etnik, dini ve benzeri kabadayılardan koruyacağı, yasaların yaptırım gücünü sağayacağı varsayılan ve buna göre silahla güçlendirilen, eğitildiği sanılan polis, sıradan sokak kabadayılarınca dövülebilmekte ve hem de hiçbir dövüş tekniği filan kullanılmadan sille-tokat dövülmektedirler.

Polisler bunu bilmekte ve olabildiğince bu tür olaylara karışmayıp efendi efendi seyretmeyi tercih etmektedirler. Eğer uygun bir yer ve zamanda birileri ellerine geçerse, kabadayıların kırdığı onurlarını telafinin (!) çarelerini arayabilmektedirler.

Geçtiğimiz günlerde Süleymaniye’de askerlerimizin başlarına çuval geçirilerek itilip kakılmaları, tüm toplumun en derindeki insanlık onurunun çiğnenmesine yol açtı. Çoğu kimse, böyle bir olayın nasıl olup da yutulduğuna, üstüne üstlük bir başarı haline getirildiğine pek akıl erdiremedi.

Polislerle ilgili olarak verdiğim birkaç örnek, bu “onur çiğnenmesi” olgusuna zaman içinde nasıl alıştığımızı gösteriyor.

Dünyanın medeni bilinen herhangi bir yerinde polisle tartışmak kimsenin aklına gelmez. Hele hele fiziksel olarak itişmek, polisi tartaklamaya kalkmak intihar ile eş anlamlı sayılır. Aslında, fiziki olarak karşı koyulanın polis değil, yasalar olduğu bilindiği için bu derece toleranssız davranılır ve en cahil insanlar dahi bunun farkındadır.

Sadece basit bir hız yapma nedeniyle durdurulan bir arabadaki sürücünün ellerini direksiyon simidinin dışında bir yerlere koymaya kalktığı anda nasıl bir muameleye maruz kaldığını herkes bilir.

Şimdi soru şudur. Tüm toplumsal sistemlerin kilit taşı, o sistemler içindeki kurallara uyulması ya da uyulmuyor ise “polis” denilen örgüt tarafından “uygun bir zor kullanılarak uygulatılması”dır. Bunu beceremeyen bir polis gücü neye yarar?

Evet soru budur. Her fırsatta maaşlarının düşüklüğünden yakınan -hattâ çevik kuvvetin yaptığı gibi koruyacağı insanlara silah gösteren- bir polis gücüne güvenerek hangi yargıç korkmadan hüküm verir, hangi belediye görevlisi mafyaya pabuç bırakmaz?

En ilkel kavimler bile medenileşme yoluna “kuralların yaptırımı” (law enforcement) ilk adımı ile girmişler, bunu akıl edebilmişlerdir.

Toplumumuz ise bunu henüz akıl edememiş, ama bunun yerine sürekli olarak kural üretmektedir. TBMM’nin çalışkanlığı -ne demek ise- çıkardığı yasa sayısının çokluğu ile ölçülür hale gelmiştir. Halbuki yaptırım organı korunmaya muhtaç ise, her çıkarılan yeni yasa, çeşitli kabadayı türlerine yeni imkanlar sunmaktan başka işe yarayamaz. İşte bu yüzden en çok okunan gazete resmi gazetedir ve en çok okuyanlar da çeşitli türlerin kabadayılarıdır. Çünkü neyi çiğneyip hortumlayacakları orada yazmaktadır ve buna ilk kademede engel olabilecek polis gücü “korkmakta” olduğu için yoktur.

Bu yazıya gelebilecek tepkileri tahmin edebiliyorum. Polisimizin fedakarlığı, ne güç koşullar altında görev yaptığı vs anlatılacaktır. Konu üzerinde edilen her gereksiz söz, işin özünü biraz daha gölgede bırakır. Ortada cevaplanacak tek soru vardır: toplumu fiziki kabadayılardan koruyacağı varsayılan polis, bu işlevini yapabilecek bilgi, beceri, cesarete sahip değildir. Sokaktaki rastgele bir serseri, kendi ufacık aklı ile ürettiği “doğru”su uyarınca, polisi en aşağılayıcı biçimde tokatlar, gerekirse başına çuval da geçirir. Şimdiye kadar geçirmedilerse bundan sonra onu da yaparlar.

Eğer bu olaydan ders alır, aksine bir övünme vesilesi yapmaz isek, polis örgütümüzün eğitimi adına yapılanların ve bu işlere harcanan bütçelerin hiçbir işe yaramadığını da görebiliriz. Eğitim daireleri adı altında hemen her kamu kuruluşunda bulunan birimlerin yazlık kamp işletmek ve toplu nasihat seansları düzenlemekten başka bir işe yaramadığını görmemiz çok hayırlı bir ilk adım olabilir.

Polisin yüzüne tokat atıp yere yuvarlayan, onunla da yetinmeyip, sürünerek kaçmaya çalışan polisi tekmeleyerek daha da aşağılayan gaspçının babası -ve diğer “baba”lar- aslında bizi uyandırma işlevi görmektedirler. Ama eğer biz uyanmak istiyorsak! Temmuz 22, 2003

 

 

Yorum Gönder