KURTARICI TIRTIL YOKTUR !

Yalnızca çam kozalaklarıyla beslenen ve de kozalakların döküldüğü dönemlerde ortaya çıkan tırtıl’ları bilirsiniz.. Bu yaratıklar, birinin başı diğerinin ardından tutacak biçimde, bazen uzunluğu metrelerce zincirler oluştururlar ve öyle hareket ederler.

Zaman zaman da, -herhalde zincirin en başındaki tırtıldan koku vs yoluyla aldıkları bir emirle- kozalakların kabukları üzerindeki maddeleri yiyerek beslenirler.

Ömürleri birkaç haftadan daha uzun olmayan tırtılların davranışlarını inceleyen bir biyolog şöyle bir deney planlar: Beslenme emri, zincirin en başındaki tırtıldan geldiğine göre, acaba “baş tırtıl” olmazsa ne olur? Zincirin başındaki tırtılın başı, en sondakinin ardı ile birleştirilir ve bir çember oluşturulursa “baş tırtıl” kalmayacak ve emri kimin vereceği belirsizleşeceği için açlığın güdülediği tırtılların bireysel davranışları gözlemek mümkün olabilecektir..

Bunu anlamak için bir yere kozalaklar yığılır ve uygun uzunluktaki bir tırtıl zincirinin bu yığının çevresinde bir çember oluşturması sağlanır.

Biyologun tahmini, çember haline gelmiş tırtılların, “bir baş tırtıl’dan emir geleceği inancıyla” düşünmeden dönmeye devam edeceği, ama açlık güdüsüyle bir süre sonra zincirin parçalanacağıdır. Bundan emindir, ama merak ettiği, zincirin nasıl kopacağıdır..

Deney birkaç gün sürer ve tırtıllar kozalak yığınının çevresinde sürekli döner dururlar. Sonuçta, beklenen emir gelmez ve tırtıllar, bir “baş tırtıl”dan gelecek emri bekleye bekleye ölürler..

Belirli bir tarikatın üyelerinin inançlarına göre, ayaklarının çevresine çizilen bir çember, daha yaşlı birisince kırılmaksızın o çemberden dışarı çıkılamaz.

Her iki olayda da ortak olan nokta, tırtıllar ve tarikat üyelerinin, “bir yerlerden ” geleceğine emin oldukları “bir şeyleri ” beklemeleridir.

Kaç tırtıl zinciri ve kaç tarikat üyesi bu birşeyleri beklerken ölmüştür bilinmez ama bilinen, günlük yaşam içinde çoğunluğun,biryerlerden birşeyler gelip sorunlarının çözüleceğini beklemekte olduklarıdır.

Siyasi ya da ekonomik, hangi eleştiri olursa olsun, sonu büyük bir olasılıkla, “bu iş böyle gitmez, o halde mutlaka düzelecektir” gibi bir yargıyla bittiği hatırlanırsa, tırtılların da böyle düşüne düşüne öldükleri unutulmamalıdır.

İnsanlarımız niçin “kurtarıcı tırtıl” olarak Ankara’yı görüyorlar? Çünkü gazete ve TV’ler hep oradan söz ediyor, Ankara’nın güçlü olduğunu söylüyorlar.

Halbuki güç, söylenmekle sahip olunabilecek bir şey değildir. Gücün göstergesi hakim olmaktır.

Toplum düzenine, üstüste yerleşmiş çeşitli alt-düzenler olarak bakılabilir. Adalet alt-düzeni, vergi alt-düzeni, eğitim ya da sağlık alt-düzeni gibi onlarcası bir araya gelerek toplum düzenini oluştururlar.

Her bir alt-düzen de kendi içinde ince tabakalardan oluşmuştur. En üstte, basit ve yaptırımı kolay kurallar, altlara indikçe daha karmaşık ve uygulanması gerçekten “güç” gerektiren kurallar olmak üzere bir tabakalanma.

Bugün idare, işte bu en üstteki basit ve yaptırımı kolay kuralları uygulayabilmektedir. Simitçilerin garibanlarını kovalamak, vergisini düzenli veren bir vatandaşın yapıştırmayı unuttuğu pul parasını tahsil etmek, küçük hırsızlık yapanları bulup çıkarmak ya da basit eğitim ve sağlık hizmetlerini yerine getirmek gibi, her alt-düzenin en basit hizmetlerini yapabilmektedir.

Bu düzenlerin alt tabakalarına inildikçe karşılaşılan karmaşık ve güç gerektiren sorunlar için ise, alternatif mekanizmalar oluşmuştur. Adalet sisteminin yerini alan çek-senet tahsil ve adalet mafyası, sağlık sisteminin yerini alan üfürükçü (mafyası) ve benzeri yüzlerce mafya, işlemeyen alt-düzenlerin yarattığı boşlukları doldurmuştur.

Ankara’nın sembolize ettiği merkezi idare zayıfladıkça, toplum düzenini oluşturan alt-düzenler ve sonuçta toplum düzeninin bütünü onun kontrol alanı dışına çıkmıştır.

Eğer, simitçi takibi ve pul parası tahsili gibi işlemleri bir yana bırakırsak, merkezi idare fiilen yoktur gibi bir gerçekle karşı karşıya geliriz.

Merkezi idarenin, yerini yerel idarelere ve sivil toplum kuruluşlarına bırakması gibi sevindirici bir gelişme ile bu durum arasında bir ilinti yoktur. Çünkü merkezi idarenin yerini bunlar almadığı gibi, merkezi idarenin her zaman için yapması gereken önemli işlevleri de vardır.

O halde, merkezi idare büyük ölçüde yoktur ve bu boşluğu yerel idareler ve STK yerine çeşitli mafyalar doldurmuştur. (devamı 2nci sayfada)

Yani, TBMM’nin çıkardığı yasalar, hükümetin verdiği emirler ya da bürokrasinin bunlara dayalı işlemleri yerine, boşlukları dolduran alt-düzenler (kısaca mafya denilebilir) toplum yaşamına yön vermektedir.

Bu gibi durumlarda ortaya çıkması adet olan kurtarıcı örgütlenmeler de birer ikişer sahneye çıkmaktadır. Yarın daha radikalleri de çıkacaktır. Çıkacak ve aralarında mücadele etmeye başlayacaklardır. Bu mücadelenin nerelere kadar varacağını tahmine gerek yoktur, çünkü bellidir.

Bu durum karşısında yapılması gereken çok şey vardır. Ama birincisi, kendisini aday gösterip seçtirenlere karşı vefa borçlarını, akıl yolunun dışına çıkarak, zarar göreceği korkusuyla yutkunup sesini çıkarmayarak oturan, bunun yerine ülke gündemini incir çekirdeğini doldurmaz kişisel çekişmeleriyle dolduran insanları dinlememek, bunları yazan gazeteleri okumamak, yayınlayan TV’leri seyretmemek, bunu da ilan edip henüz uyanmamış olanları haberdar etmektir.

İnsanlarımız bu tür değersizliklere ilgi gösterdiği sürece, bunları üretenlere pirim vermiş olmaktadır.

Bu ilk adımdan sonraki, bu çılgınca gidişi seyredip ara sıra kendi doğrularını mırıldananların, seyirci olmadıklarını hatırlamalarıdır. Bu ara en değerli şey, “ben, doğrularımı terkediyorum, yeni doğrular arıyorum” diyebilmektir.

Pazartesi, 17 Haziran 1996

Yorum Gönder