İSTANBULUN NÜFUSU ACABA NE OLUR?

İstanbul nüfusunun 200,000 civarında olduğu yıllarda büyüklerimiz, gün gelip şehrin nüfusunun milyona erişebileceğini, o zaman da insanların kıyamet gününe benzer bir kargaşa içinde kalacağını tahmin ederler, bu gibi tehlikeli olasılıklara karşı da genellikle, rastgele kişilerin kente girmelerine engel olmak için pasaport benzeri bir uygulamanın gerekliliğini dile getirirlerdi.

Hoş bugün de birçok kimse bu pasaport (ya da benzeri) önleminin gayet etkili olacağını ve kentte yaşamın tekrar mümkün olabileceğini savunmaktadır. Bu iddiaların hangisinin ne kadar geçerli olacağını zaman içinde hep birlikte göreceğiz.

Sonuç ne olursa olsun, İstanbul için yapılacak herşey, alınacak her önlem mutlaka sağlıklı bir nüfus tahminine dayanmalıdır. Bu yapılamazsa kent günübirlik yaşamaktan kurtulamayacağı gibi yaşam maliyetleri de çok artacak, her yapılan zaman içinde ya yetersiz kalıp büyütülmek zorunda kalınacak ya da aksine atıl kapasiteler kalacaktır. İşte bunun için sağlıklı bir nüfus tahmini kaçınılmaz bir gerekliktir.

Yalanın üç türlüsünün bulunduğu, bunların da yalan, kuyruklu yalan ve istatistikler olduğu söylenir. Buna göre, İstanbulun nüfus tahminleri için istatistiklerin kulllanılmasının doğru olmadığı anlaşılmaktadır. Gerçekten de eğer istatistiklere bakılır ve bilimsel tahminleme yöntemleri kullanılırsa 2000 yılında İstanbul’un yaklaşık 50 milyonluk bir kent olması gerekmektedir. 2000 yılında Türkiye nüfusunun 70 milyon olabileceği düşünülürse, toplam nüfusun %71’inin İstanbul’da yaşayacağı gibi bir sonuç çıkar ki bu da olamaz gibi görünmektedir. O halde, nüfus tahmini için daha güvenilir yöntemlere ihtiyaç vardır.

Bu gibi durumlarda istatistik ya da benzeri sayısal yöntemler yerine kalitatif yöntemler kullanmak daha geçerlidir. Örneğin, Akıl Yürütme yoluyla daha sağlam sonuçlara varılabilir.

İlk cevaplanması gereken soru, bir kentin nüfusunun niçin arttığıdır. O kentte yaşayanların çok çocuk sevmeleri, mutlaka belli bir cinsiyette çocuk sahibolma iddiasında bulunmaları, devletin çocuk parası, çocukluya vergi indirimi gibi nüfus artırıcı teşvikler uygulaması gibi olasılıklar düşünülebilirse de böyle akla pek uygun olmayan ihtimaller bir yana bırakılırsa, kente göç olgusunun daha büyük etken olduğu anlaşılacaktır.

Gerçekten de özellikle büyük kentlerdeki doğurganlık, ülke geneline göre çok düşüktür.

Göç olgusu, yalnızca azalan (ve azalması da gereken) kırsal kesim nüfusunun kentlere taşınması biçiminde anlaşıldığı takdirde yapılabilecek pek birşey yoktur. Bütün Dünyada, tarımda artan verimlilik, parçalanan tarım arazileri, yükselen gelir düzeylerinin kent yaşamına izin vermesi gibi nedenlerle kırsaldan kentlere sürekli bir akım vardır ve doğrusu bu türlü bir akım yararlıdır da..

Bir yerden (dikkat ediniz yalnız kırsal kesimden değil herhangi bir yerden), mecbur kalındığı için göçmek ile, yukarıda açıklanan akım nedeniyle yer değiştirmek arasında çok büyük fark vardır. Birisi sağlıklı bir gelişmenin işareti iken diğeri bir sorunun belirtisidir.

Sokaktaki insan (bazen de sokakta olmayan insan) bu iki göçü birbiriyle aynı zannedebilir. Sokaktki insan için bunun pek de önemi yoktur. Ama toplumu yöneten ve yönlendirenlerin bu iki farklı olguyu tam anlaması gerekir.

İnsanları bulundukları yerden bir başka yere iten işşizlik, gelir yetmezliği gibi sağlıklı olmayan itici nedenlerin yanısıra ve onlardan çok daha güçlü olarak bir de kentlerin çekici nedenleri mevcuttur. Çekici nedenler ise, kalabalık bir nüfusun çok çeşitli ihtiyaçlarının birer gelir ve iş imkanı demek olması, daha yoğun altyapı hizmetlerinin varlığı, ama bunlardan çok daha etkin olarak kuralsızlığın çekiciliği’ dir. Tabii ki bu, kuralsız yaşamanın mümkün olduğu kentler için söz konusu bir çekici etki’dir.

İstanbul ve diğer büyük kentlerimizin nüfuslarının bu denli hızlı artmasının başlıca nedeni, işte bu kuralsızlığın özendirdiği çekim’dir.

İstanbul’a çeşitli gözlüklerle bakılabilir: İstanbul bir tarih kentidir. İki kıtanın birleştiği kenttir. Yedi tepelidir. vs vs.

Ama bütün bunların dışında İstanbul’un en belirgin özelliği kuralsız yaşamanın mümkün oluşudur.

Bileği biraz kuvvetlice, başlangıçta biraz hırpalanmayı göze alabilen ve kural tanımaz insanların cenneti İstanbul’dur. Bu tür bir yaşam İstanbul’da tamamen devlet güvencesi altında olup yerel ve merkezi idarenin tüm imkanları bu kuralsız yaşamın güvenli (!) biçimde sürmesi için kullanılmaktadır.

Şimdi hal böyle olunca, yalnızca Türkiye’nin kırsal kesiminin değil tüm Dünyanın kural tanımaz insanlarının İstanbul’a gelmesini önleyecek yalnızca tek sınırlayıcı etken kalmaktadır: Mafyaların kendi aralarındaki denge!

Örneğin, sokak başlarını kiraya verme konusunda olsa olsa iki ya da üç örgüt bulunabilir. Daha fazlasını barındırmazlar. Sokak başları konusunda birbiriyle çatışan bu organizasyonlar, pastalarının küçülmesine karşı işbirliği içinde olacaklardır.

Eğer İstanbul’un kuralsızlığı yalnızca tek konuda ve mesela araba park etme konusunda bulunsaydı, bu kuralsızlığın şehre çekebileceği ipsiz sapsız insan sayısı, kentteki araç sayısının bir fonksiyonu ile sınırlı olurdu. Ama hal böyle değildir ve akla gelebilecek hemen her konuda İstanbul kuralsız bir kenttir. Buna inanmayanlar bizzat deneyebilir ve örneğin Aksaray meydanının ortasını kazıp bir yapı inşa etmeye başlayabilirler.

Bütün bunlara ek olarak sistemin bir de geri-besleme (feed-back) tarafı vardır. Kuralsız yaşam ortamının kente getirdiği insanlar derhal mevcut kuralsızlığı daha da artıracak, kendilerinin daha kolay yaşayabilecekleri hale getireceklerdir. Bu, bir Çığ Etkisi’dir ve doğal sınırı, bu kuralsızlığı yaratan ve ona uyum göstermek zorunda olan toplam nüfusun biyolojik yaşam limitleridir ve onlar da sanıldığından çok daha esnektir. Gerektiğinde idrarını içmek yoluyla yaşamını sürdünebilen insanoğlu, kenti besleyen barajlara kanalizasyon karışmasıyla birdenbire harekete geçmeyecek, aksine alışacaktır. Pekiyi bu mekanizma altında İstanbul’un nüfusu ne olur?

Deniz kıyısında yapılan inşaatın temel kazıları sırasında genellikle su çıkar. Müteahhit, deniz kenarında evvelce inşaat yapmamışsa, suyu boşaltmak için hemen bir motopomp kurup çalıştırır. Suyu boşaltmaya çalışır ama bir türlü su bitmez. Boşaltmaya çalıştığı suyun deniz suyu olduğunu anlayana kadar bu beyhude işe devam eder.

İstanbul’a ve diğer büyük kentlerimize yapılacak en büyük hizmet, bu kentlerdeki kuralsızlığı önlemektir. Yani, hangi elbiseyi giymiş olursa olsun (bürokrat, politikacı, işadamı, medyacı, asker vs) mafya erbabını durdurmak, onları etkisiz kılacak düzenlemeleri yapmaktır.

Bunları yapmadan İstanbul’a çakılan her çivi, Dünyanın her yerinden, kuralsızlığı meslek edinmiş kişilerin bu kente akmasına neden olacaktır. Buna göre, İstanbul’un 2000 yılındaki nüfusu istatistiklerin gösterdiği 50 milyon rakamını dahi aşabilir.

İstanbul’a herhangi bir düzeyde hizmet vermeye aday olanların önce bu gerçeği anlamaları, üçüncü köprü, mega proje vs den önce bu kenti kural hakimiyetine sokup (mafyaları temizleyerek) sonra da bu kentte yaşamanın maliyetini yaşayanlardan istemeleri gerekmektedir.

Eylül 1994

Yorum Gönder